Ayık Deniz
Başımı alıp, pare pare köpüklü başımı; uzaklara, daha önce hiç bilinmeyen, bilinemeyecek yerlere gidiyorum. Sabah güneşini, yüzünde gölgeler dolaşan taze
Başımı alıp, pare pare köpüklü başımı; uzaklara, daha önce hiç bilinmeyen, bilinemeyecek yerlere gidiyorum. Sabah güneşini, yüzünde gölgeler dolaşan taze
Hamza abi evlendiğinden beri mahalleliye küsmüştüm. Başka bir semtte bulduğum işe yetişmek için sabahın köründe, ilk dolmuşla mahalleden çıkıyor; iş
çekip gidiyorum, çıkıp gittiğim bütün şehirlerden. günün ilk ışıkları, asfalt ve tarlalara düşen otobüs gölgesi… uzayıp kısalan otobüs gölgesi… susamış
henüz küçük bir çocuktum. küçük bir çocuktum ırmağın kenarında. büyük bir kayanın üzerinde dolaşıp duruyordum gecenin karanlığında. kadınlar… köyün kadınları
Odasında dönüp duruyordu. Aynanın karşısına gelince durdu. Bakışlarını yüzünde gezdirdi. Alnında, şakaklarında, burnunda, dudaklarında bir mana aradı. Bulamadı. Tekrar tekrar
Fotoğraf: Ara Güler Üç tekerlekli arabasıyla aheste aheste gelen bu tatlıcı; özbeöz İstanbulludur. Adı Cemil. Hâlâ Eyüp’teki dededen kalma evinde
Yazıyı Allah’a vasıl olmak adına bir araç olarak gören ve görmeyen insanlar için iletişim iki yönlüdür. İlki, “iyi hissetmek” için
Başını kaldırıp baktı; şeyhi önünde yürüyordu. Bakışlarını usulca ayakkabılarının ucuna indirdi. Gönlü huzurla dolmuştu. Çaycı Ali’nin gözleri her ne kadar
Mor Diken: -… canları cehenneme! Kraliyet Yüksek Sözcüsü: – Emredersiniz Kraliçem! Baylar! Yeni Kıta’yı ele geçirin. Özgürlük isteyenlerin başına ödül
“Ene’l-Hakk” diyerek sıçradı uykusundan… Kan ter içinde kalmıştı. Sessizce odasından çıkıp bahçedeki kuyunun başına gitti. Ayakları çıplaktı. Üşüdü. Kollarını kenetlemişti.
“Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine… Yol, hep yol, daima yol…”F. N. Çamlıbel I. Elimde bavul, bahçe kapısının eşiğinde kalakaldım…