Yazmak, varlıkla ilişkiye geçmektir. Yazar bu ilişkinin kurucusu olduğu kadar dönüştürücüsüdür de. Teknik bir işmiş gibi duran yazarlığın arkasında felsefi bir altyapı vardır ki bunu da varlıkla ilişkinin tarzı belirler. Böylece yazmak, bir varlık tecrübesi halini alır.
İmam Gazâli, her şeyin varlığının dört mertebe olduğunu söyler: Hariçteki, zihindeki, dildeki ve yazıdaki varlık. Konunun anlaşılması için de ateş örneğini verir. Ocaktaki ateş “hariçteki varlık”, ateşin zihindeki ya da hayaldeki varlığı “zihni varlık”, ateşin kendisine delalet eden ateş kelimesi “dildeki varlık” ve ateşin bir kâğıda yazılması ise “yazıdaki varlık”tır. Ateş yakıcıdır ama ateş kelimesi yakıcı değildir. Ateş kelimesini oluşturan sesler de yakıcı değildir. Aynı şekilde kâğıt üzerindeki ateş yazısı da yakıcı değildir. Yani yakıcı olan sadece ocaktaki ateştir ki bu hariçteki varlıktır. Şimdi bu varlık mertebelerine yakından bakalım:
1. Hariçteki Varlık: Dış dünyadaki gerçekliktir. Gördüğümüz her türlü şey hariçteki varlığa örnektir. Masa, araba, ağaç, taş ve taşın sertliği gibi. İnsanın varlığı da bu mertebeye dahildir. Bunlar yazarın beslendiği gerçekliklerdir. Yazar, duyuları vasıtasıyla eşyayla ilişkiye girer ve bunları işlenmek üzere zihnine alır. Hazır bulduğu bu gerçeklikleri yazının ham maddeleri olarak görür. Yazar, bu ilk malzemeleri olduğu gibi algılar ama yazarken olması gerektiği gibi yansıtır metnine. Dolayısıyla yazmak, varlığı olduğu gibi aktarmak değil, varlığın görünmeyen yüzünü görünür yüzünden de okumaktır. Yazar gördüklerini yorumlar ve anlamlı bir bütüne ermek ister. Erdiğinde de yazıya sarılır. Hazır bulunan gerçeklik sorgulanır, dönüştürülür ve hatta yeniden kurgulanır.
2. Zihni Varlık: Dış gerçeklik, duyularımız vasıtasıyla zihne alınır. Yazar gördüklerini kavrar ve arkasındaki saikleri araştırmaya başlar. Gerçek hayattaki “at”tan “kanatlı at”a gitmek zihne mahsustur. Çünkü at dünyadaki bir gerçekliğe denk gelirken, kanatlı at ise sadece zihinde vardır. İşte yazar, dünyayı zihninde canlandırır. Zihin bir işlemci gibi çalışıp bu dünyanın anlam haritalarını çıkartır. Varolanın dönüştürülmesi ve yeni baştan kurgulanması zihnin görevidir. Yazarın dünyası dediğimiz yer de tam burasıdır. Yazar, yazdıkları ile okuru kendi dünyasına çeker, kendi kurguladığı gerçeklikte nefes aldırır.
3. Dildeki Varlık: Sözle ifadeden ibarettir. Yazar, zihninde dönüştürdüğü ve artık kendisi kıldığı gerçekleri söze döker. Arkadaşlarına, dostlarına vb. anlatır. Anlamın ilk dışa vuruluşu sözle olur. Yazar dilin taşıyıcı gücü yanında kurucu gücüne yaslanır. Bu güce sırtını vererek kendini ifade eder. Kelimelerin yetersizliğini fark ettiğinde yine kelimelere döner ve derdini en yüksek şekilde ifade etmek için savaşına devam eder.
4. Yazıdaki Varlık: Dilin yazıya dönüşmüş halidir. Yazar dördüncü mertebede görünür olur (kitap vb.). Okur ile yazdıkları üzerinden ilişkiye geçer. Zihindeki tasavvur artık kalıcı hale gelmiş ve bir metinde kendine yer bulmuştur. Yazı, düşüncenin mühürlenmiş yahut zihindeki varlığın sabitlenmiş halidir. Yazar, yazdıklarıyla artık yeni sahillere açılmaktadır. Dönüşüm, şimdi okurların zihninde devam edecektir. Her okurda yeni bir doğum yapan yazar, aklından geçmeyen manalara doğru seyahat eder.
Yazar, dördüncü mertebe olan yazıdaki varlık sayesinde, okurların ikinci mertebesi olan zihni varlık mertebesine geçer. Okur, metni okurken, yani yazı varlığının üzerinde gözlerini gezdirirken, ister istemez okudukları sebebiyle zihninde bir dünya kurulur. Yazıdaki varlık, artık zihinde yaşamaktadır. Zaten yazarın da niyeti budur. Okurun, okuduklarından etkilenip yazılanların gerçekte varmış gibi hissetmesini sağlamak. İşte yazının gücü de bundan ibarettir. Kurgulanmış bir dünyanın, sanki gerçekmiş gibi hissedilmesi…
Yazar, bir duyguyu başka bir kalbe geçirebildiğinde, olmayan bir şeyi varmış gibi düşündürtebildiğinde görevini yerine getirmiş demektir. Zira hakikati görünür kılmak, her yazarın arzusudur.
Yazı, zihinden zihne geçmenin aracıdır. Her zihinde yeni bir elbise giyen gerçeklik, son zihinde yine yeni elbise giydirilerek okurun kendi malı haline gelir. Yazar, yazdıklarıyla okurun duygularına seslenmek ve onları harekete geçirmek ister. Aynı zamanda zihinleri aydınlatmak… O halde her metin, yazarla okur arasında kurulmuş bir köprüdür. Yazar, yazdıkça adeta var eder. Okurda bu varlığı kendine mal eder. Böylece ilişki sürer gider. O halde yazmak, varlığın dört mertebesinin içiçe geçtiği felsefi bir eylemdir aynı zamanda. Yazar, yazdıkça var olur. Okur, okudukça bu varlığı kendince ve kendinde var eder. Kısacası yazar, yazdıklarıyla okurda yeni bir gerçeklik kurmuş olur. Okur da bu gerçekliği kendince yaşar.
Sulhi Ceylan