Künye: Türkiye’nin Maarif Dâvası, Nurettin TOPÇU, Dergâh Yayınları, Ocak 2019, İstanbul.
***
Üç asırlık yıkım asrımıza, imanı riyâ ile bulanmış, iktidarı menfaatine esir, hezimet halinde bir millî varlığı miras bıraktı. Ona yeni bir gençlik aşısı yapmak lazım geliyordu. Asrımızın başında millî hayatımızda böyle bir hamlenin hazırlıkları yapılmaya başladı. Lâkin bu gayret, başladığı yerde bitti. (s. 21)
Şefleri büyük sürünün önünde değil, herbirimizin iradesinin ta içinde arayalım. Şefimiz aşkımızdır. Onu kalbimizde alkışlayalım. Bütün bir ömür dövülen kalp, en büyük ve cesur önderdir. (s. 28)
Bugün artık kutsallaştırdığı uzvî yapının sakat sinirleriyle kıvranan nesli tedavi için, tam hastalığın bulunduğu yerden işe başlamak lâzım geliyor. Uzviyetten ilme, ilimden felsefeye, felsefeden sanata ve ahlâka ve nihayet dine yükselmemiz lâzımdır. Böyle adım adım yürüyüş, hasta, hem de şaşkın bir nesli Allah’a götüren yolda yeniden canlandırabilir. Bu iş bir maarif işidir ve bir neslin kurtuluşunu ancak maarifinin yükselmesinde aramak lâzımdır. (s. 29)
Büyük şehirlerin sağanaklı hayatında kendi kendilerine kalıp da düşünme fırsatını bulamayan gençler, günün meselelerini hep birlikte siyaset potasına boşaltıp orada tanıma alışkanlığını edindiler. (s. 33)
“Milletimin istiklâlini kazandım, mektebimin istiklâlinden vazgeçtim.” diye övünmek sade bir vatan katiline yakışırdı. (s. 34)
Bugün en küçüğü en büyük yere ulaştıran bir demokrasi içinde halk eğitimi, kalp terbiyesine yönelecek yerde radyoculuk ve otomobil kullanma heveslerini besleyerek insanı makina denen zehirli âletin esaretine sokmaktadır. (s. 35)
Ruhsuz, idealsiz, inançsız bir öğretim gençliğe karakter yerine hüner verecek ve insanı elbette aşağı canlıların hizasına indirecektir. (s. 45)
“Gerçek mektepte muallimle talebe, ıztırap çekerek öğretmeğe ve ıztırapla öğrenmeğe muhtaçtırlar.” Ders, bu tadına doyulmaz ıztırabın sahnesidir. (s. 53)
Bugünün genci, sporcularla artistlerin isimlerini mi ezberlesin? Partilerin mühim simalarını mı öğrensin? Amerikan etiketiyle şöhretinin musallat olduğu bunca eşyayı mı hatırında tutsun? Yoksa mektepkteki rengârenk derslerin endamiyle mi karşılaşsın? Bütün bunları yapmak zorunlu olunca şahsiyetin birliği ve bu birliğin kuvvet ve enerjisi çekilerek yerini tasavvurlardaki çokluğun serseri heveslerine terkedecektir. (s. 56)
Aile; örf ve âdetlerin ve bir dereceye kadar seciyemizin hamurunun yoğrulduğu mekteptir. Sevginin ve kalp alışkanlığının mektebidir. Sabrın ve müsamahanın mektebidir. Şefkatin ve anlayışın mektebidir. Fedakârlığın ve vazifeler yüklenmenin mektebidir. (s. 59)
İbadetin nasıl mektep olduğunu, kalp ile ibadet edenler bilirler. Nihayet ölüm, en büyük ve hepimize açılmış olan mekteptir. (s. 61)
Hayatın her sahasında mektepleşme, kaideleşme, şuurlaşma hareketi zarurîdir. İşte inkılâbımızın gerçek hedefi. (s. 62)
Tekrar edelim: Mektep, mânâya yükseliş, birliğe yöneliş, kaide ve disiplindir. Bütün bunların birleşmesinden ruhanî ve ilâhi bir koku ruhlara dağılır. Mektebi aşk besler, metodlu düşünce yaşatır. (s. 63)
Ruhumuzun sanatkârı, hayatımızın nâzımı olan muallimin aramızdaki yerinin yüksekliğini, vazifesinin geniş ruhî mesuliyetinin pek ağır olduğunu maalesef gençlere değil, bugün muallimlere hatırlatmak lüzumunu duyuyoruz. (s. 65)
Muallim sadece bir memur değildir; belki genç ruhları kendilerine mahsus mânadan bir örs üzerinde döverek işleyen bir demircidir. (s. 68)
Muallim, köyde bilen, öğreten, irşad eden, yol gösteren, terbiye eden, hulasa veli, mürebbi ve emin vasıflarına sahip insan olacaktır. (s. 70)
“Babam beni gökten yere indirdi. Hocam beni yerden göğe yükseltti” diyen İskender, muallimi anlatmıştır.
Milletimizin ruhî temelleri olan İslâm’da, Peygamber ilk muallimdi. Öğreten o, inandıran o, yürüten o idi. Devlet ve mektep işlerini birleştirmiş, devleti mektep haline getirmişti. Sonraki devirlerde bu ikisi ayrılmakla beraber; birbirlerine sımsıkı teması muhafaza ettiler ve devlet adamı, muallimin emrinde bulunduğu müddetçe cemaat ikbâl halinde yaşadı. Muallim, devlet adamının bendesi olduğu zaman, cemaat bozuldu, felâketler baş gösterdi. (s. 73)
Gücümüzün yetmediği yerde kalbimizin beddualarına, yüzümüzün güldüğü yerde gönlümüzün kin ve nefretlerine karşı gelerek, bu beddualarla kinleri, içimizdeki gizli kirli bir şeyi yolarak atar gibi, ruhumuzdan sıyırıp atabilecek el, muallimin elidir. (s. 75)
Duyguları hiç yoğrulmaya muhtaç değilmiş gibi çocuğa tabiat eşyası tanıtılıyor. Kültür dersleri, farazâ tarih ve coğrafya bile, eşya dersleri gibi okutuluyor. Ve çocuk, bütün his ve ruh gıdasından mahrum kalınca sapıklıklara düşüyor. Zâlim oluyor, menfaat makinası haline geliyor, feragat nedir bilmiyor, kendine yaklaşamıyor. (s. 78)
Maarif demek, muallim demektir. Milli Eğitim Bakanlığı sadece onu düzenleyici bir cihazdan başka bir şey değildir. Kitap, program, imtihan ve bütün öğretim meselelerini çözümleyecek olan bir milletin muallim ordusudur. Bu işlerin Bakanlık teşkilâtı tarafından tepeden idaresi muallimin ilmî ve fikrî hürriyetinin inkârı, bu hürriyetin adeta köleleştirilmesidir. (s. 81)
Aktaran: Abdülmelik Keskin
1 Yorum