Edebifikir okurları için, yazarlarımızla yazı ve hayat merkezinde samimi bir hasbihal gerçekleştirmeye devam ediyoruz. “Yazarlarımızla Hasbihal” serimizin altıncı konuğu Muhammet Emin Oyar. (Celal Kuru)
***
Muhammet Emin, Hezârfen Ahmed Çelebî’nin yamağı olmayı hiç düşündün mü, onunla karşılaşsan ve çenenin bağı çözülse kendini nasıl tanıtırdın, bu vesileyle bize biraz kendinden bahseder misin?
Hezârfen Ahmet Çelebi zamanında yaşasaydım o dönemdeki neredeyse herkes gibi ondan kaçardım. Hatta belki yine pek çokları gibi büyücü olduğundan şüphelenirdim. Ve onu sürgüne gönderdiği için dönemin padişahına “Padişahım çok yaşa!” derdim. İbn Firnas, Hezârfen Ahmet Çelebi, Lagari Hasan Çelebi gibileri döneminin ilerisinde insanlardı. Ben öyle olmazdım muhtemelen. Ama şimdi karşıma çıksalar durum değişirdi. Bu maceraya nasıl atıldıklarını, motivasyonlarının ne olduğunu anlamaya çalışırdım.
Bu konudan kendime nasıl geçeceğimi bilemedim.
Seni yazmaya sevk eden ne oldu, yazı maceran nasıl başladı, ilk yazıyı kime ve hangi mecraya göndermiş ve nerde yayımlamıştın?
Babamın geniş bir kütüphanesi vardı. İnsan yüzlerce, binlerce kitapla yaşayınca ister istemez onlarla arkadaşlık kuruyor. O kütüphanedeki Anadolu Masalları, Çocuk Edebiyatı Antolojisi, Ömer Seyfettin hikâyeleri gibi kitaplar benim okurluk maceramı başlattı. Çok geçmeden de o yaşlarda yani ilkokul çağındayken yazmaya başladım. Basit çocuk hikâyeleri ve şiirlerdi bunlar… Liseye gelince okumalarım biraz seyrelse de yine devam etti. Yazma konusunda ise bambaşka bir alana kaymıştım. Detayı bende kalsın. Üniversiteye geldiğimde edebifikir.com ile tanıştım. Dananın kuyruğu burada koptu. Okuma ve yazma konusunda epey ciddileştim. Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi öğrencisi olunca okuryazarlık konusu biraz yavaş ilerleyebiliyor ama Sulhi Ceylan’ın tavsiyeleri bana kestirme bir yol oldu diyebilirim. Nihayetinde Edebifikir’de yazılarım yayımlanmaya başladı. Sonra Mostar ve Genç Okur dergilerine de yazdım. İlk kitabım da öğrenciyken çıktı. Mezun olur olmaz da Genç Okur yayın ekibine dâhil oldum.
Yazarların ilginç yazma ritüellerinden sana miras kalan var mı? Varsa kimden tevarüs ettin? Masanın üzerinde maket uçaklar, helikopterler vesaire var mı?
Keşke beni yazmaya teşvik edecek bir ritüelim olsaydı. Yani o ritüel gerçekleştiğinde kolayca yazabilseydim keşke… Ama maalesef öyle bir şey yok. Bana sakin bir kafa, sessiz bir ortam gerekiyor. Bunu da sürekli sağlayamıyorum. Hayal Mağaraları serisinin üçüncü kitabı bu yüzden gecikiyor diyebilirim…
Daha çok hangi vakitler kelimelerle, cümlelerle kavgaya tutuşursun?
Vaktin pek önemi kalmıyor. Az önce bahsettiğim gibi kafam rahat olsun, ortam sessiz olsun yeter…
Yazarken beslendiğin kaynaklar nelerdir? Bize biraz da okuduklarından bahseder misin? Klasik deyince aklına ilk gelen kitaplar hangileridir mesela?
Havacılık eğitimi almış biri olarak pek çok kaynaktan beslendiğimi söyleyebilirim. Batı edebiyatı, dini-tasavvufi eserler, tarih, seyahatnameler, hikâyeler… Şu an masamda Yaşar Metin Aksoy’un “Sipahi” adlı romanı, Diyarbekirli Said Paşa’nın “Mir’âtü’l-İber”i ve İbn Battûta’nın “Seyahatname”si bulunuyor mesela… Son soruya da hiç düşünmeden cevap vereceğim: Batı’dan “Karamazov Kardeşler”, Doğu’dan “Bostan” ile “Gülistan”…

Genç Okur dergisinin editörlüğünü yapıyorsun. Gençliğin ve dergiciliğin geleceğini nasıl görüyorsun?
Gençliğin geleceği hakkında bir öngörüde bulunmak çok zor. Gençler elden gidiyor çığırtkanlığı yapmak istemiyorum. Kötülerin olduğu gibi iyilerin de olduğunu biliyoruz. O “kötü” dediklerimizin de büyük bir kısmının ileride başına dank edecek ve “iyi”ye meyledecekler. Gençlik, tecrübesizlik böyledir. Ama biz gençlerde bir farkındalık oluşturmaya çalışıyoruz. “Bakın siz artık sorumluluk sahibi, mükellef insanlarsınız, her ne kadar size çocuk muamelesi yapsalar dahi sorumluluklarınızı yerine getirmeniz gerekiyor. Bu şekilde büyüdüğünüzü çevrenize gösterip kabul ettirebilirsiniz” diyoruz özetle.
Dergicilik ise devam eder ama şekil değiştirir diye düşünüyorum. Pek çok konuda olduğu gibi yayıncılık da dijitalleşmeden nasibini alacak gibi duruyor. Bu raddeden sonra almalı diye de düşünüyorum. Dergi editörlerinin bulunduğu kalabalık bir ortamda dijitalleşme süreci tartışmaya açıldığında 40 yaş üstündeki editörlerin “Matbu dergiye aynen devam edelim”, 30-40 yaş arasındaki editörlerin “Hem matbuya devam edelim hem de bir yandan dijital çalışmalara başlayalım”, 30 yaş altındaki editörlerin de “Artık matbu dönemi bitti, tamamen dijitalleşme şart. Ben çantama 5 kitap sığdırabiliyorum ama telefona ya da tablete binlercesi sığıyor” dediklerine şahit olmuştum. Dijitalleşme konusunu ve dergiciliğin geleceğini çok iyi resmediyor bu hadise.
Hayal Mağaraları Niyet Geçidi ve İmtihan gençler tarafından çok sevildi. Bu kitaplarla alâkalı ilginç dönüşler var mı? Bu serinin devamı gelecek mi?
Genç Okur ekibine yeni dâhil olmuştum. Daha bir hafta bile geçmemişti. Mustafa Yıldız “Bizim gençlerin ilgisini çekecek romana ihtiyacımız var” dedi. Ben de “Doğrudur ağabey” diye karşılık verdim. O da “Yaz o zaman” dedi. Hayal Mağaraları’nın serüveni işte böyle başladı. Gençlerin ilgilerini epey araştırdıktan sonra ortaya nasıl bir kurgu koymam gerektiğini, dili nasıl kurmam gerektiğini, nasıl ögeler kullanmam gerektiğini kararlaştırdım. Bu fantastik bir tür olmalıydı, içinde mizahi ögeler bulunmalıydı, dili sade ve bol diyaloglu olmalıydı. İlgi çekici, merak unsurunu sıcak tutan bir kurguyu da oluşturunca geriye yazmak kaldı. Bu ön çalışma yazmaktan daha uzun sürdü diyebilirim.
Kitap fuarlarında çok güzel dönüşler alıyorum. Özellikle okuma alışkanlığı olmayan ama bu kitaplardan sonra okuma alışkanlığı kazanan gençlerin sayısının oldukça fazla olduğuna şahit oldum. Hatta bazı fuarlarda aileler standa gelip bana bu konuda teşekkür etmişlerdi. Ortaya koyduğunuz bir eserin sevilmesi, takdirle karşılanması, maksadınızın hâsıl olması müthiş bir duygu. Hayırlara vesile olur inşallah…
Serinin devamı gelecek inşallah. Üçüncü kitabın taslağı hazır hatta yazmaya başladım bile… İnşallah 2022’de okurla buluşur. Onun ardından Allah ömür verirse dördüncü kitap da gelecek. Muhtemelen bu serinin son kitabı olacak.

Son kitabın Klavyeşör ismiyle dikkatleri üzerine çekti. Kapağını araladığımızda bizi kısa hikâyeler karşılıyor. Bir dönem küçerek öykü üzerine de kafa yormuştun. Bize hem kitabından hem de bu minimal öykü türünden bahseder misin?
Küçürek, minimal, kıpkısa ya da adına her ne derseniz deyin hâlâ net olarak tanımı yapılabilmiş bir tür değil. Ben bu türü “Okuru düşük voltajlı elektrik akımına maruz bırakan öyküler” olarak tanımlıyorum. Özellikle öğrencilik yıllarımda bu meseleyi kafaya koymuş ve azmetmiştim. Klavyeşör’deki öykülerin büyük bir kısmı da o dönemde yazdığım hikâyeler…
Tarihe karşı da bir ilgin var. Gençler için Kutü’l Amâre zaferini yazdın ama benim dikkatimi daha çok Genç Osman çekti. Bu kitabı yazma serüvenini anlatır mısın?
Daha önce de dediğim gibi pek çok türden beslenmiştim. Tarih de ilgi alanlarımdan biri oldu. Lisedeyken tarihi hiç sevmezdim. Ünivesitedeki okumalarımdan sonra tarihin bambaşka bir derya olduğunu gördüm ve ilgim epey arttı. Kutü’l Amâre Zaferi bize öğretilmeyen bir zaferdi. 2010’yılında bazı tarihçilerin gayretiyle kamuoyu tarafından bilinir hale gelmişti. O yıllarda ben de epey araştırmıştım bu konuyu ve hayretler içinde kalmıştım. Yıllar sonra bu konuyla ilgili çok eser kaleme alındı. Ben de “Benim neyim eksik” diyerek çocuklar için bu kitabı hazırladım. “Fitne Ateşi Mazlum Genç Osman” pek ilgi çekmedi. Belki de başka bir yayınevinden çıktığı içindir. Genç Osman’ın hayatı, yaşadıkları ve o dönemdeki hadiselerin ibret deryası olduğunu düşündüğüm için böyle bir çalışma yapma ihtiyacı hissetmiştim. Bu da aslında öğrenciyken yazdığım bir romandı. Ama basımı biraz gecikti.
Seyahat yazıları da yazıyorsun bunları kitaplaştırmayı düşünüyor musun? Yeni bir kitap çalışman var mı?
Öğrencilik yıllarımda farklı vesilelerle 14 ülke gezme fırsatım olmuştu. Bu seyahatlerin neredeyse hepsinde görevliydim. Yani cebimden bir kuruş para çıkmadı. Hatta ekstradan para kazandıklarım da oldu. Sadece Yemen seyahatinde görevli değildim. Ona da Yunus Emre Enstitüsü sponsor olmuştu. Babam o yıllarda San’a Üniversitesinde görevliydi. Biz de onu ziyarete gitmiştik.
Seyahat yazılarımızın bir araya geldiği bir kitap çalışmamız var. Dosya hazır. Şu an yayın sürecinde. Ben de merakla bekliyorum.

Bir de YouTube kanalın var. Özellikle Hey On Beşli serisi çok dikkat çekti. Bu kanalla ilgili belli başlı projelerin var mı yoksa kervan yolda düzülür, deyip akışında devam edecek mi?
Gençlere “Şu kadar kitabım var” dediğimde çok azının ilgisini çekiyor. Ama “Benim bir YouTube kanalım var” dediğimde hepsi pür dikkat kesiliyor. İşte bu yüzden o mecrada da bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Dergi editörüyüm dediğimde herkes beni edebiyatçı bir entelektüel sanıyor. Ama benim işim gençlerle… Gençlere ulaşmak için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Bunu da bir nevi yayıncılık faaliyeti olarak görüyorum.
İlk olarak kervan yolda düzülür hesabıyla başlamıştım. Sonra bir seriye ihtiyacım olduğunu anladım ve çok keyif aldığım Hey 15’liye başladım. Bu aralar farklı yoğunluklar sebebiyle pek ilgilenemiyorum. Hatta Hey 15’liyi bir müddet askıya aldım. Ama ileride buna devam edeceğim inşallah. Tabiî bununla beraber farklı seriler yapmayı da düşünüyorum. Hayırlısı…
Edebifikir’de seni çok seyrek görüyoruz. Bunun belirli bir sebebi var mı yoksa sadece editörü gıcık etmek için mi yazmıyorsun? Telif olsa yazar mıydın mesela?
Öğrenciyken her hafta bir yazı gönderirdim mutlaka. Kimi yayımlanır kimi yayımlanmazdı. Ama şimdi telif olsa da o kadar sık yazamazdım muhtemelen. Dergi ve yayınevinin yoğunluğu, kitap çalışmaları, fuar ve söyleşi programları, YouTube, gündelik meşgaleler derken kafamı toparlayacak bir vakit bulamıyorum. Edebifikir’e de öyle sallapati bir metin gönderemeyeceğimi biliyorum. Seyrekliğin sebebi bundandır.
Bize son olarak neler söylemek istersin?
Benim işim gençlerle ama gençlere değil yetişkinlere birkaç şey söylemek istiyorum son olarak… Ne olur gençleri biraz anlamaya çalışın. Onlar sizin zamanınızda yaşamıyorlar. İlgileri, dilleri, tepkileri farklı olabilir. Bu farklılıkların neden kaynaklandığını bulmak bizim görevimiz. İlle de bizimle aynı olmalarına da gerek yok. Yeter ki helal daire içerisinde olsun, ahlaksızlığa meyletmesinler… Bir yerde şöyle bir cümle okumuştum: “Gençler şu dünyada yapıp edegeldiğimiz yanlışlar silsilesinin günah keçisi değildir.”
Gençleri tanımlamaktan da uzak duralım. Z kuşağı diye bir sınıflandırma yapıyorlar. Milyonlarca gencin hepsi sırf aynı dönemde doğdular diye bir tanıma sığmaz diye düşünüyorum. Ayrıca onların artık çocuk olmadığını da kabul edelim…
Yazarlarımızla Hasbihal Serisi
Yazarlarımızla Hasbihal: Ömer Can Coşkun
Yazarlarımızla Hasbihal: Cüneyt Dal
Yazarlarımızla Hasbihal: Bilal Can
Yazarlarımızla Hasbihal: Adem Suvağcı
Yazarlarımızla Hasbihal: Davut Bayraklı