Saadet Hanım Dalmış Kuşlar Konmuş Üzerine

Saadet Hanım güç bela tırmandığı merdivenlerin ardından evine ulaştı. Kapısının önünde yaklaşık on beş saniye soluklandıktan ve kırk beş senedir yılın yaklaşık on ayı bozuk olan asansöre söylendikten sonra anahtar deliğinden zorla çekip çıkardığı anahtarlarını çantasına geri koydu, unutmamak için böyle tedbirler alır hep. Eve girince doğrudan salona geçip çantasını koltuğa koydu. Aslında portmantoya koyar ve evden çıkması gerektiğinde oyalanmadan alır çıkar ama şimdi hiç hali yok. Bir robotmuş gibi ağır ağır ve hiç düşünmeden koltuğa doğru yürüdü, yürürken çantası da bir organıymış gibi kolunda durmaya devam ediyordu. Çantasını koltuğa koydu ve tüm yorgunluğuyla çantasının yanına yığılıverdi. Yamulmuş bir çuval gibi öylece durup evinin alelade detaylarını izlerken aşınmış parkelere takıldı gözleri. Alışmışım, dedi. Bu eve geldiği ilk günlerde gözleri parkelerin aşınmışlığından başka bir şey görmezdi. Mutlaka değiştirmeliyiz, derdi, böyle yaşanmaz. Böyle yaşadılar kırk beş sene, sıra bir türlü parkelere gelmedi. Onun masrafı, bunun ödemesi, şunun telaşı derken geçiverdi yıllar, imkânlar el vermedi.

Bu apartmana taşındıktan iki hafta sonra kızı Zahide dünyaya gelmişti, nasıl küçüktü, nasıl masumdu, nasıl güzeldi sular gibi. Saadet Hanım, Zahide’yi kucağına aldığında yanaklarından art arda süzülen damlaların farkında değildi. Eşi Mehmet Bey’e bakıp “annem de böyle mi sevmiştir beni?” demişti kalbinin çatlayacağından korkarak. Mehmet Bey göz pınarlarını zorlayan damlaları yok saymaya çalışarak ve konuşursa sesinin titreyeceğinden çekinerek sadece gülümsemişti.

Zahide doğduktan üç yıl sonra İbrahim, İbrahim’den beş yıl sonra da Arzu katıldı aralarına. Saadet Hanım, Mehmet Bey’le tanıştığında başka kimseyi bu kadar sevemeyeceğini düşünmüştü. Sırasıyla Zahide, İbrahim ve Arzu da aynı şeyi düşündürdüler. Yıllar geçti öğrendi Saadet Hanım, sevdikçe kalbi genişleyecek.

Yerinden yavaşça kalkıp mutfağa geçti, buzdolabının kapağını açtı, biraz bakındıktan sonra ne yapacağına karar veremeyerek dolabı kapatıp mutfak masasına geçti. Masanın üzerindeki fanusu görünce kuşlara yem vermediğini hatırladı, hii dedi, açlıktan ölecek yavrucaklar. Fanusun yanındaki kutudan iki tane yem çıkarıp fanusa attı. Biri turuncu kuş için, biri de sarı. Onlara isim koymadı, onlara isim koymayı hiç düşünmedi, bir nedeni yok. Fanusa kafasını yaklaştırıp suda parçalanmakta olan yemlere baktı. Minik kanatlarıyla kuşlar yem parçalarına doğru uçuşurken aniden bir şey hatırlamış gibi yerinden kalktı. Tekrar buzdolabının karşısına geçip akşama ne yapacağını düşündü. Yalnızken canı hiçbir şey yemek istemiyor. Mehmet Bey vefat etmeden ve evlatları başka şehirlere saçılmadan önce ne güzel sofralar kurardı özenle ve dualarla…

Dolabı tekrar kapattı. Sepetten iki tane patates alıp soymaya başladı. Patates kabuklarını çöpe atacağı sırada tezgâhın üzerinde günlerdir bekleyen bayat ekmekleri fark etti. Ellerindeki kurumaya başlamış nişastayı değdirmemek için dirseğiyle perdeyi aralayıp balkonu kontrol etti, birazdan gelir balıklar. Ellerini yıkadıktan sonra patatesleri haşlanmaları için ocağa koydu. Bayat ekmekleri balkona getirdiğinde gökte süzülen balıkları gördü, gülümsedi. Onlar için ayırdığı çiçeksiz saksının toprağı üzerine ekmekleri ufaladı, Saadet Hanım’ı fark eden balıklar kıvrıla kıvrıla ekmeklere doğru geldiler. “Şifa olsun yavrularım, yarın yine gelin emi.”

Mutfağa geri döndüğünde patatesi ocaktan aldı, yanına kahvaltılık bir şeyler çıkarıp masaya geçti. Sandalyesine oturmuştu ki fanusu fark etti, hii dedi, açlıktan ölecek kuşlarım, ne çok unutur oldum. Yem kutusuna uzanıp içinden iki minik yem çıkardı, biri turuncu kuş için, biri de sarı. Minicik yemler suda daha da minik parçalara bölünürken Saadet Hanım da karnını doyurdu. Yemeğini yalnız yemediğini düşündü böylece.

Bulaşıkları yıkadıktan sonra fanusu da alıp salona geçti. Orta sehpanın üzerindeki sudoku dergilerini kenara iterek fanus için yer açtı. Bir yandan da söylendi Zahide’ye, bir de bu dergiler çıktı. Dergileri Zahide getirmişti son ziyaretinde, demansı geciktiriyor demişti, ihmal etme anne mutlaka çöz bu bulmacaları. Saadet Hanım hoşlanmazdı bulmaca çözmekten, hele ki sudoku. Mehmet Bey yaşasa beraber çözerlerdi belki ama böyle bir başına, sınava hazırlanır gibi… Televizyonu açtı, izleyecek hiçbir şey yoktu, bir haber kanalı açıp dünyanın felaketlerine şahitlik etmeyi de hiç istemedi. Rastgele bir kanalda rastgele bir programa hipnoz olmuş gibi bir süre baktıktan sonra televizyonu kapattı. Televizyon kumandasını koymak için sehpaya uzandığında kuşlarını gördü, hii dedi, mutfağa koştu. Ölecek yavrularım. Mutfak masasının üzerinden yem kutusunu alıp salona geldi, iki minik yemi fanusa bıraktı. Biri turuncu kuş için, biri de sarı. Kuşları kurtarmış olmanın gönül rahatlığıyla gülümsedi. Biraz sonra da pijamalarını giyinip dişlerini sol eliyle fırçaladıktan sonra, bu da Zahide’nin verdiği görevlerden, huzurla uyudu.

Saadet Hanım sabah uyandığında fanusun yüzeyinde kıpırtısız duran kuşları bir süre fark etmeyecek. Gündelik yaşantısını ikindiye kadar sürdürdükten sonra elindeki toz bezini aniden fırlatıp “hii” diyecek.

Not: Bu hikâyede balıklar uçmaya ve kuşlar yüzmeye zorlanmıştır. Pek çoğumuzun hikâyesinde olduğu gibi.

 

Şadiye Sare Kaplan

 

 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Deniz , 09/05/2025

    Not kısmındaki açıklamayı biz okurlara bıraksaydınınız daha çok sevecektim. Elimden tutup götürülmüş hissettim.
    Edebifikir okurlarına güvenmelisiniz :)

  • Ben ne yapıyorum? , 09/05/2025

    Bu hikayede mesele balıklar ve kuşlardan ziyade, demans hastası bir kadının yalnızlığı. Allah yalnız bırakılmaktan da yalnız bırakmaktan da korusun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir