Edebifikir okurları için, yazarlarımızla yazı ve hayat merkezinde samimi bir hasbihal gerçekleştirmeye devam ediyoruz. “Yazarlarımızla Hasbihal” serimizin dördüncü konuğu Adem Suvağcı. (Celal Kuru)
***
Adem, NBA’de Stephen Curry’nin rakibisin ve muhteşem üçlüklerle restleşiyorsunuz. Maç sonunda Curry seninle tanışmaya geldi. Ona kendini nasıl tanıtırdın? Aslında lafın kısası bize biraz kendinden bahsetmeni istiyorum.
Bu, en çok korktuğum sorulardan birisi. Çok değil, birkaç ay önce bu soruyu kendime sordum. Cevabını maddeler hâlinde sıraladım. 7 veya 8 madde buldum ama asıl mesele o değildi; asıl mesele, 7-8 maddelik bir cevabın çok uzun bir süre sonra kendini göstermesiydi. Hatta bu konuda kendimi yetersiz görüp Uğur Cumaoğlu’na da danıştım. Akrabam olmasından ziyade bir abi-kardeş muhabbetim var kendisiyle. Nasıl biri olduğumu biraz da onun aynasında görmeye çalıştım. Ama hâlâ kendimi bu soruya cevap verebilecek yeterlilikte bulamıyorum.
Çeyrek asırlık hayatımın büyük bölümünü memleketim Hakkâri’de geçirdim. Liseye kadarki süreçte herhangi bir amacım, geleceğe dair planım olmadı. Lisede, Uğur Abi’nin yönlendirmesiyle kitap okuma serüvenim başladı. İçimde hep İstanbul’da bir üniversitede okuma isteği vardı. İlk üniversite sınavımda bunu başaramasam da kazanacağım sınava kadar -yani 5. sınava kadar- gayret ettim ama olmayınca olmuyor.
Şu koca gövdemi nereye taşısam orada bir “Tembellik Meslektir” derneğine, veya “Sevdiği Kıza Açılamayanlar” kulübüne şube açabilirim. Saman alevi gibi çabuk parlar çabuk sönerim. İnsanın müthiş tarifinin bir katresi de benim işte: “Bir damla kan, bin bir endişe.”
Zihninin içinde kaynayan kazanı yazıya dökmek ilk ne zaman aklına geldi? Yazmayı tercih mi ettin yoksa yazmak tarafından işgal mi edildin?
Yazı yazmak gibi bir gayem olmadı. Hep okuma taraftarıydım ve hâlâ taraftarıyım. Keşke sadece kitap okusam diye düşünüyorum. Fakat bir yerden sonra insanın okuduklarını birilerine anlatma ya da münâzara etme ihtiyacı hissediyor. Bunu Hakkâri veya Van’da birkaç kişiyle yapabilirdim. İstanbul’a gelince işler değişti. Hem tartışabiliyorsun o da yetmiyor, başkalarına da anlatma, ulaştırma isteği başlıyor. Benim de böyle gelişti. Fakat hâlâ bir yazma girişimim olmamıştı. Kendimi birden yazmanın eşiğinde buldum. Kıymetli editörümüz, kendisiyle tanıştıktan sonra okuduğum bölümden dolayı (gazetecilik) Bangladeş’le ilgili bir konuyu araştırmamı istedi. Araştırdıktan sonra, “Tamam, şimdi bunu yazıya dök” dedi. İşte her şey ondan sonra başladı. Ardından Brezilya’daki favelalar konusunu araştırmam istendi, araştırdım, yazıya dök dendi, döktüm. Sonra belli başlı dergiler hakkında yazı yazdım. Sonuç olarak, yazmayı tercih etmemiştim, yazı tarafından işgal edilmiş oldum.
Yazarların ilginç yazma ritüellerinden sana miras kalan var mı? Varsa kimden tevarüs ettin? NBA maçı seyretmek, masanın üzerinde basket topu bulundurmak, ara ara kum torbasını yumruklamak gibi ilginç alışkanlıkların var mı?
Yazarların ilginç yazma ritüelleri hakkında pek bilgim yok. Yazacağım konu hakkında notlarımı maddeler hâlinde bir not defterine geçiririm. Daha sonra yazıyı yazmak için başka bir deftere yazmam gerekenleri yazarım. Yazının ilk hâli o defterde olur. Bir süre sonra yazıyı tekrar baştan okurum. Malum, yazının demlenme süresi var. Bazen yazarken fark etmiyorum ama sonrasında okuduğumda fazlalıkları görüyorum. Onları attıktan sonra bilgisayara geçiriyor ve yazının üstünden tekrar geçiyorum. Bu durum her yazıda tekrarlanıyor. Bazen 90 günü bulmadan bitirebiliyorum yazıyı.
NBA maçlarını çocukluğumdan beri izlerim ve elimden geldiğince hâlâ izlemeye devam ediyorum. Amerika’daki saat farklılıkları nedeniyle ülkemizde gece geç saatlerde maçlar oynanıyor. Favori takımlarım var, onları izleyebilmek için bazı günler alarm kurup kalkıyor ve maçı izliyorum. Eskiden uyumadan maçları izleyebildiğim kadar izlerdim fakat artık sadece favori takımların maçlarını izliyorum. Diğer maçların da özetlerini ara ara sabah uyandığımda izlerim. Bu arada, sadece kum torbasını değil, aklıma estiği anda karşıma ne çıkarsa yumruklarım. Biraz agresif ve gergin bir hâlim var. E tabii fizikî durumun da verdiği bir pohpohlama olsa gerek.
Daha çok hangi vakitler kelimelerle, cümlelerle kavgaya tutuşursun?
Aslında her vakit kelimelerle, cümlelerle kavga hâlinde olmam gerektiğini düşünüyorum fakat gün içerisinde bunu başaramıyorum. İşler, güçler, gezmeler… Fırsat bulamama ya da fırsatı bulmak istememe gibi bir durum içerisinde oluyorum. O yüzden en iyi kavgamı geceye saklıyorum. Rahat bir şekilde, kimselerin müdahale etmeyeceği, sakin kafayla girebildiğim bir kavga hâlidir bu. Başka vakitlerde bunu yapmam zor, çünkü dikkati çok çabuk dağılan birisiyim. Daha doğrusu, dikkatimin çok çabuk dağılmasını istediğim durumlar fazla.
Yazarken beslendiğin kaynaklar nelerdir? Bize biraz da okuduklarından bahseder misin? Klasik deyince aklına ilk gelen kitaplar hangileridir mesela?
Bir yazıya başlamadan evvel günümüzün “âlim”i interneti kullanıyorum. Bu, zaman kazandırıyor. Elimde olmayan kitapların PDF’lerini bulmam da cabası. Fakat önceliğimi kitaplardan yana kullanmam gerektiğini biliyorum. İki kaynağın verdiği bilgi aktarımı arasında dağlar kadar fark olabiliyor. Mesela şu an ütopya konusu üzerinde araştırma yapıyorum. Dilimizde, batılı kaynaklara nazaran bu alanda çok sayıda inceleme metni yok. Olanlar da belli başlı konular üzerine yoğunlaşmış. Mesela, sadece “edebiyatta ütopya” ya da “felsefede ütopya” başlığı altında konular işlenmiş. Batılı eserlerde ise ütopya için birçok inceleme metni sözkonusu.
Klasik deyince aklıma ilk gelen eserlerin Sa’dî-i Şîrâzî’nin “Bostan” ya da “Gülistan” olmasını ya da senin her yerde dilinden düşürmediğin Mantıku’t-tayr, veya Mesnevî, ne bileyim Mem-û Zîn ya da ilk Kürtçe mevlid ve hemşehrim olması hasebiyle Melayé Baté’nin Kürtçe mevlid-i şerifini demeyi çok isterdim lâkin ilk batı klasiklerini okumaya başladığım için hep o taraftan yazarlar aklıma geliyor. Bunların arasında da en çok kendime benzettiğim karakter sevgili Oblomov’dur şüphesiz.
Bir zamanlar portre yazıları yazdın ama daha çok denemelerle karşımıza çıkıyorsun. Gizli gizli şiir yazdığını beğenmeyip yırtıp attığını da biliyoruz. En çok hangi tür seni cezbediyor?
Portre yazıları, merak ettiğim insanların hayatlarını araştırmamla başladı. Bazen onlara dair bir bilgi, bazen çizdikleri eserler, bazen de izlediğim belgesel film… Bunların içerisinde dikkatimi çeken, beni heyecanlandıran bir şeyler bulunca o isimleri araştırıp “bir yazı çıkar mı acaba?” düşüncesiyle notlar alıyordum. O notlar 3. sorunun cevabında anlattığım döngüden geçerek yazıya dökülüveriyordu. Şimdilerde ise yukarıda da belirttiğim gibi bir alan seçtim. Ütopya… Francis Bacon’un Yeni Atlantis kitabı beni buraya itti.
Beni en çok şiir cezbediyor. Tekrar tekrar okuduğum şiir kitapları var. Her okuduğumda farklı bir haz alıyor, yeni bir anlam ile karşılaşıyorum. Bu da çok büyüleyici geliyor. O büyüye kapılıp sürekli kayboluyorum.
Bir gün Hakkâri’desin diğer gün Van’da, öbür gün bakıyorum İstanbul’dasın. Ülkemizin iki uç noktasında yaşıyor gibisin. Coğrafya gerçekten kader midir? Kendinle İstanbul’da mı daha barışıksın yoksa Van’da ya da Hakkâri’de mi?
“Coğrafya kaderdir” cümlesi, doğuda hemen herkeste vücut bulmuştur. Ben de bazen bu sözün boyunduruğu altına giriyorum. Bilirsin, yıllardır doğunun bir çalkantısı var. O çalkantı durumunda kimse arzuladığı, düşlediği hayatı yaşayamıyor. Bu durumu değiştirmeye yönelik de bir şeyler yapan yok. En kolayına kaçıp, “Ya nasıl olsa coğrafya kaderdir” deyip geçiştiriyorlar. Ben de bu durumu “Tebdil-i mekânda ferahlık vardır” atasözü ile değerlendirmeye karar verdim. İlk önce Van’da bunu tecrübe ettim fakat çok uzun sürmeden ülkenin diğer ucuna yani İstanbul’a gelerek ferahlığa eriştim. Burası kendimle barışık olmamı sağlıyor. İmkânlar, fırsatlar, eğitimler… Elbette bu şehrin birçok dezavantajı da var fakat eldeki imkânları değerlendirebildiğim kadar değerlendirmeye çalışıyorum. Bu cevaptan “Hâkkari’yi ya da Van’ı kötülüyor algısı” oluşmasın fakat bu bir gerçek.
Kitabının çıkmasını beş altı gözle beklediğin bir yazar var mı? Misal son zamanlarda çıktığına en çok sevindiğin kitap hangisi?
Ben en çok, senin ve Feyyaz Kandemir abimin kitaplarını dört gözle bekliyorum. Bir de Sulhi Ceylan’ın çıkarmasını umduğum ve beklediğim kitaplar var: Sitede yer alan mektupları ve rüzgâra tutulmuş günlükleri.
Son zamanlarda çıktığına sevindiğim kitap Samet Çıldan’ın, Kuşlar Kıraathanesi oldu. Bu seneyi İngilizce kursunda geçirdiğim, hep derslerle meşgul olduğum için edebiyat dünyasındaki yeni eserleri takip edemedim.
Bir kitap çalışman var mı? Varsa bize bundan biraz bahseder misin? Yoksa da hayalinde yazmak istediğin kitabı uzun uzadıya anlatır mısın?
Bir kitap çalışmam yok fakat üzerinde çalıştığım ütopya konusu hakkında fikir alışverişinde bulunduğum kişiler, çalışmamın kitaplık çapa ulaşmasını istiyorlar ve bu beni heyecanlandırıyor.
Ütopya çalışmalarımı Uğur Abi ile başlattık. Kendisi bu konuda desteğini hiç eksik etmiyor sağ olsun. Bir rota oluşturduk ve okuma listesi hazırladık. Bu rotada adım adım yazıları da yazmaya başladım. Son olarak “Erken Dönem Ütopya Örnekleri Olarak Mitoloji ve Destanlar” yazısı yayınlandı. Bundan sonraki yazılarda da şöyle bir yol izlemeyi planlıyorum Allah nasip ederse: Belirlemiş olduğumuz alanlarda yer alan ütopyalar hakkında araştırmalar yapacağım. Sosyoloji, siyaset, ekonomi, edebiyat, felsefe, bilim ve sinemada ütopya konularını inceleyeceğim. Daha sonra ise aynı alanların karşıütopya / distopyalarını belirleyip araştırdıktan sonra yazıya dökmeyi planlıyorum. Bu şekilde birikecek yazıların bir kitaba dönüşmesi güzel bir düş.
Bize son olarak neler söylemek istersin?
Öncelikle kestane balının diyarı Zonguldak’a selam ediyorum. Çok farklı bir şehir olduğunu düşünüyorum. Son yıllarda istikrarlı bir şekilde gündeme girmesini biliyor. Salgın döneminde “30 büyükşehir ve Zonguldak” manşetleriyle hafızalarımızda yer edindi. Son günlerde ise kestane balı ile. Zonguldak’tan okuyucularımız varsa şu kestane balının kalite kontrolünü yapabilmek için bizlere ulaştırmalarını rica ediyorum.
Hasbihâl için de teşekkür ediyorum. Edebifikir ve okuyucuları dâim ve kâim olsun! Istırapları, sancıları, rahatsızlıkları, acıları eksik olmasın!
Vesselâm!
Yazarlarımızla Hasbihal Serisi
Yazarlarımızla Hasbihal: Ömer Can Coşkun
Yazarlarımızla Hasbihal: Cüneyt Dal
Yazarlarımızla Hasbihal: Bilal Can
2 Yorum