Davut Bayraklı: “Tarihe geçen sözler çoğu zaman bir döneme, bir insanlık haline ayna tutuyor.”

Davut Bayraklı ile, son kitabı “Tarihe Geçen Sözler” hakkında söyleşi yaptık. Sözün gücünü ve tarihte iz bırakan ifadelerin arka planını konuştuk. Keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

**

“Tarihe Geçen Sözler” fikri nasıl ortaya çıktı? Yazma sürecinde sizi tetikleyen motivasyon neydi?

Her kitabın bir yolculuğu, her yolculuğun da çıkış noktası vardır. Tarihe Geçen Sözler’in çıkış noktası, bana tevdi edilen bir radyo programı teklifiydi diyebilirim. Semerkand Radyosu Genel Yayın Yönetmeni Cengiz Demir, daha önce böyle bir program düşündüğünü ve uzun zamandır yapamadığını söyledi. Neticede benden bu programın metinlerini yazmamı istemesiyle bir anda kendimi işin içinde buldum. İlk başlarda nasıl yazacağım konusunda çok zorlandım. Bir Türkolog, bir tarihçi olmanın getirdiği birikimden faydalanmaya çalışarak bu güçlüğü aşmaya gayret ettim. Sonrasında tarihte söylenmiş sözlerin izini sürmenin, aslında tarihin tozlu sayfalarında kaybolmuş sözleri ya da yanlış bilinen ifadeleri gün yüzüne çıkarmanın kendi hafızamızı da tazelemek olduğunu fark ettim. İki yılı geçen bir emek ve arayıştan sonra 25 sözü yazabildim ve bu sözler de nihayet iki kapak arasına girip kitap olarak okurla buluştu. Bu sürecin itici gücü ne oldu denilse her halde peşine düştüğüm, izini sürdüğüm, takip ettiğim sözlerin insanı hem yakan hem de aydınlatan ateşi oldu diyebilirim. 

Sizce bir sözü ‘tarihe geçen’ kılan temel unsurlar nelerdir?

Bir sözün tarihe geçmesi için yalnızca söylenmiş olması yetmiyor. O sözün; anlam yükünü, yaşanmışlığı, tecrübenin tortusunu ve derinliğini de taşıması lâzım. Yazmaya gayret ettiğimiz sözlerin de her birini tarihe kazıyan olgu, genellikle onun arkasındaki acı, fedakârlık, mağlubiyet ya da zaferler oldu. Bazen bir milletin kaderine, bazen de insanlığın ortak hafızasına temas etmeye gayret gösterdik. Bu yüzden “tarihe geçen” sözler çoğu zaman bir döneme, bir insanlık haline ayna tutuyor. Bu çalışma sürecinde de zaten şunu gördük, yerelden küresele uzanabilen, bir toplumu aşarak bütün insanlığın dilinde kendisine bir yer, anlam alanı bulabilen sözler doğal olarak tarihin hafızasında kalıcı oluyor.

Sözlerin farklı toplumlarda ve kültürlerde benzer biçimlerde ortaya çıkmasını neye bağlıyorsunuz?

Galiba bunu insanlığın ortak kaderi olarak ele alabiliriz. Farklı coğrafyalarda, birbirine yakın zaman dilimi içerisinde yaşamış toplumların benzer duygularla, benzer tecrübeler yaşaması kaçınılmaz bir durum. Her toplumun acısı, sevinci, hayal kırıklığı, yenilgileri hatta zaferleri var. Bunlar zaman içinde dilin sınırlarını da aşıyor. Hatta bir Anadolu atasözüyle, bir Afrika deyimini bazen aynı hakikate işaret edebiliyor. İnsanlar benzer duyguları yaşadıkça ortak sözler üretiyorlar demek ki. Belki sözün evrenselliği de buradan doğuyor. Benim gördüğüm, tecrübe edebildiğim kadarıyla dil değişse de insanlık tecrübesi birbirine yakın kalmaya devam ediyor.

