Heraklius’e Gönderdiği Mektup
“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla: Allah’ın Rasûlü Muhammed’den, Romalıların büyüğü Heraklius’e. Selâm, hidayete tâbi olanlara olsun. Bundan sonra (bilesin ki); ben seni İslâm’a davet ediyorum; Müslüman ol, selâmet bul, (Müslüman ol da) Allah senin mükafatını iki kat versin. Şayet yüz çevirirsen ırgat ve çiftçilerin vebali de senin üzerine olur. Ey Ehli Kitap! Sizinle bizim aramızda eşit olan bir kelimeye geliniz. Allah’tan başkasına tapmayalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim. Şayet yüz çevirirlerse siz deyiniz ki: Şahit olunuz ki, biz Müslümanlarız.”[1]
Kisrâ’ya Gönderdiği Mektup
“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Allah’ın Rasûlü Muhammed’den İran’ın büyüğü Kisrâ’ya. Selâm hidayete tâbi olan, Allah’a ve Rasûlü’ne inananlara, Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet edenlere olsun. Seni Allah’ın daveti ile davet ediyorum. Ben, hayatta olan herkesi inzâr etmek için (mutlak olarak gelecek cehennem azabıyla korkutmak için ve de inkâra devam eden) kâfirler üzerine azabın hak olması için bütün insanların hepsine gönderilmiş bir Allah elçisiyim. Müslüman ol, selâmet bul. Şayet bu daveti reddedersen, (tebaandaki bütün) mecûsîlerin vebâli senin üzerinedir.”
Bu mektup kendisine okununca Kisrâ mektubu parçaladı. Bu durum Rasûlullah’a (s.a.) haber verilince: “Allah da O’nun mülkünü (saltanatını) parçalasın!” dedi.[2]
Necâşi’ye Gönderdiği Mektup
“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Allah’ın Rasulü Muhammed’den Habeşistan kralı Necaşi’ye. Sen Müslüman ol. Ben, senden dolayı O’ndan başka ilâh olmayan, Melik, Kuddûs, Selâm ve Müheymin sıfatlarıyla muttasıf olan Allah’a hamdederim. Şehadet ederim ki İsa b. Meryem, Allah’ın çok iffetIi ve temiz, dünyadan el-etek çekmiş Meryem’e ilkâ ettiği Rûhu ve kelimesidir ki Meryem bu ilkâ ile hamile kalmış ve Allah, Âdem’i eliyle yarattığı gibi O’nu da ruhundan üfleyip yaratmıştır. Ben seni hiçbir ortağı bulunmayan Allah’a, O’na itaat etmeye, bana tabi olmaya ve bana gelen vahye iman etmeye davet ediyorum. Ben, Allah’ın elçisiyim. Ben, seni ve askerlerini Allah’a çağırıyorum. Ben sana tebliğimi yapmış ve gerekli nasihatte bulunmuş oldum. Selâm, doğru yola tâbi olanlara olsun.”
Hz. Peygamber (s.a.) bu mektubu, Amr b. Ümeyye ed-Damrî ile gönderdi.
İbn İshak der ki: Amr, Necâşî’ye şöyle dedi: “Ey Ashame! Benim görevim söylemek, seninki ise dinlemektir. Sen bize nezaketle davrandın, biz de sana güven duyduk. Çünkü senden görmeyi umduğumuz her iyiliğe kavuştuk, senden korktuğumuz her kötülükten de emin olduk. Sana karşı kullandığımız delilimiz senin ağzından çıkanlardır. İncil seninle bizim aramızda reddedilmeyecek bir şahit, zulmetmeyecek bir hâkim, bu konuda da davamızı halledici ve isabetli hüküm vericidir. Şayet bunu kabul etmezsen sen bu Ümmî Peygamber karşısında Yahudilerin İsa b. Meryem karşısındaki durumuna düşmüş olursun. Peygamber (s.a.v.) elçilerini bütün krallara gönderirken geçmişteki hayır ve iyiliklerinden dolayı başkalarından ummadığı iyilikleri senden umdu ve başkalarından korktuğu hususlarda sende emniyet buldu.” Bu sözler üzerine Necâşî dedi ki: “Allah’a şehadet ederim ki O, ehl-i kitabın beklediği Ümmî peygamberdir. Musa peygamberin “merkebe biner” diyerek İsâ peygamberi müjdelemesi, İsa peygamberin “deveye biner” diyerek O’nu müjdelemesi gibidir. Bir şeyi gözle görmek, haberini duymaktan çok tatmin edici değildir.”
Daha sonra Necâşî, Hz. Peygamber’e (s.a.) şöyle bir cevap yazdı:
“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Necâşî Ashame’den, Allah’ın elçisi Muhammed’e. Selâm senin üzerine olsun ey Allah’ın Nebîsi! Allah’ın fazlı, rahmeti ve bereketi sana olsun. Allah, kendinden başka ilâh olmayandır. Bundan sonra (bilesin ki) İsa’nın durumunu zikrettiğin mektubun bana ulaştı ey Allah’ın Rasûlü. Yerin ve göğün Rabbına yemin ederim ki, İsa da senin zikrettiğin konulara hiçbir ilave yapmamıştır; aynen senin dediğin gibidir. Bize göndermiş olduğun şeyleri öğrenmiş, amcanın oğluna ve onun arkadaşlarına yakınlık göstermiş bulunuyoruz. Şehadet ederim ki sen, kendisi doğru söyleyen, kendinden önceki peygamberleri de doğrulayan Allah Rasûlü’sün. Ben hiç şüphe etmeden sana biat ettim. (Senin adına) amcanın oğluna biat edip onun elinde (Müslüman olarak) âlemlerin Rabbı olan Allah’a teslim oldum.”
Necâşî, hicretin 9. yılında vefat etti. Vefat haberi aynı gün Rasûlullah’a (s.a.v.) bildirildi. Bunun üzerine ashabıyla beraber musallaya çıkıp gıyabında dört tekbir ile cenaze namazını kıldı.
Ben derim ki: -Allah daha iyi bilir- ama bu haberde ravinin bir yanlışı vardır. Çünkü ravi, Rasûlullah’ın (s.a.) cenazesini kıldığı iman eden ve Rasûlullah’ın (s.a.) ashabına ikramda bulunan Necâşî ile Rasûlullah’ın (s.a.) mektup yazdığı Necâşî’yi birbirinden ayıramamıştır. Bunlar ayrı ayrı şahıslardır. Bu konu, Sahih-i Müslim’de açık bir şekilde nakledilmiş ve: “Rasûlullah (s.a.) Necâşî’ye mektup yazdı; fakat bu, cenazesini kıldığı Necâşî değildi.” denmiştir.[3]
Mukavkıs’a Gönderdiği Mektup
Mısır ve İskenderiye kralı Mukavkıs’a yazdığı mektupta şöyle dedi:
“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Allah’ın kulu ve Rasûlü Muhammed’den Kıbt kavminin büyüğü Mukavkıs’a. Selâm hidayete tâbi olanlara olsun. Bundan sonra (bilesin ki); ben seni İslâm davetiyle davet ediyorum. Müslüman ol, selâmete er. Müslüman olursan Allah sana iki kat mükâfat verir. Şayet yüz çevirirsen bütün Kıptilerin günahı sana aittir. Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda anlamı eşit olan kelimeye gelin: Yalnız Allah’a tapalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun, biz Müslümanlarız! deyin.”[4]
Hz. Peygamber (s.a.) mektubu Hâtıb b. Ebî Beltea ile gönderdi. Hâtıb, Mukavkıs’ın yanına girince dedi ki: “Senden önce, en yüce Rabb olduğunu iddia eden bir adam vardı. Allah onu dünya ve ahiret azabıyla cezalandırarak intikam aldı. Sen başkalarından ibret al ki, başkalarına ibretlik olmayasın.” Mukavkıs dedi ki: “Bizim bir dinimiz var, daha hayırlısı olmadıkça dinimizi terketmeyiz.” Bunun üzerine Hâtıb: “Seni, AIlah’ın dinine davet ediyoruz. O bütün dinlerin ortadan kalkmasına kâfi gelecek olan İslâm’dır. Bu peygamber herkesi (bu dine) davet etti. Kendisine en büyük bir şiddetle karşı çıkanlar Kureyşliler, en çok düşman olanlar da Yahudiler; en yakın olanlar ise Hristiyanlardı. Yemin olsun ki Musa peygamberin İsa peygamberi müjdelemesi, İsa peygamberin Muhammed peygamberi müjdelemesi gibidir. Bizim seni Kur’an-ı Kerim’e davet etmemiz, senin Tevrat’a inananları İncil’e davet etmen gibidir. Her peygamberin yetiştiği kavim o peygamberin ümmetidir; O’na itaat etmeleri o peygamberin hakkıdır. Sen bu peygamberin yetiştiği kimselerdensin. Biz seni İsa Mesîh’in dininden alıkoymuyor, bilakis onu emrediyoruz.” Mukavkıs dedi ki: “Ben bu peygamberin durumuna baktım, gördüm ki ne işe yaramaz şeyleri emrediyor, ne makbul olan şeyleri yasaklıyor. O’nu ne sapık bir sihirbaz, ne de yalancı bir kâhin olarak görmedim. O’nda gizli şeyleri açığa vurma, kapalı şeyleri haber verme gibi peygamberlik alametleri gördüm. Bu konuyu biraz düşüneceğim.”
Sonra Mukavkıs, Hz. Peygamberin (s.a.) mektubunu aldı, fildişinden yapılmış bir kutuya koyup, kutuyu mühürledi ve bir cariyeye verdi. Sonra kâtiplerden Arapça yazabilen birini çağırtıp Rasûlullah’a (s.a.v.) cevaben şu mektubu yazdı:
“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Kıpt kavminin büyüğü Mukavkıs’dan Muhammed b. Abdillah’a. Selâm senin üzerine olsun. Bundan sonra (bilesin ki): Mektubunu okudum. Orada zikrettiğin konuları ve davet ettiğin hususu anladım. Ben, gelecek bir Nebi’yi bekliyordum; fakat O’nun Şam’ da ortaya çıkacağını zannediyordum. Elçine ikramda bulundum. Sana Kıptiler arasında büyük değeri olan iki cariye ve bir elbise gönderiyorum. Binmen için de bir katır gönderiyorum. Sana selam olsun.”
Mektup bu kadardı, Müslüman olmamıştı. Cariyelerin adı: Mâriye ve Sîrîn idi. Katırın adı Düldül idi. Muaviye (r.a.) zamanına kadar yaşamıştır.[5]
Münzir b. Sâvâ’ya Gönderdiği Mektup
Münzir b. Sâvâ’ya bir mektup gönderdi. Vâkıdî, senediyle birlikte İkrime’den (r.a.) şu sözleri nakleder: Bu mektubu vefatından sonra İbn Abbas’ın kitapları arasında buldum ve istinsah ettim. Mektupta şunlar vardı: Rasûlullah (s.a.) Alâ b. el-Hadramî’yi, Münzir b. Sâvâ’ya gönderdi ve onu İslâm’a davet eden bir mektup yazdı. Münzir de cevaben Hz. Peygambere (s.a.v.) şu mektubu gönderdi: “Bundan sonra (bilesin ki) Ya Rasûlallah! Ben, gönderdiğin mektubu Bahreyn halkına okudum. Bazıları İslâm’ı beğendi, Müslüman olmayı arzu etti ve oldu. Bazıları ise İslâm’ı kabul etmedi. Benim beldemde Mecusi ve Yahudiler de var. Bu konuda bana emirlerini yaz.” Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) şu mektubu gönderdi:
“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Allah’ın RasûIü Muhammed’den Münzir b. Sâvâ’ya. Selâm senin üzerine olsun. Ben senden dolayı kendinden başka ilah olmayan (Allah)a hamdederim ve şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun kulu ve Rasûlüdür. Bundan sonra (bilesin ki); ben sana Allah azze ve celleyi hatırlatıyorum. Kim ihlâs üzere olursa, kendi nefsine karşı ihlaslı davranmış olur. Kim elçilerime itaat eder, emirlerine tâbi olursa, bana itaat etmiş olur. Kim onlara ihlaslı ve samimi muamelede bulunursa, bana ihlasla muamele etmiş olur. Elçilerim senden övgü ile bahsettiler. Senin, kavmin hakkındaki tavassutunu kabul ettim, Müslümanları, İslâm’ı kabul ettikleri hal üzere bırak. Günahkârları affettim, sen de onları kabul et. İtaatkâr olduğun müddetçe seni görevinden azletmeyeceğiz. Kim Yahudi veya Mecûsî olarak kalırsa cizye vermesi gerekir.”[6]
Ummân Melikine Gönderdiği Mektup
Hz. Peygamber (s.a.) Ummân kralına bir mektup yazdı ve Amr b. Âs ile gönderdi.
