“Bâri tabutum uzun olsun” diyen cüceye
“Colormatic rica ediyorum” diyen âmâya
“Başınızı ağrıttım özür dilerim” diyen dilsize
“Sesini biraz kısar mısınız?” diyen sağıra benzediğimi hissediyorum bazen.
(Süreyya Berfe)
Hayat akışımızdaki bütün olup bitenler, katmanlı bir yapıya sahiptir. Bu katmanlı yapı, hayatta karşılaştığımız, maruz kaldığımız şeyleri daha tahammül edilebilir ve yaşanabilir kılar. Çünkü bu yapının gerçekleri gizlemesi bakımından geleceğe yönelik ümit veren, teselli edici bir tarafı vardır. Bu katmanların görevi, zor anlarımızda ya da istemediğimiz durumlara düştüğümüzde bize sığınak olmasıdır. Fakat bu sığınak sebebiyle insan, bir üst bilince ulaşıp farkındalık kazanmaktansa kendini aldatmayı, aklamayı veya yüceltmeyi tercih eder. İnsanın kemâle ermesi, bu kandırmacanın yerini farkındalığa ve bu fark edişin sonucunda bir üst bilince ulaşmaya bırakmasıyla mümkündür.
Her fark edişin sonunda bir yol ayrımı bulunur. Bu farkındalık, daha iyiye doğru ilerlemesi için kaçırılmaz bir fırsattır. Nitekim Müslümanca yaşam, her anın bir farkındalığa gebe olduğu bilinciyle tanzim edildiğinde, Müslüman için iyiye doğru ilerleme fırsatı her an ve zamanda mümkündür. Hâsılı kişinin gün içerisindeki davranışlarına bu bilinç eşlik eder, etmelidir. Eğer bu bilinçte değilse farkındalık kabiliyeti zamanla körelir ve Müslümanın gündelik hayatında steril bir akış ortaya çıkar. Sterilize olmayı hem içeriyle hem dışarıyla temasın kesilmesi anlamında düşünürsek, insanın kemâle ermesindeki en büyük engel olarak da görebiliriz.
Yaşamın farkındalık çengeline takılan insanlar, her an bir teyakkuz hâlindedir. Uyanık olduğu vakitlerin her saniyesi onlar için bir ibrettir. Bu yüzden karşılaştıkları her dönüm noktasında, düşüncelerini ince eleyip sık dokumak zorundadırlar. Kararlarının iyi ya da kötü sonuçlarını düşünmeden önce farkındalıklarına kaynaklık eden ilkeleri korumayı gözetirler. İhsan Fazlıoğlu’nun dediği gibi yaşamımızda öyle denizler ile karşılaşırız ki, bizim için o an iyi yüzmek değil iyi boğulmak daha tercihe, hatta takdire şayandır. Mücadele etmek ya da boğulmak ancak ilkelerin vaz ettiği ölçülerle netice verir. Bu açıdan baktığımızda insan, yaşamını menfaatlerine göre mi yoksa ne pahasına olursa olsun sahip olduğu ilkelerle mi şekillendirmeli sorusuna cevap vermelidir.
İnsan, yapacağı tercihlere bilincinin ya da ilkelerinin eşlik etmesi gerektiğinde ve bundan tedirginlik duyduğunda, kendisini içinde rahat edeceği bir masalda hayal eder. Bu masala göre eyler, düşüncelerini tevil eder ve yola koyulur. İsmet Özel’e göre bu durum, her zaman için düşünme yeteneğini dumura uğratacak, araştırma gücünü kıracak uydurulmuş masalların varlığının ispatıdır. Bu masallar, bazen isimler, yaftalar ve sıfatlar üzerinden kolayca çıkmazlara yakıştırılır ve yapay çözümler olarak kullanılır. Bu sebeple masallara aldanma ve masallarla aldatma, son tahlilde kişinin sadakatini kitlelerin ele geçirmesinin aracıdır diyebiliriz. Bu, ilkelerini yitirmiş ve farkındalıklarını menfaatlerine göre dizayn etmiş kitle hareketlerinin ihtiyaç duyduğu, adanmış insanların tutunduğu dallardan başka bir şey değildir. İnsan gerçeklerin yıkıcılığından, tahribatından uzak durmaz ise yaşamının boş ve tatsız olacağını düşünür. Çünkü gerçekler acıdır ve acıtır.
Bu yüzden hayatta şahit olduğumuz olaylar, farkındalığımızı artırmıyor, irademizi köreltiyorsa bu durumda yapacak çok bir şey kalmamıştır. Hepimizin önünde aynı seçenekler var: Aldanmak, aldatmak ya da boğulmak… Yapabileceklerimiz arasında eğer inandığımız, doğruluğundan şüphe duymadığımız hatta tartışılmaz olan ilkelerin peşinden gitmek yoksa başa gelen hadiselerdeki katmanlardan birine sığınır, yüzleşmek istemediğimiz durumları tevile boğarak kendimizi kandırırız. Tersi durumda ise İsmet Özel’in şu cümlelerine kulak verebiliriz: “Doğru olanı bihakkın tanımanın vakti henüz, hâlâ, hiç geçmemiştir ve doğruluğun galebe çalacağı ortamı tesis etme zamanı şimdiki zamandır. Kıyametin koptuğuna ikna edilsek bile elimizdeki hurma fidanını üzerinde yaşadığımız, Allah’ın bize tahsis ettiği toprağa dikmekten geri durmayacağız.”
İbrahim Orhun Kaplan