Yanlış atfedilen, çarpıtılan ya da dramatize edilen sözlerin tarihî hafıza üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, konunun bir de bu tarafı var. Bana kalırsa bu durum çok trajik. Zira bazen bir sözün sahibi sanılan kişinin aslında o sözü hiç söylememiş olduğunu görüyorsunuz. “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” örneğinde olduğu gibi… Bazen de ölüm anında söylenmiş dramatik bir söz, yıllar sonra bambaşka bir anlamla hayat buluyor. Bir sözün, deyimin yanlış aktarılması, toplumsal hafızada kimi zaman gerçeklerin üzerini örtebilir. Bu nedenle belki de her sözün peşine düşmeli, kaynağını araştırmalı ve hakikatin izini sürmeliyiz. Çünkü biliyoruz ki insan hafızası güçlü olduğu kadar kırılgandır da.

Ölüm anında söylenen dramatik sözlerin anlatıdaki rolü ve etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ölüm her şeyin aslına döndüğü bir an galiba. En büyük hakikat… Böylesi yakıcı bir gerçekle karşılaştığınız anda insanın bütün maskelerinden sıyrıldığı, gerçeğin çıplaklaştığı an olmalı diye düşünüyorum. Bu yüzden o an söylenen sözler, dramatik değer taşır ve hafızalarda çok daha kalıcı olur. Fakat bazen bu sözlerin abartılması, kahramanlık destanına dönüştürülmesi de mümkün olabiliyor. Bu noktada da dikkatli olmak gerekiyor zira tarih bazen trajedileri büyütür, çünkü insanlar ölüme olduğundan daha farklı anlamlar yüklemeye meyyaldir. Ama ben, bir sözün anlamını artıran şeyin yalnızca söylendiği an değil, o anı hazırlayan hayatın, sosyal ve siyasal şartların bütünüdür diye düşünüyorum.

Bir sözün sınırları aşıp evrenselleşmesini sağlayan dinamikler nelerdir sizce?

Bu noktada belli bir söz üzerinden konuşmak lâzım. Ama ben genel bir cevap vermek durumunda olduğum için bir sözün, evrensel bir insanlık hâlini dile getirebildiği oranda sınırları aştığına ve yerellikten evrenselliğe ulaştığına şahit oldum. En azından kendi kişisel tecrübem böyle. Bir insanın veya topluluğun yaşadığı tecrübe, insanlığın ortak mirası hâline gelmeyi başarırsa işte o zaman o söz dilden dile, ülkeden ülkeye dolaşır ve siz de bunu engelleyemezsiniz. Sözün gücü de ömrünün uzunluğu da bu doğal akıştan kaynaklanıyor zaten.

Kitabınızda Batı dünyasından ve İslam medeniyetinden sözlere dengeli biçimde yer vermenizin ardındaki düşünce nedir?

Batılı bir gözle ya da bir oryantalist mantığıyla dünyaya bakan birisi değilim. Bu anlamda da dünyanın tek bir medeniyete, tek bir coğrafyaya ait olduğuna inanmıyorum. Bu nedenle insanlığın ortak kültürel havzasında bulunan bir sözün ve hikmetin sahibi de yine bir millet ya da bir medeniyet olamaz. Batı’nın da Doğu’nun da insanlık tarihine kazandırdığı sayısız söz ve deyim var. Ben, bahsettiğimiz bu zenginliğin, bu çeşitliliğin insanı ve toplumları zenginleştirdiğine inanıyorum. Elbette her sözün arkasında o sözün ortaya çıktığı, neşet ettiği kültür, bakış açısı, medeniyet mirası vardır. Bunu inkâr etmiyoruz. Ama farklılıkları anlamak ve onları bir araya getirmek, bugünün dünyasında çok daha önemli. İşte bu nedenle Tarihe Geçen Sözler kitabında okur, bu çeşitlilikte hem kendini hem de ötekini bulacaktır.

Araştırma sürecinizde sizi en çok şaşırtan veya düşündüren başlık ya da söz hangisi oldu?

Tarihe geçmiş binlerce sözün arasından 25 tanesini seçip yazıyorsanız eğer bu, o sözlerin sizi şaşırttığı anlamına geliyor doğal olarak. Ama bu kitapta yer alanlar için soruyorsanız beni en çok etkileyen “Sen de mi Bürütüs!” sözü oldu. Sezar gerçekten de ölmeden önce bu sözü mü söyledi emin değilim açıkçası. Ama yine de bu sözü duyduğunuzda ya da okuduğunuzda tarihin mutlak hakikatiyle anlatının gücü arasında kalıyorsunuz. İşte bazen gerçek, anlatılan hikâyenin çok gerisinde kalabiliyor. Sezar’ın Bürütüs için söylediği bu söz de üzerindeki bu çelişki de beni uzun süre düşündürmedi dersem yalan olur.

Sözlerin toplumun kolektif hafızasında ve kimliğinde tuttuğu yer üzerine ne söylersiniz?

Bahsettiğimiz anlamda tarihî derinliği olan sözler, insanın ve toplumların sahip olduğu kimliğin ve hafızanın aynasıdır diyebiliriz. Bazen insanlar, yaşadıkları büyük acıları, sevinçleri, ihanetleri ya da kahramanlıkları bir cümleyle ya da bir deyimle geleceğe taşıyabiliyor. Her atasözü, deyim ya da tarihî söz toplumun hafızasında belli bir oranda tortu bırakıyor. Bu anlamda bizim unuttuk sandığımız geçmişi, bugüne ve yarına taşırlar. İnsan, kendi kimliğinin izini de en çok yine tarihin hafızasına nakşettiği bu sözlerde bulur. Dil felsefesinden hatırladığım bir söz vardı, “Dil, hafızanın evidir” diye. Bu anlamda evimizde geçmişin yankılarının hâlâ yaşamakta olduğunu söyleyebiliriz.

Kişisel olarak size en dokunan, üzerinde düşündüğünüz veya yeni bir anlam bulduğunuz bir söz var mı?

Elbette. Mesela “Ben, cellatlarımdan daha uzun yaşayacağım” cümlesi üzerinde çok düşündüm. Çünkü bu sözde bir ölümsüzlük iddiası değil, hakikatin ve adaletin zamanla zalimden yana değil, mazlumdan yana işleyeceğine dair sarsılmaz bir inanç gördüm. Gerçekten de zamanın tüm yakıcılığına rağmen cellatlar unutuluyor fakat mazlumlar halen hatırlanıyor.

Bugünün insanı için “Tarihe Geçen Sözler”in ne gibi bir işlevi olabilir?

Zaman değişiyor, dünya dönüşüyor fakat insanın temel meseleleri büyük oranda hep aynı kalıyor. Tarihe Geçen Sözler, bugünün insanına bir ayna… Geçmişin yankılarını bugünün sorunlarında duyabilmemize, ders çıkarabilmemize imkân tanıyan biraz sisli, biraz puslu bir ayna. Bu aynada karşılaşacağımız sözler de bizim için kimi zaman bir uyarı, kimi zaman bir umut, kimi zaman da bir teselli olur. Belki de hafızamızı diri tutmaya, kimliğimizi korumaya ve bize nereden gelip nereye gittiğimizi hatırlatmaya yarar.

Son olarak, bu eserin sizi yazar olarak dönüştürdüğüne inandığınız bir yönü oldu mu?

Öncesinde de yazdığım kitaplar beni olumlu anlamda değiştirdi, dönüştürdü. Tarihe Geçen Sözler üzerinde çalışırken sözün arkasındaki gerçeklerle yüzleşmeye çalıştım. Hakikatin çoğu zaman anlatıdan daha kırılgan olduğunu, sözün de bazen yük, bazen lütuf olduğunu gördüm. Bu sözleri yazmak için okumak sonrasında da yazmaya gayret etmek bana her şeyden çok şu duyguyu verdi: Sözler kaybolmuyor, kaybolan aslında biziz. O nedenle bu sözlerin hafızalarına tutunabilirsek belki zamanla kaybettiğimiz kendi yerimizi yeniden buluruz.

Edebifikir

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • yorgun , 26/06/2025

    Hayırlı olsun. Kitapyurdunda kitaba bakarken bir “iç sayfalara göz at” ibaresini gözüm aradı açıkçası. İçindekiler olur, kitaptan bir parça olur. Tadımlık bir şeyler paylaşın edebifikir…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir