İşgal
ben ki bir çiçektim senden başkasını severek bir savaş suçu işledim son dileğimi yazmak için harflerin peygamberinden yeni bir alfabe
*küçük bir çocukken nizar kabbani’nin kapağı kara, kelimeleri aydınlık şiirleriyle beni kavuşturan kıymetli öğretmenime bir hediye, adil şahitlik miras kalacak
haliç’in suları kara demirler kadar keskin hiçbir gizi yutmamış gibi sakin ve durgun direklerinden kirli bir sarılık yağıyor otel camlarına
İşte burada, varlığın ve hiçliğin şarapnelleri arasında yaşıyoruz sonsuzluğun varoşlarında Bazen satranç oynarız ve aldırmayız kapının ardındaki kaderlere Hâlâ buradayız
(1. seans: 14:02) şen değilim kabahatim otuzlu bir kimlik babamın elime tutuşturduğu on bin küsur evrak işte bütün varım bu
“Nikâh sünnetimdir ve her kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir” ferman-ı nebevisi hepimizin malumu… Selef-i salihin içerisinde bu hadis ile
sırtını denize dönmüş dünyayı seyrediyor cebinde kedisi ölmüş arada kıpırdanıyor kolundaki uyuşukluğun kalbiyle ilgisi yok haylaz çocuk koşarak geçmiş sokaktan
ekrana dalgın bakan çocuklar ve sade bir dost arayan hayat siz kapıyı vurmadan girin cinnete ve istiridyenin kalbine sonra tıkanmış
Rabbim beni koru! Dudaklarımdan asılıyor, Uzun vadeli dualar. Korkuyorum yol ayrımlarından, Dönüştüğüm kişi ve telaşlı ellerimden. Yüzüme düşen sensizliğin gölgesinden.
geceleri turuncu puantiyeli taşra gündüzleri donuk bakışlı metropol adını sormayanlara otobiyografisini sunan kabuğunu seneye de giyecek kaplumbağa göğsünün daraldığını bilmiyorlar
Şeyhim, Sen de kapattın ya dünya defterini, Artık sûra üfürülsün! “Şeyh ölmez”, bir kavle inanmıştım, Ölürse mürit ölür, küçük kıyamet!
I. delirmiş atlar kovalıyordu nallarımı, suskunluktu ölüm değilse, kaçmıyordum alazında içimin tortularını saygıyla eriten cam fanuslar içinde bir can kesiği
Sular boşaldı Küresel barışamasak da ısındığımızı söyledi uzmanlar Her yerde senin iklimin hâkim Yazları sıcak ve kurak kışları yangın ve