Bilal Can, tarhana içen çocukların sosyolojisine devam ediyor. Bu, bizim sosyolojimiz…
***
Şifahî bir kültürün izlerini taşıyoruz her birimiz. Her birimizin üzerinde okunmuş uzun uzun üç İhlas, birer Fâtiha, Nâs ve Felak’lar var. Ağzımızda kırık pirinçler, dilimizin kenarında dualar, boynumuzda muska… Yusuf’un güzelliğine, Eyüp’ün sabrına, İbrahim’in teslimiyetine dair izler, anlamlar. Hazreti Ali’den cenkler, Dede Korkut’tan, Zaloğlu Rüstem’den yiğitlikler, evliya kıssalarından hikmetler ile kendi payımıza aldığımız hisseler. Mevlit’ten ve Mesnevî’den beyitler ile çağıldadığımız mevsimler… Sonra ağız dolusu şiirler, ağız dolusu marşlar ve ezgiler ile sokaklarında yürüdüğümüz masumluk. Çünkü çocukluk mevsimi, insanoğlunun en temiz ve masum mevsimidir. Çocukluğunun saflığını yitirenler geleceğin kara gözlü zalimleriyle eşdeğer olur.
Üzerimizi örtmüş babamız, gece uyuduğumuz bir vakit. Bizi izlemiş, bizim saçımıza dokunmuş, elleri bir dağın kokusunu taşımış saçlarımıza. Bizi büyütmek için gelmiş savaşlardan, makineler arasından, masalar ardından, direksiyon başlarından. Bizi sevmek için gelmiş sanki bizim üzerimizi örtmek için, dünyanın öbür ucundan. Babası olan çocuklar… Babası olan çocuklar hep nasipli oldu. Hep bir dağın gölgesinde durdular, savrulmaları daha zordu.
Sapanlar ve mahalle kavgaları, ıslık çalmalar ve zillere basıp kaçmalar… Bisiklet sürmeyi erkenden öğrenenler, ip atlamayı, topaç çevirmeyi, misket oynamayı… Sokakların dilini, çinko damların yağmurdaki sesini, kömürün genzi yaktığı mevsimleri…
Çocukluğunu, çocuklarından öğrenen babaların ölünce mezarları da çocukça olur. Biraz buruktur hep ama hep canlı. Her daim anacak bir geleceği geride bırakmak ancak ölenlerin işi. Bu yüzden ölenler geleceği geriye, geçmişi öne almada mahirdir. İnsan ölümlüdür oğlum. Bir gün biz de öleceğiz. Yeşil bir bahçede, çiçek açmış ağaçların altında oturup etrafı dinliyor diye düşündüğüm ölülüleri sen de öyle düşünmelisin. Çünkü Allah’ın razı olduğu şekilde iyi ve temiz bir hayatın karşılığıdır cennet ve bizim ölülerimiz hep cennete gider evlat.
İçimizden taşan molozları döküyoruz yaşamın keşmekeşinde boş arazilere, çocuklar o molozları oyun alanına çeviriyor. Bu yüzden her çocuk yeni bir tasarlayandır, en zor zamanları kendi dünyasıyla güzelleştiren, en umutsuzluklara bir umuttur, çocuklar bu dünyanın umududur. Bu umudu Keşmir’de, Halepçe’de, Eritre’de, Suriye’de, Doğu Türkistan’da, Saraybosna’da, Gazze’de defalarca söndürmeye çalıştılar. Ama o umut hiç sönmedi. Ve sen;
“Ey yüzünü ay ışığı çizmiş çocuk
Alnı başlanmamış bir defter
Bakışları bembeyaz bir gökyüzü olan
Bir gün elin kalem tutunca
Yazacaksın yazını toz duman içinde
Karanlık kadınları, sevgisizlikten üşüyen anneleri
Kanserli bir serçenin yavaş yavaş tükenişini
Daha ……kirletilmemiş sözcükler düzgün olmayan kelimeler.
Çocukların mahzunluğunu balkonlarda
Acıdan damıtılan güneşleri
Bilirim ölümler hep sana kalır
Hep yorgun akan anne kucaklarını
Esirgenmiş düşleri yazacaksın
Burada güneşin hep uykulara doğduğunu…
…
Bilirim, bilirim ölümler hep sana kalır
Hep yorgun akan anne kucaklarını,
Esirgenmiş düşleri yazacaksın.
Başka kardeşlerini de unutma;
Yuvası yağmalanmış olanları
Ellerinden katıksız ekmeği alınmışları
Sonra… kurşun yemişleri
Bir gün elin kalem tutunca yazacaksın değil mi…
Yaz ki; alınlarında ihanet, secdeleri altında
Kıbleleri kadına, dolara endeksli beyler
Utanır be çocuk bir gün utanır elbet.
Ey yüzünü ay ışığı çizmiş çocuk
Gönül bağladım sana
Sen ki kör sağır dilsiz olma hainlikler karşısında
Onları yazacaksın değil mi… kalem tutunca.”
(Bünyamin Doğruer)
İlgili Yazı Dizisi
Tarhana İçen Çocukların Sosyolojisi – I
Tarhana İçen Çocukların Sosyolojisi – II
Tarhana İçen Çocukların Sosyolojisi – III
Tarhana İçen Çocukların Sosyolojisi – IV
Tarhana İçen Çocukların Sosyolojisi – V
Tarhana İçen Çocukların Sosyolojisi – VI
Tarhana İçen Çocukların Sosyolojisi – VII