“Yemin ederim zamana (asr): İnsanlar hüsranda. Ancak şunlar müstesna: İman edip makbul ve güzel işler yapanlar (salih amel), bir de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler.” (Asr Sûresi)
1. İnsanın, karşısında çaresiz kaldığı ve akışında asla rol oynayamadığı zaman mefhumunu anlaması hiç de kolay değil. Filozofların “hareketin ölçüsü” olarak tanımladıkları zaman karşısında insan, pasif bir varlık. Elinde sadece ân’ı değerlendirme kuvveti var. Ama genel de ân, daha sonra pişman olarak anılan bir şey haline gelir. Çünkü insan ân’larını çarçur etmede uzmandır. Fahreddin er-Râzî’nin şu temsilini okumanın tam da sırası: “Buz satan birisi pazarda şöyle bağırıyordu: ‘Sermayesi eriyen bu şahsa merhamet edin.’ Onun bu sözünü duyunca, ‘bu söz Asr sûresinin anlamıdır’ dedim. İnsana verilen ömür, buz gibi erimektedir. Eğer bunu ziyan eder veya yanlış yerde harcarsa, insanın hüsranına neden olur.”
2. İnsan, eğer öğüt almak istiyor ve bu isteğinde de samimi ise zamana (asra) bakması kâfi. Çünkü zaman, geçmişe doğru baktıkça biriken, ileriye doğru baktıkça akan bir şeydir. O halde bu “birikintiye” bakan bir insan kendini ve kendi gibi sayısız kişiyi hüsranın kollarında görmekten kendini alamaz. Evet zaman en iyi nasihatçidir, görmek isteyene!
3. Ân’ın hakkını vermek, geçmiş ve gelecek ile meşgul olmayı bırakıp içinde bulunulan ânı (şimdiyi) en iyi şekilde değerlendirmektir. Tasavvuf ehli “vakt” meselesini açıklarken “ibnül vakt” kavramını kullanır. Sufiler, “Vaktin oğlu” demek olan bu kavram ile içinde bulunduğu vaktin gereklerini yerine getiren kişiyi kastederler. Geçmiş ve gelecek endişesinden kurtulup şimdiyi en iyi şekilde değerlendirmek aslında vaktin hakkını vermektir.
4. Hüsran her hâlükârda “kaybı” yani ziyanı işaret eder. Bu kayıp manevi olacağı gibi maddi de olabilir. Zaten insan madde ile olan imtihanı kaybettiği içim manevi olanı da kaybetmez mi? Fakat zaman karşısında da hüsrana uğranılabilir. Hakkı verilmemiş zaman bir kayıptır, boşa geçirilen bir ân ziyandır, hayata anlamsız bir bakış yitiriştir. Sözün özü insan en çok zamanını kaybedendir, yani hayatını… Çünkü her hayat, zaman çizelgesinde yer kaplayan noktalardan ibarettir.
5. İnsan amel yani davranışlarından sorumludur. Çünkü amelinden ibarettir. Bu amel/davranış, kişinin kendisine ya da başkalarına faydalı olabileceği gibi zararlı da olabilir. Her şartta zaman atına binen insan, bir davranış sergileyecek ve sergilediği bu davranışa göre insanlar arasında bir yer ve de isim edinecektir. Amellerini/davranışlarını niyet terazisinde tartmayan her insan ise hüsrandan bir kuyuda geceyi üzerine örtecektir.
6. İnsanın tek sermayesi içine doğduğu ve nefes almaya devam ettiği zamandır. İnsanın alacağı nefeslerin sayısının belirlenmiş olması aldığı her bir nefesin ölümü çağırması ve her nefeste ölüme yaklaşması demektir. İnsan hüsrandadır çünkü nefes alırken aldığı nefesin farkında değildir, yani zamanının… İnsan bir ân’dır.
7. Büyük âlim İbn Hacer el-Askalânî, küçüklüğünde ilim öğrenmek için bir medreseye gider fakat bir türlü dersleri anlayamaz. Günler, aylar ve hatta seneler geçer ama yine de ilimde ilerleyemez. Dersleri bir türlü anlayamamaktadır. Bu durum karşısında ilim öğrenmekten vazgeçip medreseyi terk eder. Eve dönerken yolda dinlenmek için bir mağaraya girer. Mağarada dinlenirken tavandan damlayan damlaları görür. Her ne kadar damlalar küçük ve yavaşça damlasa da düştüğü taşta zamanla büyük bir delik açmıştır. Bu durum karşısında içinden “Su gayet yumuşak olduğu halde sert kayayı nasıl da delmiş. Benim kafam bu kayadan daha da sert değildi ya, zamanla benim de kafama bu ilim girer.” deyip medreseye geri döner. Ve kısa bir zaman sonra ilim öğrenmeye başlar ve arkadaşlarını da geçer. Bu olay sebebiyle de kendisine “İbn Hacer” yani “taşın oğlu” denilir.
8. Sabır öfkeye kapılmadan, acele ve şikâyet etmeksizin karşılaşılan bela, musibet ve zorluklara karşı dayanma gücüdür. Yeri gelir sükûnetle beklemek, yeri gelir işleri düzeltmek için azimle gayret etmektir. Sabır kişinin nefsine hâkim olması yani kendini tutması, acele hareket etmemesi, sebat ve ümitle karşılaşılan sorunlara çözüm aramasıdır. Başa gelen bela ve musibeti kabul ettikten sonra çare için gayret etmek ve bıkıp usanmadan çözüm aramaktır. Hakkı tavsiye etmekte, bela ve musibetlere direnmekte ve salih amel ve davranışta bulunmaya devam etmek başlı başına sabırdır.
9. İnsan zamanını en iyi şekilde değerlendirmek ve ân’ın hakkını vermek istiyorsa sabrı ve hakkı tavsiye etmelidir. Ama bu tavsiyeyi önce kendine, nefsine vermeli… İnsan unutkandır. Başta kendi olmak üzere her şeyi rahatlıkla ve hatta bile isteye unutabilir. Hayatın akışı içinde kaybolabilir. Çünkü insan aynı zamanda acizdir. O halde insana hakkı hatırlatmak öncelikle sürekli bir akışta olduğunu ve geçen zamanın bir daha geri gelmeyeceğini hatırlatmaktır. Ân’ın her an geçmişe karıştığını ve ân için ağıt yakmanın bile şimdide gerçekleştiğini o halde ân’ın farkında olmak gerektiğini hatırlatmak insanın asli vazifelerindendir. Hakkı tavsiye etmek tevhidi hatırlatmaktır. İnsanın kendini unuttuğu bu keşmekeş içinde kesrette vahdeti gör, demektir. Gözünü kapatmadan göremeyeceğini anımsatmaktır.
10. İmam Şafii, Asr suresi hakkında şöyle der: “Kur’ân’dan başka hiçbir sûre nazil olmasaydı şu pek kısa sûre bile, insanların dünya ve âhiret mutluluklarını temine yeterdi. Bu sûre Kur’ân’ın bütün öğrettiklerini kucaklıyor.”
Sulhi Ceylan
2 Yorum