Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir. (Hadîd Sûresi, 4)
***
1. İnsan var, çünkü Hakk var. Kâinat var, çünkü Hakk var. Kâinatın dolayısıyla insanın varlığı Hakk’ın varlığı ve hatta beraberliği sebebiyledir ama bu beraberlik bir nesnenin başka bir nesne ile beraberliği gibi değildir. Bilakis keyfiyetsiz bir beraberlik olup anlaşılması için kulun vehmettiği varlığından soyunması gerekir. Fâni olanın Kadîm’i ihata etmesi beklenemez ama fâni olan varlık elbisesini yırtar ve kesrette vahdeti yaşarsa bu âyette anlatılan beraberliği anlar. O ana kadar Hakk’ın beraberliğini ilmen ve manen anlamak gerekir.
2. İnsan zayıf ve acizdir. Yalnızlığı ise asla geçmeyen bir hastalıktır. Benlik iddiasında olduğu sürece her geçen gün artan bir hastalıktır bu. O halde Hakk’ın rahmetine sonsuz derecede muhtaç olan insan, O’nun kendi yanında olduğu bilgisi ile hesapsız bir desteğe ulaştığı gibi sonsuz bir lütfun da farkına varmıştır.
3. İnsan zaman ve mekânla sarılmıştır. Her bir hareketi bir mekânda ve zaman ağacının altında gerçekleşir. Böyledir çünkü insan sonradan var olmuş ve hayatı ise mahduttur. Sonradan var olan yani fâni olan insan zamandan ve mekândan münezzeh olan ve zaman ve mekânı yaratanın yakınlığına mazhar olabilir. Bu yakınlığa ermek sadece istemekle gerçekleşir. Zira Hakk’ı bulmak öncelikle niyetten ibarettir.
4. İnsan kendine ne kadar uzak olursa olsun, Hakk, insanlara kendilerinden daha yakındır. Sürekli bedeninin isteklerini yerine getirerek arzu ve hevasının kulu olan bir insanın bu yakınlığı fark etmesi için öncelikle kulluğunu Hakk’a has kılmalıdır. Şirkin yani ortakların olduğu yerde sadece uzaklık olur.
5. Birisi; “Yâ Rasûlallah! Kişinin nefsini arındırması da ne demektir?” dediğinde Efendimiz (sav) şöyle cevap verdi; “Nerede olursa olsun, Allah Teâlâ’nın kendisiyle beraber olduğunu bilmesidir.″ (Beyhâki) Arınmak, kulun arzularının sesini değil kalbinin sesini dinlemesidir ki aslında bu ses Hakk’ın sesidir. Hakk’ın kendisiyle beraber olduğunun şuuruna varmak için kalp ayağı ile manevi sefer yapmak gerekir. Bu, kulun yüklerinden kurtulması, zihnini temizlemesi ve kalbini arındırması seferidir. Kötü ahlaktan iyi ahlaka doğru bir seyirdir.
6. Allah, insanın her yaptığına şahittir. Kalbinden geçirdiği her manayı bilir. Niyetlerinin arkasındaki niyetlere muttalidir. Bilmek için insan gibi çeşitli aygıtlara ihtiyaç duymaz. Bu sebeple Hakk’ın bilgisi artmaz ve azalmaz. İnsan ise her geçen gün bilgisini arttırabilir. Çünkü fânidir. Bilginin artıp azalması sonradan var olmanın göstergesidir ki esasında bu tamamen acziyettir. Acziyetini bilmek ise yakınlaşmanın başlangıcıdır.
7. Ne zaman Hakkın nuru kulunun kalbinde belirirse, sözkonusu beraberliği hakiki manada anlar ama anlatamaz. Çünkü bu beraberlik tecrübi bir bilgi olup kişiye özeldir.
8. Sufiler, mevcudatın varlığını gölge olarak niteler. Gölgenin gerçek bir vücudu yoktur. Bu yokluğa ermek için insanın arınması yani gelenek ve göreneğin ve de kendi zihninin baskısından kurtulup kanatlanması gerekir. İşte o zaman var gibi görünen mevcudatın Hakk’ın perdesi olduğunu anlar. Perdeler yırtılmak içindir.
9. Filozofların tanrısı insanla beraber değildir. Çünkü mutlak akıl olup sadece kendini akleder. Bu sebeple dünya ile de ilgilenmez. Filozofların tanrısına dua edilmez. Bu yüzden olsa gerek Pascal; “Bana filozofların değil, peygamberlerin haber verdiği Tanrı gerek.” der ve beraberliği arzular.
10. Madem her insan bir esma terkibidir. Yani Allah’ın güzel isimlerinin tecellilerinin özel bir kümesidir. O halde Allah, her an kuluyla beraberdir. Eğer beraberliğin farkında değilse, farkındalığa ulaşamamış demektir. Yol yürünmekle kat edilir.
11. Mevlana hazretleri: “Başının üzerinde bir sepet ekmek varken, sen şaşkınca kapı kapı dolaşıp ekmek istemektesin. Şaşkınlık etme! Kendi başını yokla. Gönül kapısına git, her kapıyı dolaşma! Tâ dizine kadar suya gark olmuşsun da, gaflet içinde başkalarından su istemektesin! Suya susamış, su ise önünde, bilmez ki, o akar suyun içindedir! Aradığı şey onun yanındadır, yine onu ister. O şeyi ve şerhini bilmez. İnci de denizin dibinde ama, deniz, nerede? der. Sedef gibi olan hayal, ona bir perdedir.” (Mesnevî) Perdeler yırtılmadıkça insan Hakk ile beraberliğin hakikatine varamaz. Ama unutmamak lâzım perde, insanın dışında değil bilakis zihnindedir.
12. “…ona ruhumdan üflediğim zaman…” buyuran Zât’ın kuluyla beraber olmaması düşünülebilir mi hiç!
Sulhi Ceylan
1 Yorum