Kurbağalara bakmaktan geliyorum, dedi Yakup
Bunu kendine üç kere söyledi
Onlar ki kalabalıktılar, kurbağalar
O kadar çoktular ki, doğrusu ben şaşırdım
Ben, yani Yakup, her türlü çağrılmanın olağan şekli
Daha hiç çağrılmadım
(Edip Cansever)
Yakup. Ellerini birleştirip dizlerinin arasına almış, sırtını kamburlaştırmış, dalgın dalgın masadaki su şişesine bakıyor. Etraftan öğrenciler geçtikçe su kıpırdanıyor şişede, masaya çarpan olursa şişe de kıpırdanıyor. Gözlerini şişeden, sudan, kıpırtılardan ayırmadan dakikalarca düşünüyor. Göz kapakları dışında baştan ayağa hareketsiz. Zil çalınca Arda geliyor. Cup. Zihninin derinliklerindeki sığ gölete bir taş, kurbağalar dört bir yana kaçışıyorlar. Bir tanesine dikkat kesilecek oluyor ama Arda gözlerine bakıyor. Yakup da Arda’nın gözlerine bakıyor. Yine aynı şeyi soracak. Yakup bu defa kızacak gibi olacak, yine kıyamayacak.
Ne oldu Arda? Öğretmenim, ayakkabımı çıkartabilir miyim? Hayır oğlum. Ama öğretmenim… Ayakkabılarımızı evde çıkartıyoruz Arda, yerine geç. Öğretm… Arda yeter artık, yerine.
Öğrenciler yavaş yavaş, hızlı hızlı, sakin sakin, kavgalı gürültülü yerlerine geçerken Yakup göz ucuyla göletine bakıyor, durulan su içini rahatlatıyor, dersini anlatabilecek.
Teneffüs zili çalınca yine masasına geçiyor, bugün bahçeye çıkmak istemiyor canı. Sandalyesine oturup sınıfa bakıyor. Sınıfta birkaç öğrenci var, biri Arda. Kendisi dışında herkese rahatsızlık veriyor. Birinin yanından geçerken omuz atıyor, diğerinin kalem kutusunu düşürüyor güya yanlışlıkla, ötekinin saçlarına takılıyor eli… Yakup sınıfa bakıyor, sınıftakiler olanları görmediğinin farkındalar, ses etmiyorlar.
Annesi Yakup’tan neden özür diledi? Son zamanlarda gayet durağandı ilişkileri, iyi denmese de özür dilenecek bir durum yoktu ortada. Var mıydı? Şu ana kadar içine dert olanları düşündü, annesi pek umursamazdı, umursayacağı mı tuttu acaba? Hasta filan mıydı ya da? İyileşmesi zor bir hastalığın pençesinde tüm olanlar ve olmayanlar için vicdan mı yaptı? Özledi mi? Özler mi?
Yakup bu okula atanalı dört yıl oluyor. Bir kez olsun sebepsiz aramadı. Şimdi böyle… Gerçi annesi bu dört yılın öncesinde ve hatta tüm ömrü boyunca da mecbur kalmadan konuşmadı Yakup’la. Bunun kendisine özel bir tavır mı yoksa annesine özel bir durum mu olduğunu düşünmeyi bıraktı aslında. Bırakmıştı ki annesi aradı, özür diledi.
Tekrar ders zili çalıyor. Gözlerini sınıftan ayırıp kapı aralığından koridora bakıyor, kapının önünden Yağmur geçiveriyor gülümseyerek, buna hazırlıksız yakalanıyor. Nasıl unutur, bugün Yağmur nöbetçiydi bu katta. Onu görünce üzerindeki ölü toprağı silkeleniyor, dersini daha istekli anlatacak, hem belki diğer teneffüste… Neyse.
Yağmur. Yakup’tan birkaç ay sonra geldi okula, resim öğretmeni. Simsiyah saçları var uzun, dalgalı. Genelde çiçekli elbiseler giyer ve her zaman harika yüzükler takar. Kâğıtları, bahçe duvarlarını, koridorları süsleyen elleri her zaman süslüdür. Onun narin ellerine, tatlı sözlerine, parlayan gözlerine bakıp kolay lokma sanırsanız aldanırsınız. İsteyip yapamadığı bir şey olmadı bugüne kadar, en azından Yakup’un bildiği kadarıyla. Önce olmaz dediğiniz ne varsa bir bakmışsınız tamam demişsiniz. Bir daha bakmışsınız olmuş bile, yeter ki istesin. Bütün okulu, hatta kasabayı çiçeklendirdi üç yılda. Belediye ve okul idaresiyle görüşmeler yapıp, duvarlara resimler çizdiler, parklara-bahçelere çiçekler ektiler öğrencileriyle, yani gerçek anlamıyla da çiçeklendirdi. Yakup da hep onu izledi. Ama uzaktan. Yaklaşamaz çünkü, korkar. Gidecek sanır yaklaşırsa.
Meryem. Kabanının düğmelerini ilikleyip atkısını boynuna doladıktan sonra eldivenlerini giydi. Portmantodaki çantasına uzanırken boy aynasında kendini gördü. Gözlerine baktı önce, sonra ellerini karnına koydu. İşaret ve başparmaklarının birleşimiyle oluşan yamuk kalbe baktı. Bir süre baktı. Sonra sessizce ve kararlılıkla söyleyiverdi, hayır seni istemiyorum. Yakup bunu hiç bilmeyecek, yamuk kalbi neden bazen burkuluyor hiç bilmeyecek.
Yağmur’u tekrar görme umuduyla dersi daha istekli, daha neşeli anlattı, Arda’nın taşkınlıkları ve tekrarlayıp durduğu soru bile bozmadı neşesini. Yalandan kızdı birkaç defa, yalandan olduğunun bütün sınıf farkındaydı. Zil çalınca dolabından iki bardak alıp çay ocağına çıktı. Bardaklardan biri Yağmur için. Giderken ve sınıfa dönerken karşılaştığı tüm öğretmen ve öğrencilere gülümsedi. Sınıfın önüne geldiğinde biraz bekledi, koridora bakındı ama Yağmur yoktu. Ders zil çaldı. Biraz daha bekledi, yok. Sınıfa girdi.
İki bardağı da masanın üzerine koydu. Tahtanın önünde durup sınıfın susmasını bekledi. Susanlar susmayanları bazı işaretler ve küçük temaslarla uyardıktan sonra herkes Yakup’a bakıyordu artık. Bu derste serbest olduklarını, sessiz olmak şartıyla istediklerini yapabileceklerini söyledi. Tüm sınıf sevinçle kıpırdandı önce, Yakup’un kollarını bağlamış kendilerine baktığını görünce fısıltılar başladı. Yeterli durgunluğu sağladığından emin olunca sandalyesine oturdu. Önce sessiz sınıfa, sonra masanın üzerindeki kıpırtısız çaylara baktı. Şimdi durgun göletindeki kaçışmayan kurbağalardan dilediğine dikkat kesilebilirdi.
Annesi neden özür diledi? Neden hiçbir şey açıklamadı, sadece özür diledi? Gerçi ağlıyordu galiba, sesi titriyordu, nefesi kesilip duruyordu, uzun uzun anlatacak hali yoktu. Ağlıyordu. Annesinin bu hali Yakup’u neden endişelendirmedi?
Odasında bir başına oturup annesine küstüğü zamanları düşündü. Aynı anıdan o kadar çoktu ki zihninde, herhangi birini seçti. Düşündükçe içe büküldü omuzları, kafası öne eğildi. Annesi için endişelenmeyişine üzüldü en çok. Hak verdi çünkü kendine. Kızdı da bir yandan hem kendine hem annesine.
Yine Arda. Masanın önünde, Yakup’un gözlerine bakıyor. Yakup henüz farkında değil. Derken yanından geçen başka bir öğrenci Arda’ya çarpıyor, o da masadaki bardaklara. Cup. Bu defa hiçbir taş hiçbir kurbağayı ürkütmüyor. Dökülen çaylardan yavaşça kaldırıyor başını Yakup, çarpan öğrenciye bakıyor, özrünü kabul ediyor. Arda’yı fark edince birden sinirleniyor. Yerinden hızla kalkıyor, sınıfın fısıltıları azalarak bitiyor devrilen sandalyenin yankılanan sesiyle. Kimse onu böyle görmedi daha önce. Aynı soru, üstelik bu defa eğilmiş Arda, ayakkabılarını çıkartmak üzere. Kızıyor Yakup, bağırıp çağırıyor, herkes suspus ona bakıyor. Arda ağlıyor.
Zil çalıyor ama öğretmenlerinin kendilerine de kızacağı korkusuyla kıpırdayamıyor sınıf, Arda bir yandan ağlıyor bir yandan ayakkabısını çıkarmaya uğraşıyor, Yakup olanca öfkesiyle bağırıyor. Sınıf kapısına üç kez vuruyor biri, Yakup üçünü de duymuyor bağırmaya devam ediyor. Kapı açılıp koridorun gürültüsü sınıfa yayılınca, tüm sınıf ve Yakup kapıya bakıyorlar. Yağmur. Her zamanki gülümsemesi yok yüzünde, Arda’ya bakıyor. Arda ayakkabısını çıkarıp ters çeviriyor, ayakkabının içinden düşen bezelye tanesi kadar taş zemine çarpınca Yakup irkiliyor, gözlerini Yağmur’dan ayırıp o da Arda’ya bakıyor. Yaşlı gözlerine, titreyen ellerine, boşlukta kalan ayağına, topuğu parçalanmış çorabına, çoraptaki kahverengimsi kırmızılığa.
Şadiye Sare Kaplan
4 Yorum