günlerden bir gündü

köydeki ilk günlerimdi sanıyorum. geceydi. uykuyla uyanıklık arasında yatıyordum divanda. üşüyordum. battaniyeyi üstüme çekmeye çalışıyor, bir türlü kavrayamıyordum ucunu. kemiklerim sızlıyor, başım zonkluyordu. ne yapacağımı bilmiyordum. doğrulup yatağa oturmuştum. pencere kenarındaydım. perdeyi açıp karanlığa dikmiştim gözümü. bir süre evin önündeki ceviz ağacının karaltısını izlemiştim. yola bakmıştım. gelen giden yoktu. perdeyi kapatıp geri yatmıştım. saatten haberim yoktu. dedemi çağırmak istiyordum. odanın kapısı kapalıydı. kalkıp kapıyı açtığımı, dedemlerin odasına gittiğimi, dedeme seslendiğimi, dedemin uyandığını, bana ne olduğunu sorduğunu geçiriyordum zihnimden. üşüyorum dede. başım ağrıyor dede. ann… her yerim ağrıyor dede. zihnimde sıralıyordum bir bir. sonra tekrar başa sardırıyor, her defasında hayalimin çehresini değiştiriyordum. kapıyı açtığımı, dedemlerin odasına gittiğimi, kapının önünde bir süre oyalandığımı, kapıyı açmadan geri döndüğümü… akıp gidiyordu. başa sarıyordu ki… içim geçmiş. uyandığımda boğazım kuruydu. yutkunamıyordum, susamıştım. su içmek için kalktım. mutfağın ışığı açıktı. ninem uyanmış, mutfakta hamur yoğuruyordu. geldiğimi görünce durdu.

— ne diye uyandın?

— susadım.

— şurdan iç, dedi çenesinin ucuyla tezgâhı işaret ederek. hamuru yoğurmaya devam etti. yerdeki sofraya basmamaya çalışarak ninemin arkasından dolandım. sofraya bastığımda kızıyordu çünkü. suyu içip çıktım mutfaktan. uykum yoktu. biraz halsizdim. geceki gibi değildim yine de. herhalde hastaydım. belki de ateşim yükselmişti, bilmiyorum. evin içinde dedemi aradım. odaları gezdim. bulamayınca nineme sordum.

— camiye gittiydi. gelir az sonra. gel de ocağa odun dürt. şurda, kovada.

mutfakta hem ocak hem tüp vardı. ninem tüpü sık kullanmıyordu. ocağın ateşinde yapıyordu ne yapacaksa. söylediğini yaptım, ateşi izlemeye başladım. attığım odunlar tutuşmaya başlayınca elimdeki maşayla biraz daha ittim odunları ocağa. külünü karıştırdım. başımı uzatıp üfledim. ninem hâlâ hamurla meşguldü. beni, sanki görmüyordu. elimi ateşe uzatsam ne yaptığımı sorup kızar mıydı? ateşe baktım, elime baktım, maşayı bıraktım elimden. ninemle konuşmak için bir şeyler düşündüm, bulamadım. gece çok üşüdüm mü desem, babamın ne zaman geleceğini mi sorsam… dışarı mı çıksam, dedem nerede kaldı? bir şey sormadım. hamuru elinden sıyırışını, hamura son kez şekil verişini, leğenin ağzını bezle örtüşünü, leğeni kenara çekip sofrayı toplayışını seyrettim konuşmak yerine.

— aç mısın? kazanda çorba kaynıyor.

— yok.

mutfaktan sofaya geçtim. canım sıkılıyordu. ayaklarımı sürüyerek yatağa yürüdüm. battaniyenin altına girdim. kıpırdamadan, tavana bakarak uzandım bir süre.

dış kapının açılmasıyla dedemin sesi doldurdu evi. selam vermişti. yerimden fırlayıp kapıya koştum.

— dede! hoş geldin!

koşup beline sarıldım. elini başımın üstüne koydu ben sarılınca. ninem sofraya gelmemiz için mutfaktan seslenince ayrıldım dedemden. sofraya oturduğumuzda nineme dikkat kesildim. çorbayı doldururken hareketlerini izliyordum. böyle şeyler yapıyordum o zamanlar: dikkat kesiliyordum. çünkü ninemi pek anlamıyordum. beni sevsin istiyordum herhalde. bunu görmek istiyordum yüzünde, gözünde, belki ellerinde. ninem çorba kasesini doldurup önce bana uzattı.

— ye de diril. haydi.

o gün, ninemin kırışıklarla dolu yüzüne baktığımı, aslında kötü biri olmadığını düşündüğümü hatırlıyorum. evet, kötü biri değildi gerçekten de. belki biraz mesafeliydi o kadar.

Nur Cihan Şeker


 

Hikâyenin ilk bölümü:
her sabah gibi bir sabahtı – Nur Cihan Şeker

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir