“O, akıllarını kullanmayanları inkâr bataklığında bırakır.” (Yunus, 100)
***
1. “ O, aklını kullanmayanların üzerine pislik/belâ (rics) yağdırır.” Yahut “Fakat akıllarını çalıştırmayanlara ise şeytanı musallat eder, o pislikte bırakır.”
2. Cürcânî’nin “Akıl, gaip olanları vasıtalarla ve mahsus (duyulur) olanları da müşahedelerle idrak eden soyut bir cevherdir. Zatında maddeten soyut, fiilinde maddeye bitişik bir cevherdir.”, Fârâbî’nin ise “Kendisiyle insanın düşündüğü melekedir. Düşünce onunla meydana gelir; insan ilim ve sanatı onunla elde eder; fiillerin güzel ve çirkinini onunla ayırt eder.” olarak tanımladığı akıl, insanın ayırt edici vasfıdır. Bu sebeple aklın olmadığı yerde insan da yoktur. Varsa da yoktur. Çünkü yoktur.
3. Mantık ilmi, aklın grameridir. Aklı doğru kullanmanın alfabesidir. Akıl da hata yapar, ama aklın farkı hata yaptığının farkına varma özelliğidir. Bu sebeple akıl kendini tartar. Kendini tartmayanın burnu pislikten çıkmaz. Maddenin örtülerini kaldırıp kavram haline getirebilen insan, bu özelliği ile hayvandan ayrılır. Zira hayvanlar sadece tekilleri (Ali, Ayşe), insan ise hem tekilleri hem de bu tekiller yoluyla ulaştığı tümelleri (insan, insanlık) bilebilir.
4. İnsan duygu ve akıl varlığıdır. Akıl duyguyu, duygu da aklı kontrol ettiği müddetçe insanın pisliğe (ricse) düşme ihtimali azdır. Ne zaman duygular, beden ülkesinde krallığını ilan eder ve aklı işgal ederse, hareketlerinde aklilik sona erer ve her türlü pislik için geçiş izni verilmiş olur.
5. Akıl, maddi olmayıp maddeye tesir eden temyiz gücüdür ve bu sebeple insanı sorumlu kılar. Aklın ana özelliği sahibini sorumlu kılmasıdır. Yaptıkları sebebiyle sorumluluk hissetmeyen birinin hayatında akla yer yoktur.
6. Bilgi, düşünmenin verimidir. Düşünme ise aklın fiili. Akıl da kalbin… İşte bu silsilenin doğru bilgiye ulaşabilmesi için insanın, kendisinde hazır olarak bulduğu aklın rızkını vermesi yani tefekkür etmesi gerekir. Böylece doğru ve yanlışı ayırt edip hayatına uygulayabilir. Sözün özü düşünmemek, insanı olduğu makamdan aşağı indirmek ve çıkabileceği makamlardan yoksun etmektir.
7. Yalçın Koç; “Tefekkür akla bağlıdır, aklın faaliyetidir. Akıl ise gönle bağlıdır. Bu itibarla, tefekkür, sadece gönle mahsustur. Tefekkürün kendine mahsus yer haricinde söz ve düşünce yoluyla kavranılması, kuşatılması, anlaşılması ve düşünce dairesindeki söze dökülerek nakledilmesi, bu nedenle imkânsızdır.” derken, gönlün tefekkürün madeni olduğunu ve bu madendekilerin söze gelmeyeceğini söyler. Bu sebeple gönlün eğitimi son derece önemlidir.
8. Aklı kullanmamak da bir seçimdir ama bu seçimin ne kadar bilinçli olduğu tartışılır. Zira düşünmemeyi seçmenin kendisi başlı başına bir düşüncesizlik olup insanın kendini inkârıdır. Kendini inkâr edenin iflah olması tabii ki beklenmez. Bile bile lades diyen insanın bilerek lades demediği bu cümleyi söylemesinden anlaşılır. İnsan, aklına rağmen yaşayamaz. Yaşıyorsa hakikatte yaşamıyor demektir.
9. Râgıb el-İsfahânî, aklın önemini şu veciz ifadesiyle anlatır: “Aziz ve celîl olan Allah’ın kullarına gönderdiği iki elçisi vardır. Biri içimizdeki elçidir ki bu akıldır, diğeri de dışımızdaki elçi yani peygamberdir. Hiç kimse, içindeki elçiden yararlanma işini öne almadıkça dışındaki elçiden yararlanamaz. Şu halde akıl, peygamberin öğretisinin doğruluğunu öğretir.” İşte iki elçinin evliliğinden hakikat ortaya çıkar. İnsan, eğer içindeki elçinin (aklı) farkına varmaz ve arzularının doğrultusundan bir hayat yaşarsa, dışındaki elçinin de değerini bilemediği gibi getirdiği mesajı da anlayamaz. Böyle bir durumun sonu ise inkâr bataklığıdır.
10. Bataklık; insanın bastığı zaman kendini kurtaramadığı ve sürekli dibe doğru ilerlediği cıvık, çamurlu arazidir. Akıl nimetinin farkına varmayan ve bu sebeple akletmeyen (tefekkür etmeyen) insan da nefsinin bataklığında her geçen karanlık bir dibe doğru düşüş (seyir) halindedir. Bu haldeki insanın ana vasfı kendi ve fiilleri üzerinde düşünmemek ve anlık yaşamaktır. Basiretten uzak bir hayatın sonu elbet pislik içinde boğulmaktır.
11. Aklını kullanmayanlar, bu halleri ile kendilerine ricsin içine bırakır. Rics ise manevi pislik yani küfür ve şirktir. Şirk, aklı örtüp hakikatin görülmesini engeller. Aklın terki, nefis dürtülerinin vücut ülkesinde bağımsızlığını ilan etmesini sağlar. Bundan sonrası ise kişinin Allah’tan perdelenmesidir ki bu başlı başına en büyük cezadır. İnsanın varlığın özüne dair bir bilgiye ulaşamaması, kendi benini bilememesi azap değildir de nedir! Zira varoluş gayesinden uzak bir hayat, hayat değildir, -mış gibi yaşamaktır.
12. Bilmek sadece eşyayı bilmek değildir. Böyle olsaydı insan ile hayvan arasında fark kalmazdı. İnsan, eşyayı bildiği gibi metafiziğe de yelken açabilir. İnsan tercihinin çocuğudur. Ya eşyanın bilgisiyle yetinip rics bataklığında boğulur, ya da eşyanın arkasındaki perdeyi açmaya çalışarak kemale doğru yol bulur. Sözün özü iman ile akıl arasında kopmaz bir bağ vardır.
Sulhi Ceylan
Tefsir Yazıları
1. İnsan Hüsrandır
2. Perdeleri Yırtmak
3. İradi Körlük
4. İnsan İmkândır
5. Cevabına Âşık Bir Soru
6. Tevazua Niyet Tevazua Engeldir