bir örümcek titizliğiyle ördüğüm tenhalığım
tanımadığım ama durmadan yağan telaşım
her gece bir tuğla daha koyduğum vahşi tarafım
hepsi burada, çocuksu ellerim arasında
göstermiş miydim sana
güvercinlerin unuttuğu şehirle dolmuş içimi
mavisi eskimiş resimler gibi olduğumu mesela
bir terzinin yanlış biçtiği paça kadar eğreti umutlarımı
ben
güneşi burnunda gökyüzü gibi
muhbiriydim kendimin
sabah sisinin içinde
hayretim
nereye gideceğini bilmeyen böceklere benziyor
burukluğun ve kaygının aynasında
olsa olsa
kimsenin yüzü ekşimesin diye
verilmeyen bir salkım üzümdüm
O’ndan başka kabul edecek yoktu
gözlerimde yüzdürdüğüm zarfları
durmadan durmadan
rüyalar görüyorum burada rabbim
bir senarist yazıyor beni
teneke bir gökyüzünde hıçkırık sesi olarak
yazıyor beni
saati işlemeyen bir öfke yerine
ormanın en derinliklerinde
uzaklaşıyorum her söylenenden
açım diyorum ve koparıyorum kabuğumu
yara izinden beslenen kediler gibi
yakışmıyorum hiçbir efsaneye
savaşın ve korkunun çağında
bir devlet olamadım Rabbim
nasılsa ölebilir insan çitleri aşarsa diye
hiç alışılmış bir adresi olmadı kalbimin
nereye gitsem benimleydi kararmış bir elma
bir ara
karpuz kabuklarından masallar koydum
çocukların çantalarına
pamuk minareli, bal kubbeli masallar bunlar
oysa artık
bir orman yangınında yiten isimler gibi her şey
nereye gitsek sığmıyor masalara devletler
nereye gitsek yaşam, öğle arası
cebimde
kalmadı artık
çocuk ağlamasına benzer sorularım
bir dalgınlık anında
iman ettim varlığımın karanlık sularına
nasılsa
gelmiyor içimden artık
bir topal ata su vermek
nereye gidersem gideyim
bulamıyorum o sönmeye yüz tutmuş
yıldızlı bahçeyi
ellerimin arasında ufalanırken yaşamak
gösterir misin rabbim vahşi tarafıma
Ebul Erkam’ın evi
hangi güvercinin gözlerinde?
Sinem Çağlancı
1 Yorum