puantiyesi hayatın
büyüyünce penguen olacağım sırtımda taştan oyulmuş çanta cebimde telaşlarla hıphızlı koşmam gerekecek ama adımlarım paytak ve kısa üstelik her yer
büyüyünce penguen olacağım sırtımda taştan oyulmuş çanta cebimde telaşlarla hıphızlı koşmam gerekecek ama adımlarım paytak ve kısa üstelik her yer
tam iki üç dört bin yıldır güvenli bir yer arıyorum kendime oraya buraya şuraya bakıyorum durmadan arıyorum hayır, burada da
yağmur henüz dindi ince gövdeli ağaca dokunma yazlık ayakkabınla yürü, su birikintilerini görünce dur izle üflemiş gibi az önce burnuyla
sırtını denize dönmüş dünyayı seyrediyor cebinde kedisi ölmüş arada kıpırdanıyor kolundaki uyuşukluğun kalbiyle ilgisi yok haylaz çocuk koşarak geçmiş sokaktan
geceleri turuncu puantiyeli taşra gündüzleri donuk bakışlı metropol adını sormayanlara otobiyografisini sunan kabuğunu seneye de giyecek kaplumbağa göğsünün daraldığını bilmiyorlar
İnsan sıkışmıştır. İyi ve kötü, güzel ve çirkin, doğru ve yanlış, az ve çok, kolay ve zor arasına. Geceyle gündüz,
Sular duruldu. Rüzgâr dindi. Yangın söndü. Avluda tek başına oturuyor. Önündeki masanın ve etrafındaki plastik sandalyelerin güneşten lekelenen yerlerine bakıyor.
Güneşin, perde aralığından gözlerime püskürttüğü ışıltıyla uyandım. Işıltı. Kelimeler, tercihler, bilinçaltılar… Üzerinde durmayacağım. Başımı biraz sağa ya da sola kaydırarak
“Bir iş oluncaya, biri gelinceye değin bir yerde kalmak, durmak. Süre tanımak, acele etmemek. Bir şeyi, bir kimseyi gözetmek, korumak,
Bugün serbestsiniz, istediğiniz resmi yapabilirsiniz. Öğretmeninin komutuyla, ellerini yanaklarından çekti, kafası boşluğa düşüverince utanıp zaten yapacağı şeyleri hızlı hızlı yapmaya
İki gün önce çamurlu yağan yağmurun mağaza vitrininde bıraktığı, hiyeroglifleri andıran izlere baktı. Kahve telvesine de benzeyen puantiyeli lekelerin ona