çekip gidiyorum, çıkıp gittiğim bütün şehirlerden. günün ilk ışıkları, asfalt ve tarlalara düşen otobüs gölgesi… uzayıp kısalan otobüs gölgesi… susamış yollar ve bozkır… bozkır ve çırılçıplak gök… hasretin her yerde.
Gündüz, güneşin kavurduğu tepeleri, gece yıldızlar serinletiyor. koyunlar birbirine sokulup kümelenmiş. çoban ateşi yanıyor. bir çocuk, on beşinde. babası ölünce, çobanlık işini tutmuş. köyde bırakıp anasını, bir de küçük kız kardeşini, bir buçuk senedir dolanıp duruyor bozkırda. bileğine sarılı bir yazmayla. anası, yazmayı, ebceloğlu türbesinin duvarlarına sürüp bağlamış. kurtlar oğlunu yemesin diye!
geçen kış, oğlunun dönmesini bekledi fakat çocuk bir kömür deposunda iş bulunca, bir tanıdık bulup anasına çobanlıktan kazandığı parayı gönderdi. kış bitince de işçilikten kazandığı parayı… şimdi yine çobanlık yapıyordu. anasını, kardeşini, özlememiş değildi. köye iyi bir parayla dönmek istiyordu. bahçe duvarı örülecek. tarladaki taşlar ayıklanacak. belki ağaçlar budanıp yenileri dikilecek. kim bilir, iki yazdır köyde daha ne iş çıkmıştır, diye düşünüyordu. belki evle ahırı yıkıp, yeniden yapmalı. olup bitenden habersiz plan yapıyordu. bilmez ki dul kadının düşmanı çok olur. yeni yetmeler, kanında şeytanın şehvet atını sürdüğü hovardalar, gizli gizli bıyık buran koca koca adamlar, tarla yolunda rastlaşınca davetkâr bir bakış arayanlar, bir işmar eder umuduyla mahallesine uğrayanlar, geceleri evinin etrafında gezinenler, ağzı salya sümük pislikler, adiler, çakallar… artık iş çığırından çıkmıştı ki bir gece, yatsı namazından sonra, köyce sevilen, eli bastonlu bir ihtiyar gelip, sokağa bakan bahçe kapısının önünde oturdu. “burdayım kızım, korkma” diye içeri ünledi. başka mahalleden bir kaç serseri gelip ordan geçtiler. geç vakitte bir kez daha uğradılar. yaşlı adamı yine orada görünce savuşup gittiler. başka gece komşu kadınlar sokakta oturdular, geç saatlere kadar. bazı geceler köyün imamı, kızıyla hanımını yatıya gönderdi. bazen de ahlakına herkesin kefil olduğu bir kaç delikanlı, sabaha kadar, sokakta nöbet tutar gibi dolaştı durdu. o zaman, art niyetliler, ırz düşmanları, karanlıklara doğru defolup gittiler. sindiler saçak altlarına. pis pis hırlayarak dolandılar izbe yerlerde. fakat ne kadar sürecekti bu! “köylük yerde ersiz karı olur mu? hiçbir şey olmazsa, adın çıkar” dediler. geldiler, gittiler evermek için ısrar ettiler. kadınsa “oğluma ne derim” diye hep ağladı, reddetti. fakat işin içine artık köyün ileri gelenleri girmiş, kadınları yolu yapmıştı. istemeye istemeye kadını yaşını almış, çolak olduğu için de hiç evlenememiş biriyle evlendirdiler.
saat ilerledi. tâ çöllerden gelen bir rüzgâr, bozkırın tozunu toprağını kaldırdı. yılanların ağzına, akreplerin gözüne doldurdu. Çoban, yazmanın sarılı olduğu kolunu, başının altına koyup uykuya daldı. biraz sonra, yüzünde binlerce mana mücadeleye başladı. şimdi anası da uyuyordu. çolak bir adamın koynunda. hem de nasıl bir uyku! yüzünde hem korku var, hem de arzulanan bir heyecandan sonraki izler. hem bir çok şeyler saklamış gibi hem her şey ortadaymış gibi. dağlardan çılgınca inen ırmaklar, düze çıkınca nasıl rahatlar, nasıl gevşer, gerine gerine, menderesler yaparak, nasıl uysal uysal akmaya başlar. nihayet dünyayı denî yapan şehvet, yatağını bulmuştu! hele çolak! hele çolak! aylarca okyanuslarda dalgalarla boğuşmuş, fırtınalarla dövüşmüş, nice pusuya düşmüş, haydutlardan kaçmış, ganimetler kovalamış, gemisi yanmış yıkılmış, tayfası boğulup gitmiş, sonunda yolunu kaybedip sürüklenmiş ve bir sabah aydınlığında bilindik bir adaya ulaşmış bir korsan gemisinin, tahta bacaklı kaptanın, kumsala, sırt üstü uzanıp uyuması gibi. öyle yorgun öyle bitap. fakat o kadar keyifli, o kadar rahat. yine de ara sıra yüzünde gizli bir hesaplaşma belirip kayboluyor.
insanın kaderi alnına yazılıysa, kederi de yüzünde yazılı.
gece ilerledi. her yeri sessizlik bürüdü. ateş söndü sönecek, korlar köz oldu. yarasalar mağaralardaki yuvalarına döndü. ilerde kayalıklarda keklikler, mışıl mışıl… tan attı atacak. yıldızlar gözlerini yumdu. bozkırda herkes uyudu. sanki cümle âlem anlaşmış gibi. her şey uykuda. yalnız benim gözlerim açık. bir beni uyku tutmuyor. bir bana geceler haram. çünkü nereye gitsem oradasın. hangi kapıyı çalsam, sen açıyorsun. yer gök serabınla doldu.
hasretin her yerde..
(ağustos / kırşehir /bozkır)
Tahir Tarık Balıkçı
2 Yorum