Tarhana İçen Çocukların Sosyolojisi VII

Bize gösterilen kapılardan, yüzümüze kapanan kapılara, kapanması mümkün olmasa da kapanmış gibi yapılan kapılara… Hayatımız her daim bir kapıdan diğerine geçmekle sürüp gidiyor.

İnsanlar olarak, bu kapılar arasında yaşadığımız olaylarla tanınıyoruz. Sabah, kapının başlangıcı olarak saydığımız evden, evin kapılarından çıkarak sokak kapısında buluyoruz kendimizi. Sokak kapısından ekmek teknesinin kapısına kadar iki kapı arasında yankılanıyor sesimiz, soluğumuz… Ardından yine bir kapı, daha sonra bir kapı daha, en sonunda başka bir kapı daha…

Düşündün mü kapıları? Kapılar arasında mekik dokuyan insanlığı, kapısı olduğu için nasipli olan insanı, şükretmesi gerektiğini, anladın mı?

Ya kapın olmasaydı…

Kapı, bir durak, bir soluk, bir geçiş, bir giriş, bir fark, farkın farkına vardığın, ayırt ettiğin bir güzergâh. Kendine çekidüzen verdiğin, kendini yitirdiğin, kendine geldiğin, kendini unuttuğun, kendin olduğun bir aşama…

Kapı, senin olanın, sana yaslananın geçiciliğine bir işaret. Durup dinlendiğin bir gölgelik. Emin olduğun ve bu eminlik duygusu içerisinde dünyaya saldırdığın başlangıç…

Kapı, hem giriştir hem sonuç. Dünyanın ikiliklerini barındıran… Geldiğin gibi gideceğini bilmen gereken aşama. Bir düşünce biçimidir.

Kapıyı düşünürsen, insan olduğunu unutmazsın. Çünkü geldin, çünkü gideceksin. Çünkü varsın, çünkü yok olacaksın. Şimdi buradasın yarın değilsin… Kapı tüm bunları içerisinde barından bir anlam kapsülü. Dünyadan ukbaya, vardan daha vara bir yürüyüş…

Bir usuldür kapı. Belirli bir usulü vardır. Usule uymanın, uyacak olanın anlamını barındırır kapı. Eşiği barındırır, durup düşünmeyi, nereden gelip nereye gideceğini bilmeni…

Her gün sayısız kapıdan geçerken, o kapının varlığına dair hangi anlamları büyüttün kendinde? Düşündün mü, bu kapı olmasaydı ben hangi kapıda olurdum diye?

Ya yüzüne kapanan kapılar, ya sana sonuna kadar açılan kapılar, ya kapısızlık…

Her daim geçip gittiğimiz, sayısız kapı arasında sana seslenen, seni çeken, sana güzel gelen kapılar neler?

Kapı, zırhların çıkarıldığı ve en insanî hasletlerin giyildiği evin içine açılan geçiş, zırhların giyilip savaşa geçildiği tünel, ikisi arasındaki farkın farkı. Ona içeriden bakan şefkati, merhameti, sevgiyi, sıcaklığı görür, ona dıştan bakan ise sadece kapalı bir kapıyı. Öyle değil mi?

Bilal Can

 

 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • T. Tarık , 23/06/2022

    Halka mektup!
    Kimim ben
    Nerdeyim
    Nerdesiniz
    Eyyy ahali
    Yağmur nerde
    Yağmur ki parmakları göğün
    Yağmur ki omuzlarımı okşayan
    Yağmur ki intiharıma engel
    Yağmur ki yaşama sebebim
    Senelerdir kendim sallarım beşiğimi
    İnsan ki anadan doğma öksüzdür
    Ahali ki çolak
    Ahali ki ayak baş parmakları kopuk
    Ahali ki ipsiz sapsız
    Ki kendim sallarım beşiğimi!
    Okyanusun en derin yerlerinden
    topladım çakıl taşlarımı
    Sırtıma vurduğum heybenin içindeki yükü yolun sonunda ayaklarımın altına sererek bir dağ yaptım kendime!
    Bir dağ ki başı bulutların içinde
    Bir dağ ki yukarı çıkan yolları kayıp
    Bir dağ ki yankısız
    Bir dağ ki sesim duyulmuyor!
    Kibir dağı! Kibir dağı!
    İstifamı sundum
    Kabul ettim istifamı
    “İniyorum kulelerinden kãtil!”
    Ey ahali
    Dönüyorum
    Dönüyorum yıllarca arkamda kalanı yıkarak gittiğim yoldan
    Dönüyorum bozarak size karşı kurduğum cepheleri
    Beni sizden ayıran zırhımı çıkardım
    Çıkardım size karşı kuşandığım kurşunları
    Tuttum bir çocuğun elinden ve karşıya geçtik
    Yaşlı bir kadına gülümsedim
    Gülümsedim sarmaş dolaş iki kedi yavrusuna
    Yem verdim güvercinlere meydanda
    Yer verdim metroda
    Suladım kurumuş çiçekleri umutla
    İyilikten bir dağ yaptım içimde
    Bir dağ ki geceleri çekilip küçüldüğüm!
    Bir dağ ki yufka yürekli
    Bir dağ ki halk içinde
    Bir dağ ki hakka doğru 

    • Tahir Tarık , 28/06/2022

      Halkın cevabı!
      Sen küçük bir çocukken kayboldun. Daha doğrusu kaçtın. Evet, apaçık bir kaçıştı senin ki. Son sözün, seni anlamadığımızdı. Oysa seni anlamamamız için, senin bizi duymuyor olman gerekirdi. Hâlbuki biz köylüyüz. Bizi duymamakla ıssız bir gecede puhu kuşunu duymamak arasında hiç bir fark yok. Boyumuzu aşan otların içinde güç bela ilerlerken karşına yılanların çıkması için dua ediyorduk. Çünkü biz köylüyüz ve kötüden tiksinerek iyiliğe meylederiz! (Buğday ve yılan olmasaydı biz bu dünyada olmazdık. Ya da bu dünyada melek gibi olurduk. O zaman meleklerden üstün olamazdık! Çünkü bizi üstün kılan aşk için acı ve ayrılık şartı vardır. Acı ve ayrılık ise Allah’ın celal sıfatının tecellisidir! Evet yılan bile ilahi bir tecellidir!) Biz köylüyüz. Bizim konuşmamız gizemsizdir. Dinle bak: “Elif, Lam, Mim.” Gözünü kapat ve yavaşça tekrar et: “Elif, Lam, Mim.” En az, bir köy gecesi kadar tanıdık. Tanıdın mı? Sonradan öğrendik ki dört yol ağzında, hâkim bir tepede kendine bir kale yapmış, eşkiyalığa başlamışsın. Seni bu işten vazgeçirmek için geldik fakat simsiyah kale kapılarının önünde kalakaldık. Kapkara bulutların içindeki burçlardan, ağzından köpükler saçarak bir şeyler söylüyordun. Seni duymadık çünkü biz köylüyüz ve kötü şeyler duyunca utanırız. Bizde sana seslendik fakat sen bizi duymazlıktan geldin. Yoksa duymaman imkânsız. Çünkü biz köylüyüz ve bizim konuşmamız yaz akşamları boşalan bir sağnaktan sonra cırcır böceklerinin ve kurbağaların cuşa gelip hep beraber yaptığı zikre benzer. Yaz gecelerinin o eşsiz şarkısına!
      Buna rağmen senden ümidimizi kesmedik. Ne de olsa bizim çocuğumuzsun. Şimdi pişman olmuş, tövbe etmişsin. “Dönüyorum” diyorsun. Gel oğul! Ahali seni bekliyor: “Eve dön! Kalbine dön! Şarkıya dön!”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir