Edebifikir okurları için, yazarlarımızla yazı ve hayat merkezinde samimi bir hasbihal gerçekleştirmeye devam ediyoruz. “Yazarlarımızla Hasbihal” serimizin on ikinci konuğu Bahadır Dadak. (Celal Kuru)
***
Sevgili Bahadır, kendinden bahsetmeyi sevmiyorsun, bunu biliyoruz ancak bilinmemeyi, görülmemeyi istemenin altında farklı hazlar yattığını da biliyoruz buradan hareketle bize biraz kendinden bahseder misin?
89’da Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde doğdum. Bulgaristan muhaciriyim. İktisat Fakültesi mezunuyum. Parayla münasebetim yok hükmünde… Ömrümde hiç döviz bozdurmadım. Muhasebe dersini dördüncü sınıfta zor bela verdim. Ömrümde hiç kredi kartı kullanmadım. Hayatım boyunca, sadece bir kez internetten alışveriş yaptım, onda da yardım aldım. Modern hayata uyum sağlamakta çok zorlanıyorum. Çağın teknik araçlarını kullanmak için fazlasıyla ilkel bir beyne sahibim. Öteden beri kitaplara, sanata, kültürel faaliyetlere yatkınlığım var.
Belediyede işçi olarak çalışıyorum. Orta sınıfa mensubum. Ortalama zekâya sahip, ortalama zevkleri olan, kendi halinde biriyim. Evliyim, bir kızım var. Hamd olsun, huzurumuz yerinde.
Sorunun ikinci kısmı için ne desem boş. İnsanım, zaaflarım çok. Allah sonumuzu hayır etsin.
Seni yazmaya sevk eden ne oldu, yazı maceran nasıl başladı, ilk yazdığın yazıyı hatırlıyor musun?
İlk ve orta mektepte macera hikâyeleri yazdığımı hatırlıyorum. Annemin babası kooperatif müdürüydü. 100 yaşında vefat etti. Perşembe akşamları yemeği dedemde yerdik. Rahmetli, yemekten sonra kâgir evinin avlusunda tavuklarına yem verirdi. Ben bir yandan onları izler, diğer yandan sundurmanın altında istiflediği yarım asırlık kooperatif defterlerine resimler çizerdim. Türk bayrağını çizemediğim için hüngür hüngür ağladığım bir kış gecesini hatırlıyorum.
Babam da annem de sanata meyyal insanlardı. İkisi de terzi kalfasıymış. Babam merhum, hin-meşrep, muzır, acayip zeki ve sevgi dolu bir adamdı. Düşünme biçimim, nispeten rahatlığım ondan miras sanıyorum.
Büyük patlama lisede başladı ama… Eskiden Yay-Sat bayileri vardı. Feridun Andaç’ın Adam Sanat, Adam Öykü dergilerini alıp okurdum. Bir gün bayide mizah dergilerini gördüm. Leman, Lombak, Kemik, Fırt, Gırgır, Yeni Harman, Öküz, Red… Hayatıma karikatür diye bir kavram girdi. Resmen çarpıldım. Hemen işe koyuldum. Atom dergisi vardı. Saman kâğıdına dolma kalemle bir çizim yapıp gönderdim. Bir ay sonra dergiyi alıp en arka sayfayı çevirdiğimde ayın atomu seçilmiştim. Liseli bir ergen için büyük motivasyondu. Leman’da Nihat Genç’in siyasi metinlerini okuyordum.
Sonra İslamcı dergilerde illüstrasyonlar, çizgi öyküler, vinyetler çizmeye başladım. Yirmili yaşların başlarında Edebifikir’le tanıştım… Akabinde okulu yarıda bırakıp İstanbul’a taşındım, bir yayın evinde işe başladım. Mehmet Raşit Küçükkürtül’le tanıştım, ki hayatımın dönüm noktalarından biridir. Herif her şeyi biliyor. Bilmediği konularda da sarih Türkçesi ve yüksek belagati ile bildiği izlenimini uyandırıyor. Müthiş maarif yönü olan biri. Sanırım okumayı 24 yaşımdan sonra ondan öğrendim desem yalan olmaz. O yaşa kadar İsmet Özel’in adını bile duymamıştım. Sonra ikinci yeni, Karakoçlar, yeni edebiyat. Çok yoğun bir okuma dönemi…
Okuya okuya da yazmaya başladık işte. Dönüp bakıyorum, ez kaza bir şiir kitabım bile basılmış. Umarım bir gün yazmayı da öğrenebileceğim biriyle karşılaşırım.
Yazarların ilginç yazma ritüellerinden sana miras kalan var mı? Varsa kimden tevarüs ettin? Not alırken defter, kalem kullanıyor musun?
Hayır, böyle mirasa konmadım. Küçük kâğıtlara kısa notlar aldığım oluyor. Ziyadesiyle telefona notlar alıyorum. Yazılar genelde zihnimde bitmiş oluyor. Şiir başka, şiir oturulup yazılan bir şey değil sanırım. Teknik olarak tüm metinleri klavyede yazıyorum.
Daha çok hangi vakitler kelimelerle, cümlelerle kavgaya tutuşursun?
Özel bir vakit yok. Benden sadır olanlar bir çeşit sıkışmanın ürünü sanıyorum. Bardak ne zaman taşarsa ben de o zaman patlıyorum. Öteden beri dünyaya karşı mukavemetsiz hissetmişimdir kendimi. Yazıp çizince insan biraz olsun güçlü hissediyor, hafifliyor. Biri bana yazar-şair falan deyince de boynumun altı gıdıklanmaya başlıyor.
Yazarken beslendiğin kaynaklar nelerdir? Bize biraz da okuduklarından bahseder misin? Klasik deyince aklına ilk gelen kitaplar hangileridir mesela?
Aslında bakılırsa çok az kitap okuyorum. Hiçbir zaman iyi bir okur olmadım. Hatta ortalama bir okur bile olamadım. Okumak zor iş, uykumu getiriyor. Kabaca modern Türk şiirinin kült eserlerini, nispeten yakın dönem şairleri ve yeni edebiyatı okudum diyebilirim. Kadime dair müktesebatım yok denecek kadar az. Tür konusunda seçici değilim. Ama yazar seçerim. Klasik deyince aklıma Ruslar geliyor ne hikmetse. Dostoyevski bence gelmiş geçmiş en büyük yazar.
Şiire nasıl bir mana yüklediğini merak ediyoruz. Şiirin hayatındaki yeri ne? Beğendiğin veya -varsa- keşke ben yazsaydım dediğin şiirlerden bahseder misin?
Şiir, kaçışı imliyor. İnsandan sadır olan metinlere kutsiyet yüklemiyorum. Türk şiirine inanmıyorum. Şiirin şuurla olan rabıtası konusunda şüpheliyim. Bu işe yalap şalap, maymun iştahıyla başladım. Altında bin tane el bombası var. Kitabı yayınladığım için pişmanım. Benim şairim Cevdet Karal. Çok severim. Keşke Asef Halet’in İbrahim şiirini ben yazsaydım.
Şiirlerini kitap hâline getirirken bir kısmı üzerinde düzeltmeler yaptın. Mükemmel şiire ulaşmak mümkün mü sence?
İnsan nakıs bir varlık. Ayrıca oldukça sabırsız. Bu soru boşa çıkar…
Yaklaşık iki bin yıldır poetik metinler üretiliyor, her şairin kendine göre bir şiir anlayışı var. Kimi şiiri hakikati arama amacı olarak görüyor, kimi kavga olarak görüyor kimi yalnızca içdöküm olarak görüyor. Sence bugünün dünyasında şairin vazifesi nedir?
Ömrümde poetika okumadım. Poetik metinler okudum ama şiir üzerine konuşacak donanımım yok. Belki de bilgisizliğimi bastırmak için müdanasız konuşuyorumdur. Şairin vazifesi iyi bir insan olmaktır. Bir de “içdöküm” kelimesini cümle içinde kullandığınız için kendinizden utanmalısınız.
İyi şairlerin nesirleri de çok kuvvetli oluyor. İleride. Mensur bir eser vermeyi düşünüyor musun?
Sanki soru iyi bir şair olduğumu söylüyor. İyi bir şair olmadığımı biliyorum. Şair olduğum bile şaibeli. Bir de “mensur” nedir arkadaş? Nesir de, düz yazı de. Mensur Yevaş tekrar aday olursa bir kitap yazmayı düşünebilirim.
İki yıl boyunca Edebifikir’de yazmadın. Bu dönem zarfında hiç mi Allah’tan korkmadın kuldan utanmadın? Başta editör olmak üzere seni bu kadar bekleyen okura bu zulüm reva mıydı?
Allah’tan korktum, kuldan utanmadım. On kusurlu hareketten biriydi, kabul ediyorum. Editörle aramıza şeytan girmişti. Sonra özür diledi, affettim. Şimdi kör topal bir düzene girdik yine. Site bana çok iyi geliyor. Allah nazardan saklasın. Daim olsun.
Ele avuca sığmayan bir şeyler var sende. Bazen hepimize tekmeyi vurup dünyayı havaya uçurmak için yola çıkacaksın sanıyoruz. Bazen de hiçbir şeyi umursamadığını ve bana dokunmayan yılan kırk yıl yaşasın narası attığını düşünüyoruz. Yanılıyor muyuz? Bizi önemsiyor musun cidden? Yoksa can sıkıntını kısmen de olsa geçirmek için birer nesne miyiz senin için?
Çok zor sorular. İnanın cevaplarını ben de bilmiyorum. Ne desem ya kendi gerçekliğimi afişe edeceğim, ya soruları karikatürize ederek örtük varlığımı öne çıkaracağım. Artık bundan hicap duyuyorum. Sanırım insan değişmiyor, bazı sıfatları hakka tebdil olsa da hamurun mayası aynı maya. Benim ki ekşi maya…
Yazarlarımızla Hasbihal Serisi
Yazarlarımızla Hasbihal: Ömer Can Coşkun
Yazarlarımızla Hasbihal: Cüneyt Dal
Yazarlarımızla Hasbihal: Bilal Can
Yazarlarımızla Hasbihal: Adem Suvağcı
Yazarlarımızla Hasbihal: Davut Bayraklı
Yazarlarımızla Hasbihal: Muhammet Emin Oyar
Yazarlarımzla Hasbihal: Ömer Ertürk
Yazarlarımızla Hasbihal: Feyyaz Kandemir
Yazarlarımızla Hasbihal: Mehmet Raşit Küçükkürtül
Yazarlarımızla Hasbihal: Celal Kuru
Yazarlarımızla Hasbihal: Muhammed Furkan Kahya
8 Yorum