Düşünce Dünyamızda Babanzade Ahmet Naim ve Felsefesi

Künye: Düşünce Dünyamızda Babanzade Ahmet Naim ve Felsefesi, Emin Üzümcü, Fecr Yayınları, 1. Baskı, 2025-Ankara.

***

* Ahmed Naim, tarihi ve milli hatıraları övmenin insanı ciddi surette yanıltacağını ve hurafelere düşüreceğini savunarak Yahya Kemal ile yaptığı münakaşadan on yıl kadar sonra onunla karşılaştığında, Yahya Kemal’in deyişiyle, müminlere yakışır bir samimi bir üzüntüyle kusurunun bağışlanmasını dilemiş ve böylece onu hayretler içinde bırakmıştır. O, meziyetlerini gizleme, düşmanının bile değeri varsa o değeri tanıma, dostlarını onların gıyabında da sevme meziyetlerine sahiptir. “Sorulmazsa malumatını söylemeyen”, “dinlemesini bilen”, “sözü senet teşkil eden” güvenilir adam özellikleriyle Mehmed Akif’in “ashaptan sonra en sevdiği kişi” olan Ahmed Naim’in İslam’a bağlılığı tamdır. (Sayfa 22)

* TBMM’de alınan karar üzerine Diyanet, hadis kitabı olarak Ahmed b. Ahmed ez-Zebidi’nin (ö. 893/1488), et-Tecridu’s-Sarih li-Ahadisi’l-Camii’s-Sahih adını verdiği Buhari muhtasarını tercüme etmeye karar vermiştir. Bu eser, daha kolay istifade edilmesi amacıyla Buhari’nin el-Camiu’s Sahih’inin sadece merfu hadislerini, senet ve tekrarlarından arındırarak toplamış olup 2230 hadis ihtiva etmektedir. Türkçe tercüme ve şerhi 12 cilde baliğ olan eserin Ahmed Naim tarafından tercüme edilen kısmı mukaddimeyle birlikte üç cilttir. (Sayfa 28)

* Onun vefatıyla ilgili dostu Muallim Cevdet şunları söylemektedir: “Fatih camiinden Edirnekapı’daki ebedi çukuruna götürülürken sekiz on dostundan başka ilmi ocaklardan kimsecikler yoktu. 35 yıl hocalık etmiş birkaç bin talebe yetiştirmiş, şark felsefesinde tetkikat yapmış, garp âlimleriyle her vakit savaşmaya kadir, bir felsefe koleksiyonunu ilk defa bütün Türkçeye çevirebilmiş kıymetli üstadın böyle bir ihmale layık görülmesi yürekleri yaktı. Dikkat ettik merhumun cenazesinde ne üniversiteden ne büyük mekteplerden, ne vilayetten ne halkevlerinden resmen kimsecikler yoktu!” Onun maruz kaldığı bu tutum ve davranışlar ne yazık ki ilmi, bilimsel gerçeklerle veya kötü bir insan olmasıyla ilgili değildir. Ona bunu reva görenler bunu çok iyi bilmektedirler. Ne yazık ki resmi ideolojiden korkuları onları hakikati ifade etmekten alıkoymuştur. (Sayfa 29)

* İsmail Kara, Babanzade Ahmed Naim hakkında şunları söylemektedir: (…) Hazırladığı iki cildi basılan Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi çalışmalarını sürdürürken 13 Ağustos 1934’te Vefa Karakolu karşısındaki evinde öğle namazını kılarken secdede vefat etti. Zaten kalp rahatsızlığı vardı ve tercüme sırası hasta namazına gelmişti. Mısır’da iken vefat haberini alan yakın dostlarından Mehmet Akif’in , “Naim’in vefat haberi üzerime dağ gibi yıkıldı, hanümanım yıkıldı da altında kaldım gibi oldum” dediği rivayet edilir. (Sayfa 30)

* Babanzade Ahmed Naim, İslam felsefesi ve batı düşüncesi arasında bir sentez kurmaya çalışmıştır. Batının bilimi ve doğunun irfanı birleşmelidir. Geleneksel İslam düşüncesi ve modern batı felsefesi uyumludur. Onun düşüncesinin temel kaynakları Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in sünnetidir. Felsefi hiçbir hakikat vahye aykırı olamaz. O, düşüncelerini temellendirme noktasında her zaman ayeti kerimeler ve hadisi şeriflerden hareket eder. İslam vahyinin ifade ettiği hakikatler, İslam düşüncesinin berraklığında kendisini göstermiştir. (Sayfa 49)

* Ona göre felsefe hikmet demektir, teemmül (düşünme) demektir, tefahhus (derinlemesine araştırma) demektir. Filozof, meseleleri derinlemesine düşünüp, titiz bir şekilde araştırarak meselenin künhüne vakıf olan kimsedir. Ahmed Naim kadim zamanlarda felsefe ve ilim kelimelerinin birbirinin müteradifi olduğunu aynı anlama geldiğini söyler. Bir zamanlar felsefe denilince ilim/bilim, ilim/bilim denilince felsefe anlaşılmaktadır. (Sayfa 52)

* Felsefenin konusu insan (Marifetü’n Nefs) ve Allah (Marifetullah)’tır. Felsefenin konusunu bu şekilde belirledikten sonra ikili bir tasnide tabi tutar. Bunlar felsefe-i nefs-i natıka ve felsefe-i ula’dır; insan ruhunun felsefesi ve ilk felsefe. Ahmed Naim, Aristocu bir yaklaşımla ilk ilke ve sebeplerin belirlenmesi gerektiğini düşünür. O, ilk ilke ve sebepleri inceleyen ilk felsefe veya metafiziğin konusu Allah’tır. Ahmed Naim’e göre ilk sebep Allah’tır. Allah zorunlu varlıktır. Özü itibariyle vardır. Varlığı var olmak zorundadır. Tüm ilk sebep ve ilkelerin vardığı ortak sonuçtur. Aristoteles’in de Metafizik adlı eserini “Teoloji” olarak isimlendirdiğine dikkat çeken Ahmed Naim, metafiziğin birçok alt dalı olmasına rağmen en yüce ve hakim noktasını Zorunlu Varlık’la ilgili kısmının oluşturduğunu ifade etmektedir. (Sayfa 58)

* (…) Ahmed Naim’in şu cümleleri -sadeleştirilerek- iktibas edilmeyi hak etmektedir: (…) Hegel, “İnsanın hayvandan farkı, hayvanın dinsiz olmasındadır” diyor. Diğer taraftan denilebilir ki, insan, tanrılık düşüncesinden sıyrıldığında eksik kalmaktadır. Yetkin olması, kendi eksikliğini örtmesi, tanrılık düşüncesi sayesindedir. Bundan dolayıdır ki, eski zamanlardan bu çağa gelinceye kadar hangi felsefi ekol araştırılırsa araştırılsın, çözüme kavuşturulmaya çalışılan meselenin “İnsan nedir?” ve “Allah nedir?” sorularında kendini gösterdiği görülebilir. Bu sebeple felsefenin yukarıda verilen tariflerini basit bir ifadeye indirgeyerek -Bossuet’yi takiben- “Allah’ı ve ruhu bilme” yahut “Allah’ı bilmeye giriş olma açısından ruhu bilme” şeklinde tarif edebilir.” (Sayfa 58)

* (…) batıda yükselişte olan pozitivist düşünce Osmanlı aydınlarını da etkilemiştir. Ahmet Naim, batıda bu düşüncenin yükselme sebebini Hristiyanlığın tahrif edilmişliğine bağlamaktadır. Batılı aydınlar ilerlemenin önünde bir engel gördükleri din ile aralarına mesafe koymuşlardır. Ahmen Naim’e göre bu bir yanılgıdır. Çünkü Hristiyanlığın içinde bulunduğu durum ile İslam’ın pozisyonu aynı değildir. İslam aklı önceleyen bir yapıya sahiptir. Ahmed Naim, dini naslar ile akıl çeliştiği yerde dini nasların yeniden yorumlanması gerektiğini söyler. Ona göre selim akılla din her zaman aynı hakikatleri ortaya koyar. (Sayfa 64)

* Kindi’nin ahlak anlayışı, Aristoteles’de olduğu gibi, orta yol üzerine kurulu bir anlayıştır. Buna göre insan her türlü davranışta orta yolu takip etmelidir. Kindi’ye göre insana ait güzel huylar, önce insan nefsinde, hikmet (bilgelik), necdet (yiğitlik) ve iffet olarak ortaya çıkar. Bu güzel huylar sonradan, bu nefsin fonksiyonu olarak insan bedeninde davranış haline gelir ki; bu da adalettir. (Sayfa 72)

* İbn Sina aklın pratik bölümünün ahlak olduğunu belirtir ve onu “Bir düşüncenin öncelemesi olmaksızın kimi fiillerin nefisten kolaylıkla meydana çıkmasını sağlayan bir meleke” olarak tanımlar. Başka bir ifade ile ifrat ve tefritten uzak “Ortada olan” huyun, insan nefsinde meleke haline gelmesidir. (Sayfa 73)

* Batılı düşünürlerden özellikle Kant’a göre, mükemmel, tam bir ahlaktan bahsedebilmemiz için kişinin ödül beklentisi veya ceza korkusu olmadan tamamen ödev bilinç ve sorumluluğuyla ilgili fiili yerine getirmesi gerekir. Babanzade Ahmed Naim bu düşüncenin tam olarak İslam’ın istediği ve inşa ettiği sorumluluk bilinci ve ahlak düşüncesi olduğunu ifade eder. (Sayfa 78)

* Eski ve yeni felsefede ahlak için belirlenen en önemli prensibin “ihtiyar/hürriyet (liberte)” olduğunu ifade eder. Kader meselesine de bu açıdan bakmaya çalışır. Müslümanların kadere iman ettikleri için tenkid edildiklerini oysaki bunun doğru anlaşılmadığını ifade eder. Ahmed Naim’e göre İslam’ın iman esası kıldığı kader Cebriyeci bir anlayışla iradenin tamamının devre dışı bırakıldığı bir inanç değildir. Müslümanlar irade ve hürriyet meselesini büyük bir titizlikle irdelemiş ve nihayetinde felsefe ile dini bir araya getirerek barıştırmışlardır. (Sayfa 88)

* Ahmed Naim’in felsefi düşüncesinin özeti şudur; insan temiz fıtrat üzerine yaratılmıştır. Dolayısıyla selim akıl hakikate ulaşabilir. Ancak bu, halk kitleleri için geçerli değildir. Hakikat arayıcısı olarak filozof kendi çap ve derinliği mucibince hakikate ulaşır. Batılı filozofların uzun yıllar düşünerek ve büyük bedeller ödeyerek ulaştığı hakikatler İslam vahyinde hali hazırda bulunmaktadır. Dinin ortaya koymuş olduğu hakikatlere tabi olmak toplumsal güven ortamını tesis edeceği gibi insanı tüm iç sıkıntılarından ve bunalımlarından da kurtaracaktır. (Sayfa 111)

 

Edebifikir    

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir