henüz küçük bir çocuktum. küçük bir çocuktum ırmağın kenarında. büyük bir kayanın üzerinde dolaşıp duruyordum gecenin karanlığında. kadınlar… köyün kadınları çekip gitmişlerdi kap kacaklarını toplayıp. toplayıp bakraçlarını… toplayıp götürmüşlerdi de evlerine karanlık çökmüştü. bilmiyorum. bilmiyorum neden bu kayanın üzerindeydim. neden annem beni aramıyordu. bilmiyorum. daha küçük bir çocuktum. bir kayanın sivri ve kaygan ucunda gezip duruyordum. içimden bir ses, “atla! suya atla! ırmağa atla!” diyordu. neden? neden, böyle bir şey diyordu, bilmiyorum. gidip gelip dolaşıyordum bir kayanın sivri ucunda. ölsem! ölsem! ırmak beni götürecek. biliyorum. biliyorum, ırmak beni götürecek. çavlana götürüp … ama bilmiyorum ne olacak. yalnızca… yalnızca dolaşmak, dolaşmak bir kayanın bittiği yerde. ırmağa düşe yazmak… çekiyor ırmak beni. çekiyor kendine. korktum, korktum ama sevdim, sevdim bir uçurumun kıyısında gezmeyi. hep sevdim. sen o zaman uzaklardaydın. tarlalardan, dağlardan, ovalardan, köylerden uzaklarda. yalnız… yalnız başıma küçük bir çocuktum ırmağın kenarında. bir kayanın üzerinde. atlayı versem… ayakkabılarım yeni, gıcır gıcır. üstümde elbiselerim güp güzel. küçük bir çocuktum. ırmak beni gönlümden tutmuş, habire kendine çekiyordu. gittim geldim. gittim geldim. kayanın sivri ucuna. düştüm düşeceğim. düştüm düşeceğim. düşüyorum. düşüyorum derken, bir el, bir el.. senin elin. senin o mübarek elin. göğsüme, göğsüme dayandı. yıllar sonra, nice yıllar sonra, öptüm o güzel ellerinden. hiç unutmam. tuttun beni, ben küçük bir çocuktum o zamandan beri! sevdim seni. seni… kimse bilmez. o günden beridir ruhum dolaşır. dolaşır geceleri. dolaşır ruhum. kimseye anlatamam. kış geceleri kurtlar gelip köyün tepelerinde ulurken, ruhum çıkar gider görür onları. görür, korkar, gelir yatağıma girerim. sarılırım yorganıma. korkarım. korkarım anneme bir şey olur diye, fakat kimse bilmez. bilmez. ruhum çıkar dolaşır sokakları, bağları, bahçeleri, ırmağı… kuzuları ve balıkları dolaşır durur himmetinle. bir gün annem, bir çocuk boğulmuş, boğulmuş ırmakta, dedi. korktum, korktum. ruhum çıktı gitti. gittim baktım, ırmağa. yok. çavlana baktım. yok.
bulamadım. ırmağın gittiği yere gittim baktım. baktım ırmağa. çocuk sırt üstü uzanmış ırmağa, ayakları açık, kolları açık. gelinlik çağdaki bir kızın yatağa sırt üstü uzanması gibi tatlı. ırmak sürükleyip götürüyor. yüzünü. yüzünü yıkayıp, sarı saçlarını tarayıp. ırmak götürüyor onu kollarında. gördüm. gördüm ama bir şey yapamadım. diyemedim de. diyemedim, annem korkar diye. diyemedim, insanlar ben deli zanneder diye. diyemedim hiç kimseye. geldi jandarmalar. geldi yukarı köyün kadınları. ırmak boyunca dizilip ağıt yaktılar. dizlerine vurup. erkekler kayalara yaslanıp, ağaç diplerine çöküp kaldılar. cigaralarını yakıp. jandarmalar dolaşıp duruyorlar ırmağın kenarında. günlerdir dolaşıp duruyorlar. kadınlar… kadınlar… avazı göğü sarmış, ağlayıp duruyorlar… akşam olunca da çekilip gidiyorlar patikalardan. ırmağı terk edip gidiyorlar. erkeklerle beraber römorklara dolup yukarı köye götürüyorlar ağıtlarını. hâlbuki görüyorum işte. ırmak… günlerdir… günlerdir sürükleyip götürüyor. götürüyor kollarında öpücüklerle. getirip bir kıyıda… bir kıyıda bıraktı sonunda. yumuşacık kumların üstüne. oysa kadınlar yorulup gitmişlerdi evlerine. gelmiyorlardı. gelmiyorlardı. yalnız… yalnız annesi çocuğun… bir de jandarmalar. jandarmalar ırmağın en aşağısına… günlerce, günlerce aşağısına gitmişlerdi. çocuğun annesi hâlâ burada bir taşın üstünde oturuyor. oğlunun ırmağa düştüğü yerde. kucağında, evden getirdiği elbiseler.
dudağı kıpırdıyor. bilmiyorum. dua mı ediyor yoksa ırmaktan oğlunu mu istiyor. oturduğu yerde hafif hafif sallanarak. belki de ninni söylüyor. bilmiyorum, bilmiyorum.
işte ben bu kayanın üzerindeyim. o da burada oğlunun suya girdiği yerde. jandarmalarsa hâlâ arayıp duruyorlar. arayıp duruyorlar ve uzaklara doğru gidiyorlar. fakat işte işte görüyorum. orada. orada kumların üstünde. ırmak ara sıra, kabarıp kabarıp, gelip yüzünü yıkıyor. onun yüzünü ve saçlarını. güzel güzel yıkıyor. sarı saçlarını tarayıp. tarayıp. ben yine o kayanın üzerindeyim. o kayanın en sivri yerinde. annesi… annesi de burada işte. iki eli böğründe. jandarmalar yaklaştılar. yaklaştılar onu bulmaya. oh! tertemiz. çocuk. bozulmamış hiçbir yeri. çavlan bile sevmiş. sevmiş, basmış onu bağrına. ırmak, dudaklarını öpe öpe, yüzünü okşayarak ve saçlarını tarayarak. severek götürmüş onu. belki de kurtarmak için. bütün bu çirkinliklerden. tertemiz. tertemiz bir çocuğu… bir çocuğu alıp koynuna… alıp koynuna saklamak için. insanların ve dünyanın… kötülüklerinden… almış onu saklamış. saklamış annesi için. almış götürmüş. annesi üzülse de. üzülse de. sabretse. sabretse güzel olacak. biliyorum. biliyorum işte. ırmak almış onu götürmüş. yine de söyleyemiyorum. sonra, sonra bir haber çıkıp geliyor. uzak. uzak yerlerden. jandarmalardan. köylerden. tarlalardan. dağlardan. yabani atların su içtiği kaya oyuklarından. bir ses. bir haber seke seke geliyor. ırmağın kıyısında bir ikindi vakti. bulmuşlar çocuğu. o zaman… o zaman… kadın kıpırtısız duruyor. artık dudakları oynamıyor. ileri geri sallanmıyor sıska bedeni. yavaşça. sırtını ırmağa dönüp… dönüp sessizliğe… sessizce çekiliyor, ağlamaksız ve feryatsız. hıçkırıksız. ki boğazı düğüm düğüm… kucağında oğlunun elbiseleri. çekilip gidiyor başına toplanan insanların içinden. çekilip gidiyor jandarmaların ve köylülerin içinden. çekilip gidiyor utanınca annesinin eteğiyle yüzünü kapatan köy çocuklarının içinden.
çekilip gidiyor. çekilip gidiyor ırmaktan, patikalardan, köylerden, dağlardan, ovalardan. çekilip gidiyor. ayağını kanatan dikenlerin içinden. çekilip gidiyor.
köylüler saygıyla başlarını eğiyorlar. bir jandarma gidip ağaçların arkasında ağlıyor sessizce. bir de ben ağlıyorum. hâbuki ben küçük bir çocuğum. buna gönlüm nasıl dayansın.
şimdi… şimdi… yıllar geçti. şimdi ben… o kadınının oturduğu taşın üstün de oturuyorum. sen gittin. annesi ırmağı düşmüş bir çocuk gibi bekliyorum.
(temmuz / kars / ermenistan sınırı)
Tahir Tarık Balıkçı
1 Yorum