“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Muhammed b. Abdillah’tan. Cülendâ’nın iki oğlu Ceyfer ve Abd’a. Selâm hidayete tâbi olanlara olsun. Bundan sonra (bilesiniz ki); ben ikinizi de İslâm’ın davetiyle davet ediyorum. Müslüman olunuz, kurtuluşa eriniz. Ben bütün insanlığa gönderilen bir peygamberim, tâ ki hayatta olanları (Allah’ın azabıyla) korkutayım ve Allah’ın kâfirler üzerindeki hükmü gerçekleşsin. Şayet İslâm’ı kabul ederseniz sizi, beldenize emîr tayin ederim. İslâm’dan yüz çevirirseniz, mülkünüz elinizden çıkar ve atlılarım ülkenize girer ve böylece benim peygamberliğim sizin krallığınıza karşı açığa çıkmış olur.” Mektubu Übey b. Ka’b yazdı ve mühürledi.
Amr der ki: Yola çıktım ve Ummân’a kadar geldim. Oraya varınca Abd’ın yanına gitmek istedim. O, daha halim selim ve daha temiz ahlaklıydı. Dedim ki: “Ben, Allah Rasûlü’nün sana ve kardeşine gönderdiği elçisiyim.” Dedi ki: “Kardeşim yaşça da, krallıktaki mevkisi itibariyle de benden önce gelir. Seni ona götüreyim, mektubunu okusun.” Sonra “Neye davet ediyorsun?” dedi. “Seni eşi ortağı olmayan tek Allah’a, O’ndan başkasına ibadetten geri durmaya ve Muhammed’in O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet etmeye çağırıyorum” dedim. “Ey Amr! Sen, kavminin efendisi olan bir adamın oğlusun. Baban bu konuda nasıl hareket etti? Bize söyle de onu örnek alalım.” dedi. “Babam, Muhammed’e iman etmeden öldü. O’nu tasdik edip Müslüman olmasını çok isterdim. Allah beni İslâm’a erdirene kadar, ben de babam gibi düşünüyordum.” dedim. “Peki, sen ne zaman O’na tabi oldun?” dedi. “Yakında Müslüman oldum. dedim. Bana: “Nerede Müslüman oldun?” diye sordu. Ben de: “Necâşî’nin yanında.” dedim ve ona, Necâşî’nin de Müslüman olduğunu söyledim. Bunun üzerine: “Peki, halkı onun (Müslüman olmasından sonra) krallığını nasıl karşıladı?” dedi. “Kabul edip ona tâbi oldular.” dedim. “Rahipler, piskoposlar da tâbi oldu mu?” diye sordu. “Evet.” dedim. “Bak ey Amr, sen ne diyorsun, bir erkek için yalandan daha çirkin bir ahlak yoktur.” dedi. “Yalan söylemedim, hem dinimizde de yalan söylemek helal değildir.” dedim. Sonra: “Sanmam ki Heraklius, Necâşî’nin Müslüman olduğunu duymuş olsun.” dedi. “O da duydu.” dedim. “Nereden biliyorsun?” diye sordu. Dedim ki: “Necâşî ona haraç ödüyordu. İslâm’ı kabul edip Muhammed’i tasdik edince dedi ki: ‘Hayır vallahi, (bundan sonra) benden bir dirhem bile istese vermem.’ Bu söz Heraklius’a ulaştığında kardeşi Yennâk: ‘Kulunu, böyle haracını ödemeden ve yeni bir dine girmiş olarak bırakacak mısın?’ dedi. Heraklius: ‘Bir adam kendisi için bir din seçmiş, ben ona ne yapayım. Vallahi, krallığımdan korkum olmasa, ben de aynen onun yaptığı gibi yapardım.’ dedi.” Bunun üzerine Abd: “Ne dediğine dikkat et, ey Amr!” dedi. Ben de: “Vallahi doğru söyledim.” dedim. “O halde bana (peygamberin) neleri emrettiğini ve neleri yasakladığını haber ver.” dedi. “Allah azze ve celle’ye itâati emrediyor. O’na isyan etmeyi yasaklıyor. İyilik yapmayı ve sıla-ı rahm’i (akrabayı gözetmeyi) emrediyor; zulmü, düşmanlığı, zinayı, içkiyi, taşa, puta ve haça tapmayı yasaklıyor” dedim. “Bu davet ettiği şeyler ne güzel! Şayet kardeşim bana uysaydı; Muhammed’e iman eder ve O’nu tasdik ederdik. Fakat kardeşim krallığına çok düşkündür, onu bırakıp tâbi durumuna düşmek istemez.” dedi. “Eğer o Müslüman olursa, Rasûlullah (s.a.) onu, memleketine kral olarak tayin eder, zenginlerinden zekât alır, fakirlere dağıtır,” dedim. “Şüphesiz bu çok güzel bir ahlak. Zekât nedir?” dedi. Ben de Rasûlullah’ın (s.a.v.), mallarda farz kıldığı zekâtı haber verdim, nihayet deve için konulan zekâttan bahsedince dedi ki: “Ey Amr, otlaklarda yayılan, suya gidip suyunu içen hayvanlarımıza da zekât var mı?” Ben de: “Evet,” dedim. Bunun üzerine dedi ki: “Vallahi, bu uzaklıktaki ve bu çoğunluktaki kavmimin buna itaat edeceğini hiç sanmıyorum.”
Amr der ki: Günlerce Abd’ın kapısında bekledim. O da kardeşine gidiyor, benimle ilgili haberleri veriyordu. Sonra kardeşi bir gün beni çağırdı. Yanına girdim, hemen adamları kollarımdan beni yakaladı, fakat o da anın da müdahale ederek: “Bırakın onu!” dedi. Beni bıraktılar. Serbest kalınca oturmak için ilerlerken bana engel olup oturtmadılar. O anda Ceyfer’e baktım. O da bana: “Ne istediğini söyle.” deyince mühürlü olarak mektubu verdim. Mührünü açıp mektubu sonuna kadar okudu. Sonra kardeşine verdi. O da sonuna kadar okudu. Ancak kardeşinin daha yumuşak huylu ve nazik olduğunu gördüm. Bana: “Kureyş’in ne yaptığını bana haber verir misin?” dedi. “Bazıları isteyerek, bazıları da kılıç zoruyla O’na tâbi oldular.” dedim. “Yanında kimler var?” diye sordu. “Yanında kendi istekleriyle Müslüman olanlar var dedim. Onlar, O’nu başkasına tercih ettiler, akılları ve Allah’ın kendilerine hidayeti sayesinde daha önce sapıklık içinde olduklarını anladılar. Bu topluluk içinde ise senden başka bu işe karar verecek kimse göremiyorum. Sen şayet bugün İslâm’ı kabul etmez ve O’na tâbi olmazsan, atlılar ülkeni basıp her şeyi alt üst ederler. İyisi mi, sen bir an önce Müslüman ol ve kurtul, Allah Rasûlü de seni kavminin başına emr tayin etsin ve ne atlı, ne piyade hiçbir asker ülkeni çiğnemesin.” Dedi ki: “Beni bugün bırak ve yarın yanıma gel.” Ben de kardeşine gittim. Dedi ki: “Ey Amr, şayet krallığından endişesi olmazsa İslâm’ı kabul edeceğini sanıyorum.”
Ertesi gün yanına gittim, Beni kabul etmedi. Ben de kardeşine gidip yanına girmem için bana izin vermediğini haber verdim. O benim için izin aldı ve girdim. Bu sefer dedi ki: “Beni davet ettiğin hususları düşündüm ve gördüm ki, elimdekileri bir adama verirsem, Arapların en zayıfı olacağım. (Onun için davetini reddediyorum.) Sonra, O’nun süvarileri buraya kadar gelemez. Şayet gelirse, şimdiye kadar hiç görmediği bir muharebe ile karşılaşır.” Ben (bu sözleri duyunca): “O halde yarın yola çıkıyorum.” dedim. Onlar benim bu niyetimden emin olunca kardeşi, ağabeyi ile baş başa kalıp dedi ki: “Biz senin O’na gösterdiğin kuvvete sahip değiliz. (Muhammed) kime elçi gönderdiyse hepsi olumlu cevap verdiler.” Ertesi gün sabahleyin bana bir adam gönderdi ve her ikisi de -Abd ve Ceyfer- Müslüman olup Hz. Peygamber’i (s.a.) tasdik ettiler. Zekât toplama ve aralarında hükmetme konusunda beni serbest bıraktılar. Bana karşı çıkanlar olunca da beni desteklediler.[7]
Yemâme Hükümdarı Hevze b. Ali’ye Gönderdiği Mektup
Rasûlullah (s.a.), Yemâme kralı Hevze b. Ali’ye şu mektubu yazıp Selît b. Amr el-Âmiri ile gönderdi:
“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Allah’ın Rasûlü Muhammed’den Hevze b. Ali’ye. Selâm, hidayete tâbi olanlara olsun. Bilesin ki dinim her yere yayılacak. Müslüman ol, kurtuluşa er ve elinin altındaki mülkünü sana vereyim.”
Selît, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) mektubunu mühürlü olarak getirince, Hevze onu karşılayarak ağırladı, mektubu okudu ve davetini reddetmeyen bir karşılık verdi. Rasûlullah’a (s.a.v.) şu mektubu yazdı: “Ne güzel ve ne iyi bir şeye davet ediyorsun. Araplar benim mevkiime saygı gösterirler, bu sebeple bana da bazı yetkiler verirsen sana tâbi olurum.”
Selît’e hediyeler ikram etti. Hecer kumaşından bir de elbise giydirdi. Selît, bu hediyelerle birlikte Rasûlullah’a (s.a.v.) geldi ve (olup bitenleri) haber verdi. Allah Rasûlü mektubunu okuyunca dedi ki: “Benden hurma tanesi kadar bir yer istese vermem. Hem kendisi hem de mülkü helâk olsun.”
Rasûlullah (s.a.v.), Fetihten dönünce Cebrâil (a.s.) gelip Hevze’nin öldüğünü haber verdi. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: “Yemâme’ de peygamberlik iddiasında bulunan bir yalancı çıkacak ve benden sonra öldürülecek.” O esnada birisi dedi ki: “Ya Rasûlullah! Onu kim öldürecek?” Rasûlullah (s.a.) o şahsa: “Sen ve arkadaşların.” dedi ve aynen öyle oldu.
Vâkıdî der ki: Hevze’nin yanında Erkevun Zemşak adında Hristiyan büyüklerinden biri vardı. Hevze’ye Rasûlullah’ı (s.a.) sordu. Hevze: “Beni İslâm’a davet eden mektubu geldi, ama olumlu cevap vermedim.” dedi. Erkevun: “Niçin olumlu cevap vermiyorsun?” diye sordu. Hevze: “Ben kavmimin kralı olarak dinime düşkünüm. (Yani kral olmam beni buna mecbur ediyor.) Şayet O’na tâbi olursam kral olamam.” Erkevun şöyle dedi: “Hayır vallahi. Şayet O’na tabi olsaydın seni kral yapardı. O’na tabi olman -her hâlükârda- senin için daha hayırlıdır. O şüphesiz ki İsa b. Meryem’in geleceğini haber verdiği, Arap soyundan olan peygamberdir. İncil’ de, ‘Muhammedun Rasûlullah: Muhammed Allah’ın elçisidir.’ diye yazılıdır.”[8]
Hâris b. Ebî Şimr el-Gassânî’ye Gönderdiği Mektup
Bu şahıs Şam civarındaydı. Rasûlullah (s.a.), Hudeybiye’den döndükten sonra bu şahsa şu mektubu yazdı ve Şuca’ b. Vehb ile gönderdi:
“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Allah’ın Rasûlü Muhammed’den Hâris b. Ebî Şimr’e. Selâm hidayete tâbi olanlara, iman ve tasdik edenlere olsun. Ben seni tek olan, eşi ve ortağı olmayan Allah’a iman etmeye davet ediyorum. (Şayet iman edersen) krallığın sana kalır.”[9]
Kaynak: Zâdu’l Meâd, İbn Kayyim el-Cevziyye, İklim Yayınları, Çevirenler: Vecdi Akyüz, Ali Vasfi Kurt, Salim Öğüt, 4. Cilt, Sayfa:229-239.
Dipnotlar
[1] Buharî, 56/103; Müslim, 1773.
[2] İbn Seyyiddinnâs, 2/262-264; Şerhu ‘I·Mevâhib-i Ledûniyye, 3/340-342; Nasbu’r-Râye, 4/421. Buharî (64/84), Zuhrî-Ubeydullah b. Abdillah b. Abbas yoluyla şu rivayeti zikrediyor: Rasûlullah (s.a.) Kisrâ’ya mektubunu Abdullah b. Huzâfe es-Sehmî ile gönderdi ve bu mektubu Bahreyn kralına vermesini emretti. Bahreyn kralı da Kisrâ’ya verdi. Kisrâ, mektubu okuyunca -hiddetlenip- parçaladı. Zannederim (bu söz Zühri’ye aittir) İbn el·Müseyyeb dedi ki: Rasûlulah (s.a) onlara: “Parça parça olsunlar!” diye beddua etti.
[3] Müslim (1174), Enes’ten şu rivayeti zikreder: “Hz. Peygamber (s.a.) Kisrâ’ya, Kayser’e, Necâşî’ye ve her diktatöre mektup yazarak onları Allah Teâlâ’ya davet etmiştir. Bu Necâşî Hz. Peygamber’in (s.a.) cenaze namazını kıldığı Necâşî değildir.”
[4] Âl-i İmrân, 3/64.
[5] İbn Seyyiddinnâs, 2/265·266: Şerhu·I·Mevâhib-i Ledûniyye, 3/348-350; Nasbu’r·Râye, 4/421·422.
[6] İbn Seyyiddinnâs, 2/266·267: Şerhu·I·Mevâhib-i Ledûniyye, 3/350-352; el İsâbe, 8218.
[7] İbn Seyyiddinnâs, 2/267·269; Şerhu·I·Mevâhib-i Ledûniyye, 3/352-355, Nasbu’r Râye, 4/423-424
[8] İbn Seyyiddinnâs, 2/269·270; Şerhu·I·Mevâhib-i Ledûniyye, 3/355-356
[9] İbn Seyyiddinnâs, 2/270-271; Şerhu·I·Mevâhib-i Ledûniyye, 3/356-357