ı.
Âlemin ruhu ruhuma değdi. Çünkü henüz çocuktum ve kalbim temizdi. Kalbim temizdi çünkü güneşte ve ırmakta yıkanmıştı. Ipıslak elbiselerle, sıcacık kayaların üzerine uzanıp uyuya kaldım. Bir kız beni öptü ve uyandım. Uyandım bir erkek olarak! Yıkandım derin durgun sularda. Köyün kadınları eteklerini toplayıp bellerine sardılar. Sardılar bebelerini çaputlarla ve sırtlarına bağladılar. Küme küme karaltılar halinde ırmağa geldiler. Geldiler Havva ananın kızları. Yıkandı köyün bütün kirli çamaşırları! İkindi vakitlerinde yılanların; akşam çökerken perilerin su içmeye indiği ırmakta… Yıkandı kap kacak kumla, çakılla. Kirli çaputlar… Yağlı tabaklar… İsli kazanlar… Öpülesi eller… Annemin elleri… Annemin elleri… Annemin elleri… Irmak.
II.
Ağustos sıcağında, tarlalarda… Pazuları şişip şişip gevşeyen adamlar… Başı var sonu yok; gün. Başı var sonu yok; ağustos. Başı var sonu yok; tarlalar. Adam boyu buğday başakları… Dağ gibi ekin… Tırpanlaya tırpanlaya yerlere seriyor başakları, vücutları terli adamlar… Vücutları terli adamlar, yani köylüler, yani yüzü buğday renginde adamlar. Yani gönülden sevip gözünün içiyle, dudaklarının kenarıyla gülen adamlar. Yani cıgarası bıyığını sarartmış adamlar, yani tarlalarda, su kenarlarında, ağaç altlarında, kaya diplerinde; ceketini serip, kasketini ters çevirip secdeye giden adamlar. Yani çatlamış avuçlarını göğe açıp; su isteyen, buğday isteyen, çocuk isteyen, rahmet isteyen, bolluk isteyen bereket isteyen adamlar. Köylüler, yani rençberler, yani Adem babanın oğulları… Yani “Bismillah” deyip doğrulan, gayret edip sabreden adamlar. Yani bir ananın çocuğunu dizlerine yatırması gibi, ekinleri ayaklarına yatıran adamlar… Ağustos bitince; tırpanlarını omuzlarını alıp eve dönerken, dağ gibi görünürler uzaktan.
Güneş, buğday ve toprak… Babamın elleri… Babamın elleri… Babamın elleri…
III.
Gurbetteyim, gurbet işçisiyim. Fabrika işçisi. Çarklar dönüyor. Dönüyor miller. Mamul yayılır bantlara paytak paytak. Gider gelir, dişliler arasında bakımcılar. Üstü başı yağ içinde. Gider gelir işçiler, üstü başı kir pas içinde; gözleri yorgun, gözleri sis içinde. Gece vardiyasının işçileri… Günsüz güneşsiz işçiler… Dağılırlar darma duman. Ellerinde poşetler. Dağılırlar evlerine. Karıları bekler onları, çocukları bekler. İşçiler habire akrilamid taşır evlerine. Trans yağlar, doymuş yağlar taşır. Kucak kucak kanserojen götürürler karılarına. Çirkinleşir gitgide karıları, çocuklarının gülüşleri gitgide yapmacıklaşır. Karılarına ve çocuklarına baka baka çirkinleşir ve yapmacıklaşır işçiler. Her vardiya bitiminde dağılırlar şaşkın şaşkın. Dağıldım bende onlarla beraber! Kent merkezine kadar yürüdük. Köprüye gelince durup parmaklıklardan aşağı baktım. Baktım; aşağıda, ince-cılız, pis, petrol rengi bir su akıyor. Oturdum kaldırıma. Ellerime baktım. Gres yağı… Sentetik boya… Kir…
Ellerim… Ellerim… Güneşsiz ve ırmaksız ellerim…
Tahir Tarık Balıkçı
3 Yorum