Kelimelere Esaret

Konuşmak, insanın acısını almasa bile öteliyor, kendini unutmanın bir ifadesi oluyor bazen. İnsan, anlattıkça kendine uzaklaşıyor… Garip bir durum. Konuşmak bir kaçış hali, yaşadığını hissetmenin bir yolu oluyor. İnsan her ne kadar konuşurken kendinden bahsetse de bu bahsetme hali onu kendine yabancı kılıyor. Çünkü konuşurken, kendini kendinden başka biri olarak anlatmak zorunda kalıyor. Konuşmak insanı, kendine karşı üçüncü şahıs kılıyor demek istiyorum.

Her hâlükârda insan konuşmaya muhtaç bir varlık. Konuştukça, varlığının farkına varıldığının bilincinde çünkü. İsbât-ı vücut oluyor o halde konuşmak. Kahrolası bilinmek ve görülmek istemenin sonucu yani. Bu durumda dinleyen, bir nesne halini alıyor. Görevi ise öznenin varlığını koyulaştırmak. Kimse nesne olmayı dert etmiyor, çünkü biraz sonra özne konumuna gelip etrafındakileri nesneleştireceğinin farkında.

Kelimelerin harflerden ibaret basit bir simge olduğunu değil canlı varlıklar olduğuna inanıyorum. Ağzımdan çıkan her bir kelimenin o an bir ruha sahip olduğunu ve bilmediğim bir yerde kendilerine biçilen görevleri yerine getirdiğini düşünüyorum. Konuyu biraz daha açayım. Kelimelerin yüklendikleri manaya âşık olduklarını ve bu mananın gerçekleşmesi için çalıştıklarını düşünüyorum. Bu sebeple konuştuklarıma da dikkat etmeye çalışıyorum. Olumsuz kelimelerden kaçınıyorum mesela. Ama konuşmanın şehveti diye bir durum var. İnsan konuşurken kendini unuttuğu için kelimelerin akışına kapılıp bazı şeyleri abartabiliyor ya da kendini daha yüksek bir konumda gösterebiliyor. Böylece konuştuğu kelimeler tarafından esir alınıyor. İşte kelimelerin bir gücü de bu. Sahibini köleleştirmek! Her insan ağzından çıkan kelimelerden oluşan bir hapishanede yaşar. Kelime sayısı ve niteliği hapishanesinin büyüklüğünü ve özelliklerini belirler. Ve kimse bu hapishaneden azade değildir. Hâmûşan müstesna.

Merak etmeyin, susmanın faziletinden bahsedecek değilim. Susmanın ayrı bir dil ya da bir ifade biçimi olduğundan da bahsetmeyeceğim. Susarak konuşmanın inceliklerini de anlatmayacağım. Çünkü konuşmanın şehvetinden dert yanan birinin, susmanın önemi hakkında konuşmasının ayıp olduğunu biliyorum. İnsan ulaşamadığı haller hakkında bir güzelleme olarak konuşabilir. Bunun bir kaçış, kendini aklamanın bir yolu olduğunu da düşünüyorum. İnsan, ulaşamadığı hedeflerden bahsederek ya da dedikodusunu yaparak kendine haklı bahaneler bulmanın derdindedir. Derdindedir dediğime bakmayın, insan bahane bulma uzmanıdır.

Sartre “İnsan bir kez konuşmanın dünyasına girdi mi, susmak da kelimelerle tanımlanır” der. Konuşmanın büyüsü bu olsa gerek. Öyle ki susmanın anlam dünyası konuşma (kelimeler) tarafından belirleniyor. Bir insan konuşurken sustuğu an, bu susmasının manasını az önceki konuştuklarında arıyoruz. Peki hiç konuşmadan susmak? İşte bu suskunluğu anlamanın bir imkânı yok. En azından kelimeleri tarafından esir alınmış bizler için.

Bazen içimdeki tüm sırları (saklı kelimelerimi) yüzüme vuracak birini aradığımı fark ediyorum. İşte böyle birinin karşısında saatlerce oturup konuşmasını dinlemek istiyorum. Bunun bencillik olduğunun bilincindeyim. Ama insanın ne kadar bencil olduğunu söylememe de gerek yok sanırım. Düşünsenize yıllardır kendinize bile itiraf edemediğiniz sırlarınızı yüzünüze tane tane vuran ve bunu da sizi küçük düşürmek için değil sadece söylemek gerektiği için söyleyen birinin karşısında oturmak ne kadar keyifli ve bir o kadar da acı vericidir. Ama her hâlükârda insan dinlemek ister. Kendini bir başkasının ağzından duymanın şehveti de diyebilirim buna. Kendini başkalarının kelimelerinde var etmek! Müthiş değil mi?

Sözün özü, sürekli konuşuyoruz ve konuşmalarımız bir anlamdan çok varlığımızı kanıtlamaya dönük eylemden ibaret. Susmak ise uzaktaki köy…

Sulhi Ceylan

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • okur , 15/12/2021

    “sık göğsünü sık söyleme tek kelime” diye geçiyordu. insan şifa bulmak için umuma kelime saçtıkça eksiklik hissi de artıyor. hatta belki bulanıklığı da.
    azalmak, dinginliğe götürebilir.

  • ihsanbul , 15/12/2021

    ilk iki paragrafı okurken zihnimde oluşan “içimdeki fırtınalardan bahseden birilerini keşfetsem, yazdıklarını okusam, söylediklerini dinlesem” cümlesine altıncı paragraf ile cevap geldi. demek ki zihinde dile gelsin diye söylenmesi beklenen her kelime, her cümle bizleri esir eden gardiyanlarmış.

    özgürleşmek adına bu esaretten kurtulmalı mı, yoksa bizleri esir etmesinde memnun kalacağımız cümleler mi seçmeli?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir