Edebifikir okurları için, yazarlarımızla yazı ve hayat merkezinde samimi bir hasbihal gerçekleştirdik. Her hafta bir yazarımızın cevaplarını yayınlayacağımız “Yazarlarımızla Hasbihal” serimizin ilk konuğu Ömer Can Coşkun. (Celal Kuru)
***
Sevgili Ömer, o bitmek tükenmek bilmeyen ve hiçbir zaman da cevabını tam olarak alamayacağımız klişeyle başlayalım. Bize biraz kendinden bahseder misin?
Askerlik şubesinde bir komutanın “Hocam sen kendine ne yaptın böyle yaa?” sözü üzerine hiç üşenmeden “Doğum Konya, ilkokul Mardin, ortaokul-lise Isparta, üniversite Afyon, yüksek lisans Manisa” dedikten sonra evraklardan başını kaldırıp “Biz neredeyiz şu an, İstanbul” diyerek yanındaki memurun gülmesine, aynı memurun “Kütük de Denizli komutanım, hocam hemşeriniz çıktı.” sözüyle komutanın “Hemşerim evrak ileri bitince çay içelim” teklifinde bulunduğu muhatab. Bunun üzerine bir de memuriyet nedeni ile gezdiği yerler var ama sayamıyor artık. Şu an Ankara’da. Öğretmen. Genelde öğrencileriyle oturduğu için pek öğretmen olarak göründüğü de söylenemez.
Bu arada işler bitince komutanla çay içmeyi unutan kişi de benim maalesef.
Yazmak için, ilk olarak hangi hadise kanını depreştirdi?
Benim belli bir yaşa kadar canımı sıkan hiçbir şey olmadı. Belli bir yaştan sonra da canımı sıkmayan hiçbir şey olmadı. Hikâye yazmayı istediğim zamanlar oldu ama hiçbir zaman böyle bir girişimde bulunmadım. Yaşamak yeterliydi o zamanlar. Yaşamak derken nefes alıyor olmak. Birkaç kez yazma girişiminde bulunduğumda ortaya çıkan metinler klişe idi. Çünkü canım cidden sıkılmıyordu. Sonra oğlum dünyaya geldi. Devamlı ağlıyordu. Kırkı çıkınca normale döner dediler, ben sayamadan altı aylık oldu ve ben sonrasını hiç sayamadım. Bu sırada zamanımın geçtiğini, ayrıldığım şehirlerin değiştiğini, kahkahaların eskidiğini gördüm. İşte insanın içine bir sıkıntı düşüyor oradan sonra.
Oğlan mı? Oğlan dokuz yaşında şimdi. Doğru saydıysam.
Ellerinizden öper…
Senin de gazete haberleri okumak, kahve içmek, yönünü kuzeye çevirmek, ayakta yazmak, yazmadan önce bir düzine kalem bulundurmak gibi ilginç yazma ritüellerin var mı?
Yüzüklerimi çıkarıyorum. Klavyenin tuşlarına rahat basamadığım için. Onun dışında iyilik sağlık.
Daha çok hangi vakitler kelime ve cümlelerle kavgaya tutuşursun?
Ders anlatırken sanırım. Hem etkileyici hem de öğretici olmak ve bu uğraşınızın talebelere geçmesini sağlayabilmek epey zor. Bunu yaparken aralara sıkıştırdığınız hikâyeler, menkıbeler, kahramanlar, kahramanlar(!) bir süre sonra kafanızda dönüp duruyor. Bu sırada yeni cümlelere açılan kapılar oluyor. Dersten derse koşarken yolda düşürdüğüm kelimeler, cümleler de oluyor. Düşmeyenler bazen hikâyeye dönüşüyor.
Yazarken beslendiğin kaynaklar nelerdir? Bize biraz da okuduklarından bahseder misin? Klasik deyince aklına ilk gelen kitaplar hangileridir mesela?
Hikâye yazabilmek içim hikâye okumak ilk başlarda mantıklıdır. Ara ara bunu tekrarlamak da mantıklıdır ama sadece hikâye okumak yeterli değildir. Ben de ilk zamanlarda geçmiş ve günümüz hikâyecilerinden okumalar yapmıştım. Bir süre sonra hayatımın hikâye okuyarak geçmesinden rahatsız oldum. İyi metinler, derinlikli metinler aramak ve bunları okumak için zaman ayırmak daha doğru geldi. Bunu hikâye yazamama riskini göze alarak yaptım çünkü bunu söyleyenler de oldu. Yazmak için okumak meseleyi bir yerden sonra menfaat ilişkisine döndürüyor. Niyeti tazelemek gerekiyor sonra. Niyet halis olursa ve yazı nasip olmuşsa gerisi geliyor. (bazen de gelmiyor, burası karışık)
Bir kitap ismi vermekten ziyade şunu söyleyebilirim. Bir Telegram yayını esnasında da anlatmaya çalışmıştım ama beceremedim sanırım. Kitap önerirken veya sen neleri okuyorsun anlat bakalım dendiğinde kendimizi sonuna kadar açabiliyor muyuz yoksa karşı tarafın okuduğumuz kitapları beğenmesi ve bizi eleştirmemesi için orta yollu, herkesin sevdiği kitapları mı sıralıyoruz? Okuduğum kitapları önerirken kibir karışıyor olabilir mi kanıma? Benim okuduğum kitaplar beni yola getirdi diye başka birini de yola getirir mi? Yoldan çıkarır mı? Bana yazdırır da seni bıktırır mı? (Burada bazı temel kitapları konu dışı bırakıyorum tabiî.)
Bu nedenle bu tarz sorulara cevap veremiyorum son zamanlarda.
Bugüne kadar tür olarak hikâyenin dışına çıkmadın. Bu bir tercih mi yoksa hikâye tarafından kuşatıldığını mı düşünüyorsun? Hikâyeden başka ne yazmak isterdin?
Bir dönem divan edebiyatı ile çok fazla ilgilenmiş ve kırık dökük birkaç şiir denemem olmuştu. Sonrasını hatırlamıyorum.
Roman yazmayı birkaç kez düşündüm, birkaç kez de denedim. Sonrasını hatırlamıyorum.
Hikâye bir oturuşta yazılmıyor. Ben aklıma gelen bir olayı veya durumu zihnimde evirip çevirmeyi seviyorum. Çok üretken biri değilim. Olmayı da istemedim açıkçası. Hadi bir öykü yaz bana demli olsun, iki de şeker koy yanına gibi denemeler içine düştüm bir dönem. Büyük hataydı. Ben derste hikâye anlatmayı seven biriyim. Anlatamadıklarımı da yazıyorum. Hepsi bu. Hikâyeler benim kaçış mekânım. Sanatsal kısmı ile ilgileniyorum tabiî ki ama bunları düşünerek kendimi bir biçim çukurunun içine itmiyorum. Olmuyorsa olmuyordur. Bu dünyada daha önemli şeyler var ve hiçbiri hikâye değil.
“Dünyanın Dönüş Hızı” ne âlemde? İlk kitabın için aldığın dönüşlerden müspet ya da menfî unutamadığın bir anektod var mı?
İlk kitap… Bilmiyorum. Arada bir aklıma geliyor kitaplıktan alıp sayfalarını çeviriyorum. Bazı cümlelere şaşırıyorum, bazı cümleler de bana şaşırıyordur büyük ihtimalle. Birkaç yakın arkadaşım misafir gittikleri evlerde benim kitabımla karşılaştıklarında fotoğrafını çekip atıyorlardı. Annem, anneanneme götürmüş kitabımı, torunun kitap yazdı diye anlatmış. O da bana selam yollamış. Anneannen çok sevindi oğlum, demişti annem. Sevinmiştir gerçekten. Okuma yazması yoktur ama sevinmiştir.
Son yazdığın hikâyelerin kurgu ve üslup bakımından bir ivme kazandığını müşahede ediyoruz. İkinci kitap ne zaman çıkacak?
Bir dosya haline getirdiğim hikâyeler şu anda yayınevinde incelemede. Bir kitap olmayı hak edecek nitelikte mi, bilmiyorum. Zaman bize ne gösterecek, bekliyoruz.
Bize son olarak neler söylemek istersin?
Hep beraber “bırakalım” derseniz bırakalım bu işleri. Ben muhabbetinizi çok sevdiğimden duruyorum buralarda. Çocukken arkadaşlarımın yanından ayrılamazdım, bensiz çok eğlenecekler ve ben orada olmayıp her şeyi kaçıracağım, diye endişelenirdim. Aynı işte. İnsan büyüyünce de aynı. Dua beklerim.
Her zamanki gibi: Gerisi hikâye.
1 Yorum