Kabuk ve Yara

Yaranın, onu zamanla, yavaş yavaş tazeleyip onaracağını bilsem de kabuğu hafifçe kaldırdım. Korkarak ve korkunun verdiği ürpertiden haz duyarak yaranın sıcaklığını sağaltan direnci aradım.

Fransa’da kavurucu sıcaklar 138 bin 522 can aldı.

Yara ve kabuğun kesiştiği kirişten yalnız benim duyabileceğim bir ses işittim. Enikonu zorladım, yara, uygun eğimi bulunca birkaç santigrat daha ısınmış olmalı. Uzman bir cerrah marifetiyle, kabuğu yukarıya doğru kaldırdım. Acıya ne denli dirençli olduğumu görünce baskının şiddetini arttırdım. İçten içe sevindim. Altından neler çıkacağını az çok kestirebiliyordum. Akmayı unutmuş, pıhtılaşmak için yalvaran gözlerle kan, gözlerini üzerime dikmişti.

Ukrayna’ya göre Rus ordusunun kaybı 49 bini geçti.

Kabuk ve yaranın, ikinci sınıf işlerde çalışıp ağır bedeller ödedikten sonra, etimden oturma izni almış, tende iğreti duran yepyeni formları olduğunu düşündüm. Kabuğun, bedenimden ayrılsa bile benden ayrılmayacağını adım gibi biliyordum. Şimdilik, beraberdik. Özenle sakladığım yara berbat görünüyordu, en az dört parmak genişliğinde, bileğime doğru uzanan kurumuş irin ve iltihap; sınırları yeniden belirlenmiş eski bir haritaya benziyordu. Yüzyılın başında özerkliğini kazanmış, küçük adacıklar tarafından çevrelenmişti.

Muson yağmurlarının etkisiyle yaşanan sel felaketinin ardından ölü sayısının 1200’ü geçtiği Pakistan yaralarını sarmaya çalışıyor.

Derdin, eczanın kendisi olduğu bilgisinin yarayı bağlamadığını o an anladım. Bu, yaranın sahibini bağlıyordu. Her halükarda derman aramaya mecburdum. Nitekim yara, yeni bir yarayı doğurabilirdi. Sonra bir yara, bir yara daha ve bir tane daha… Kabuğu kuvvetle çektim. Pıhtılaşmayan kan var gücüyle aktı. Pıhtılaşacağı yeni bir zemin aradı. 

Mezardan çıkmasının orakla engellendiği ‘’Kadın vampir’’ iskeleti görenleri dehşete uğrattı.

Giderek artan sızının, aslında zihnimin bir oyunu olduğunu düşündüm. Dünya bir oyun ve eğlenceden ibaretse, ben de oyunun bir parçası olmalıydım. Öyleyse sızıyla barışabilirim, diye düşündüm. Alnımdan akıp ecza çantasına düşen terlerin oyundan atılan sporcular olduğunu hayal ettim. Gülümsedim. Kabuğu kuvvetle tekrar kanırttım. Hatırı sayılır bir miktar menzilinden ayrıldı. Kaybettiği oyuncağını çok sonraları bulmuş bir çocuk gibi sevindim. Etrafa dağılan sağlık gereçlerini boy sırasına göre dizdim. Kolonya, tentürdiyot, pamuk, yara bandı, sargı bezi ve makas.

4 Afgan mülteci çocuk imha edilmemiş mayın sahasında evcilik oynarken hayatını kaybetti.

İçeride oluşan yaraları düşündüm. İçeride kabaran, etrafa dağılıp saçılan, temas ettiği her nesneyi kendine benzeten o muğlâk biçimi belleğin dehlizlerinde gezdirdim. Seneler sonra yeniden nükseden bir kanser hücresinin aslında hiç oradan ayrılmadığı ihtimalini düşündüm. İçeride oluşan yaraların kabuk bağlamayacağına dair bir teori üretilebilirdim. Nihayet oraya, içeriye, daha derine inemezdim. Yarayı biraz daha kanırttım ve kabuğu zorladım. Acıdan gözlerim kızardı. Odaya vuran güneş ışığı, rüzgârla savrulan perdenin arkasından bir görünüp bir kayboluyordu. Vücudumun ısı oranı giderek artmaya başladı.

Gürültü kirliliği ‘’Uyarlanabilir ses kalkanı’’ ile önlenebilirken, Ayı Winnie’nin katile dönüştüğü korku filminin ilk fragmanı yayınlandı.

Kabuğun, yaranın üzerine örtülen kalın bir yorgan olduğu fikrinin, boz bulanık eylem planımın bir parçası olduğunu hissettim. Yara, yeterince derin ve büyük olsaydı onu dağlayabilirdim. Ama kabuk, benim bir parçamdı, onunla anlaşma yoluna gidebilir, ateşi geri püskürtebilirdim. Üstelik yekpare bir kalkan vazifesiyle mikropları yaradan uzak tutabilirdim.

Hamas, Gazze’de 5 Filistinliyi idam etti.

Sızı ve hararet giderek artmaya başladı. Uygun eğimi bulan kan ve iltihap, evvela dirseğime, oradan dizlerime damlıyordu. Ateşimin ciddi anlamda yükseldiğini hissettim. Alnım, ensem ve sırtım sırılsıklam olmuştu. Bunca çabaya rağmen, sadece iki parmak genişliğinde bir kabuk parçasını yaradan ayırabilmiştim. Taze bir kabuğun gelişme sürecini izlemek, eski bir yarayla muhatap olmaktan daha acı verici olmalıydı. 

Nijerya’da 20 milyon çocuk okula gidemiyor.

Bir şeytantırnağı olsaydı onu tek kalemde çekip alabilirdim. Oysa kabuk hacimliydi. İlk defa, yaradan ayrılmayı reddeden iki parmak genişliğindeki kabuk parçasıyla sulh yoluna gitmeyi düşündüm.

Hindistan’da 18 yaşındaki bir genç, üst kast mensubu sevgilisiyle evlenmek isteyince başı traş edilerek sokak sokak gezdirildi ve halkın önünde idam edildi.

Onarabilirdim onu. Her şeye en baştan başlamak mümkündü. Kan basıncım giderek artmaya başladı. Bileğim, dirseğim ve dizlerimden akan kanla üstüm başım kıpkırmızı kesildi. Nefesim hızlandı, yumruğumu ve dişlerimi korkunç bir dirayetle sıkmaya başladım.

Rus oligarkların ölümü gizemini koruyor: İntihar mı cinayet mi?

Yarayla barışmak çetin bir işti, barışmaya gücümün yetmeyeceğini biliyordum. Ama kabukla yarayı barıştırabilirdim. Yaranın özsuyu zamanla kabuğu besler, doyurur, büyütürdü. Hiç olmamış gibi olurdum. Yeniden doğabilir, serpilebilirdim. Böylece yeni bir süreci başlamadan bitebilirdim. Gerekli pansumanların ardından sargı beziyle kapanmış sağlıklı bir yara, tertemiz bir sayfa…

Irak’ın Basra kentinde Şii milis gruplar arasında çıkan çatışmada 5 kişi öldü.

Evet, her şeye en baştan başlamak mümkündü. Umudumu diri tutmalıydım. Umut demek, hayat demekti. Yeniden dağılan ecza gereçlerini toplamaktan vazgeçtim.

Filipinler Milli Eğitim Bakanlığı okullarda LGBTİ+ öğrencilerin saç kesimine karışılmayacağını açıkladı.

Toprak ve külden, kabuk ve yaranın birleştiği zemine harç yapmayı planladım. Kadim geleneğin tebarüz ettiği alternatif tıp, balçık ve insanla kurulan rabıtayı, yara ve kabukla yeniden inşâ edebilirdi. Ben de yaramı yeniden inşâ edebilir, her şeye en baştan başlayabilirdim. Kabuk yaranın bir parçasıydı, o benim bir parçamdı, ona sahip çıkmak, kollamak, iyileştirmek zorundaydım. Yaranın bulunduğu elimi diğer elimle tutarak beyaz bir havluyla sardım. Nefesimi tuttum, hızlı bir hamleyle kolumu yukarıya doğru çekerek çeşmeye doğru yürüdüm. Havluyu yaraya sıkıca bastırdım. Basınç arttı, kan akışı aynı oranda azaldı. Seri bir hamleyle kolumu soğuk suyun altına sokarak irinli bölgeyi yıkadım. Tir tir titremeye başladım. Neden sonra, sırılsıklam terlediğimi hissettim. Baştan ayağa su içinde kaldım.

Belçika Kralı II. Leopold’un 1908’e kadar sömürdüğü Kongo’da 15 milyon insanı katlettiği görüntülerden oluşan “Dünyanın en acı çikolatası” fotoğraf serisi sosyal medyada gündem oldu.

Ateşim iyiden iyiye yükselmeye başladı. En az 40 dereceye ulaşmış olmalıydı. Ayak parmaklarımdan başlayıp koltuk altlarıma uzanan sıtma nöbeti tüm vücudumu sarsıyordu. Neşelendim. Bir kahkahadır, koy verdim gitsin. Umudumu tazeledim. Kabukla yarayı cem edecek, üzerini sargı beziyle kapatacaktım. Her şeyin üzerini bir kalemde kapatacaktım.

Sokak kavgası kanlı bitti, vücut şampiyonu sporcu nişanlısını taciz eden genci 37 yerinden bıçakladı.

Elimi soğuk suyun altından çıkardım. Yeni ve temiz bir havluyla akan cerahati temizledim. Küçük adacıkları kolonya, ana hazneyi tentürdiyotla dezenfekte ettim. Kabuk il günkü diriliğiyle, ölüme meydan okurcasına ayakta, sapasağlamdı. Onu usulca, incitmeden yaranın üzerine kapattım. İncecik lifler halinde hazırladığım pamuk parçalarını kabuğun üzerine kapatarak sargı beziyle iki tur çevreledim. Geniş yara bandını makasla ikiye ayırarak bileğimi boydan boya sarmaladım. O ana kadar hiç ağlamamıştım. Birkaç damla yaşın yanaklarımdan süzülerek boynuma doğru aktığını hissettim.

TEM’de korkunç kaza: Bulun bu canavarı!

Ata vurulan gemi düşündüm. Ata edilen yeminin ne kadar kutsal olduğu düşüncesiyle irkildim. Bir atın dili olsaydı, yarasından şikâyet etmezdi dedim.

Afganistan’da yaşanan deprem felaketinden sevindirici haber: 5 gün sonra enkaz altından sağ çıkarılan ve tüm ailesini kaybeden çocuk yarın taburcu edilecek.

Bakire çocukluk günlerinden kalan bir fotoğraf rulosu, zinciri atmış bir bisikletten düşerek bayır aşağı yuvarlanmaya başladı. Masum bir çocuktum o gün, feci halde düşmüş, kan içinde kalmıştım. Tüm varlığımı kaplayan koca bir kabuk üzerimden kalkmış, devasa bir yarayla oyun kurmuştum. Gözümden bir damla olsun yaş gelmemişti.

Yaraya ve eczaya dair ümitlerim birden suya düştü. Pansuman gereçlerini elimin tersiyle bir kenara ittim. Yara bandının bileğimde birleşen uçlarını tırnağımla kazıyıp sıkıca kavradım. Var gücümle asıldım.

İçeride oluşan yaranın kabuk bağlamayacağı düşüncesinin, nefes alan bir ölüyü diriltemeyeceğini anladım.

Kabuk, yaradan ayrıldı.

Bahadır Dadak

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Bağbozumu , 19/09/2022

    Bu yazıda bahsi geçen yara,

    “mendilimi katladım
    kanayan yerlerimi silmek için
    sıfır üç sularıydı unutmuyorum
    şaraba tapan isyancıların tornasından geçtim
    karasal yayınlar ve çanak antenler
    kitaplar
    yani bestseller
    ve bakımlı kadın parmakları
    çıkaramadılar göğsüme sapladığın makasları”

    bu mısralarda da anlatılmış gibi..

  • Pörsümüş Beyaz Kulaklık Cakı , 16/09/2022

    otobüsteyim. dokuz numaralı koltukta. başkent’e gidiyorum. kulaklığım takılı. oy asiye parçası çalıyor. yolun kaçınılmaz sonucu olan tedirginlik hali yavaş yavaş etkisini artırıyor. hissediyorum. biriken bildirimleri kontrol etmek için telegramdan edebifikir kanalına giriyorum. son yazı: bahadır dadak. kendisini tanımıyorum. ama şiirlerinden haberdarım. sitede kendime en yakın bulduğum şiirler ona ait. yazı göndermediği bu uzun süre içerisinde ona çok kızgındım. saygı bekliyor muydu acaba okurlarından… yazı linkine tıkladım. okudum. bitirdim. büyük bir arzuyla, vücudumda halihazırda kabuk bağlamış yaralar olmasını istedim. eğer olsaydı hiç düşünmez yaralarımın kabuğunu kaldırır ve acının tadını çıkarırdım. aklımdan geçenler… geçenler… geçip gidenler. hoşgeldin bahadır dadak…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir