Midnight Express – II

Teknolojinin baş döndürücü hızla ilerlemesi, dünyayı her geçen gün yeniden biçimlendiriyor. Yeni teknolojik araçlar ve güncellenmiş (update) sistemler, insanların gündelik yaşamlarına entegre ediliyor; bu da gündelik yaşantının yeniden şekillenmesine neden oluyor. Entegrasyon süreci ise ilk olarak zihinlerde başlıyor. Bu sürecin başlaması için de kitle iletişim araçlarının teknolojik gelişmelerle paralel ilerlemesi gerekiyor.

Kitle iletişim araçları, teknolojinin gelişmesiyle birlikte çeşitliliğini ve işlevini arttırdı; bilhassa sinema alanında. Kitlelere ulaşma ve söylem iletme konusunda sinema, hem yazınsal hem görsel hem de söylemsel yönüyle önemli propaganda araçlarından birisi oldu. Edward Said, “Elektronikleşmiş, post modern dünyanın özelliklerinden biri, bu dünyada Şark’a bakmanın aracı olan klişelerin pekiştirilmiş olmasıdır. Televizyon, filmler, medyanın tüm olanakları, bilgiyi gitgide tektipleşen kalıplara girmeye zorladı. Şark söz konusu olduğunda, tektipleşme ile kültürel klişeler, ondokuzuncu yüzyılın akademik ve imgesel ‘gizemli Şark’ hurafeciliğinin etkisini yoğunlaştırdı.” der. Bu söylem, özelde Batı’nın Şark’ı kitle iletişim araçlarıyla ele alış biçimini işaret etse de, bunu genel anlamda bir propaganda yöntemi olarak değerlendirmek yanlış bir çıkarım olmaz. Nitekim kitle iletişim araçları, tüm olanakları ile aktarıcının iletmek istediği ideolojiyi, söylemi, hikâyeyi vs. en hızlı ve etkili biçimde uygulamaya geçirebilir. Çünkü kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, söylemin de yaygınlaşması ve keskinleşmesine sebep olur.

Andrew N. Rubin, Oryantalizim Tartışma Metinleri eserinde, oryantalizmin başlıca hedefinden bahsederken, “Batı kültürünün Müslüman Doğu’yu temsilinde, baskıcı ve zorlayıcı olmayan bir bilgi ve güç formu için gerekli şartların oluşmasını sağlamak” ifadesini kullanır. Oryantalizmin baskıcı olmayan, kolay bir şekilde tahakküm altına alabildiği kitle iletişim araçlarından birisi de tamamen bireyin kendi tercihi ile maruz kalmayı seçtiği sinemadır. Sinema yapıtları üzerinden zorlayıcı ve baskıcı olmayan bir bilgi ve güç formu oluşturulur.

Midnight Express, sinemanın özgürleştirici olanaklarından yararlanarak belirgin oryantalist bakış açılarını gündeme taşıyan filmlerden biri olarak öne çıkar. Siyasi tansiyonun sinemaya yansıması niteliğindeki bu film, Türkiye’nin kültürel kimliğini ve turistik imajını doğrudan hedef alır. Filmin başkarakteri Billy Hayes ile babası arasında geçen bir diyalogda, Hayes babasına İstanbul hakkındaki düşüncelerini sorar. Babasının cevabı dikkat çekicidir: “İstanbul ilginç bir şehir. Ama dürüst olmak gerekirse yemekler tam anlamıyla rezaletti. O küçük lokantalarda verdikleri yemekler iğrençti. Sonra tuvaleti kullanmam gerekti… Tuvaleti görmen lâzımdı. Daha fazla risk almak istemiyorum. Bundan sonra her akşam Hilton’da biftek ve ketçaplı kızarmış patates yiyeceğim.” Bu diyalogdan çıkan açık sonuç şudur: Dünya mutfakları arasında zenginliğiyle öne çıkan Türk yemek kültürü, küçültücü bir bakışla karalanmakta, buna karşılık Batı’nın fast food alışkanlıkları kurtarıcı bir norm gibi idealize edilmektedir.

Filmin bir başka sahnesinde ise Billy Hayes’in yargılandığı mahkemede söz alan Türk avukat, adaleti savunmaktan ziyade, Batı’ya karşı duyulan öfke ve kendini ispat çabasıyla dolu bir konuşma yapar. Avukat şöyle der: “Tüm dünya bizi izliyor. Bizi eroinin kaynağı ve dağıtıcısı olarak görüyorlar. Artık dünya bize yüz çevirmeden önce ismimizi temize çıkarmalıyız. Kendi kaçakçılarımızı nasıl cezalandırıyorsak, aynı şekilde ahlaki sapkınlıkları ve inançsız davranışlarıyla bizim geleneklerimize hakaret eden yalancılara karşı da Türk adaletinin gücünü göstermeli, gerekeni yapmalıyız. Hayes’e müebbet hapis cezası vererek, hem Türk hukukunun kararlılığını hem de uyuşturucuya karşı mücadelemizi tüm dünyaya ilan etmeliyiz.”

Avukata söyletilen bu ifadeler, aslında hukukun evrensel ilkelerini uygulamayan bir ülke imajını oluşturur; duygusal bir hesaplaşma anlayışıyla hareket edildiğini gösterir. Avukatın, Billy Hayes üzerinden tüm Batılılara karşı bir misilleme çağrısında bulunması, oryantalizmin tersyüz edilerek oksidentalist bir söyleme dönüştüğünü açık biçimde ortaya koyar.

Billy Hayes’in mahkemeye ve avukata yönelik cevabında ise sert ve saldırgan oryantalist söylemlere yer verilir. Hayes, hedef aldığı Türk avukata şöyle seslenir; “Eğer benim durduğum yerde sen dursaydın, hiç bilmediğin bir şeyi öğrenirdin; merhamet. Toplum anlayışının merhamet kavramına dayalı olduğunu anlayabilirdin. Adalet anlayışını anlardın. Gerçi bu söylediğim bir ayının tuvalete gitmesini istemekten farksız. Bir domuz milleti olmanıza rağmen onları yemiyor olmanız çok komik.” Söylemin sertliği ve özellikle domuz imgesi üzerinden yapılan inanç temelli ötekileştirme, Batı’nın Doğu’yu yargılama, tanımlama, ona kimlik atfetme ve kötülüğün coğrafyası olarak konumlandırma hakkını kendinde görmesine işaret eder. Oryantalist anlatı bu tür sahnelerde Doğu’yu kötü işaretleyerek Batı’yı bu ‘kötülüklerden’ muaf bir merkez olarak göstermektedir.

Midnight Express, oryantalist temaların her sahnede ustalıkla işlendiği yapımlardan biri olarak öne çıkar. Türkü eşliğinde başlayan, ardından işkence altında kıvranan birinin acı dolu çığlıklarına evrilen sahne ile Batılı üç tutuklunun sevgiyle ilgilendiği bir kedinin gardiyan Rıfkı tarafından öldürülüp tavana asıldığı anlarda fonda duyulan ezan sesi, oryantalist bakışın ince ama etkili yansımalarıdır. Bu tür sahnelerde kullanılan ezan ve türkü sesleri, Doğu’yu zalimlik, şiddet ve barbarlıkla özdeşleştiren oryantalist bakış açısının sinematografik bir yansıması olarak dikkat çeker.

Batı merkezli düşünce sisteminde bilgi, teknoloji, üretim ve sanayi gibi kavramlar yalnızca Batı’ya özgü mekânlarla özdeşleştirilir. Filmde bu zihniyet, Batılı eğitimle şekillenmiş ve Batı düşüncesini içselleştirmiş Türk mahkûm Ahmet karakteri üzerinden somutlaştırılır. Ahmet, akıl hastanesindeki diğer mahkûmları -ki bu kişiler ibadet şekilleri, davranış biçimleri ve karmaşık halleriyle Doğu’yu simgeler- “bozuk ürünler” olarak tanımlar ve bu nedenle gönderildiklerini savunur. Doğulu bir bireyin, Batılı düşünce kalıplarıyla kendi kültürüne dair olumsuz yargılarda bulunması, filmin self-oryantalist anlatısını öne çıkarır. Ahmet’in bu “bozuk ürün” nitelemesini Billy Hayes’e yönelttiği anda aldığı karşılık ise oldukça dikkat çekicidir: “Senin arızalı olduğunu biliyorum. Seni buraya bozuk olduğun için gönderdiler. Bunu nereden mi biliyorum? Çünkü o fabrikayı ben yarattım. Makineleri ben inşâ ettim.” Hayes’in ifadesi, Batı’nın kendisini Doğu’yu hem üreten hem de tanımlayan güç olarak gördüğünün açık bir göstergesidir. Doğu, Batı’nın kurduğu sistemde bir “ürün”, hatta hatalı bir sonuç olarak sunulur.

Oryantalizm, Batı’nın üstünlük iddiasını yalnızca Doğu’yu anlama ya da tanımlama çabasıyla değil, aynı zamanda onu küçümseyen ve dışlayıcı bir söylemle biçimlendirme arzusuyla besler. Asırlar geçse de oryantalist bakışın merkezinde bir değişim yaşanmamış; Doğu, hâlâ tembelliğe yatkın, egzotik bir arka plan figürü, boyun eğmiş ve edilgen bir varlık, hazza düşkün, sorumluluktan kaçan, kaderine razı, baskıcı ve zalim bir suretle betimlenmeye devam etmiştir. Midnight Express adlı film de, yalnızca farklı olanı anlamaya yönelik bir anlatı kurmakla yetinmeyip; onu karanlık, acımasız ve barbar niteliklerle donatarak açık bir dışlayıcılığa yönelmiştir. Bu nedenle film, sıradan bir Doğu temsilinin ötesinde, ötekine karşı duyulan bilinçli ve sert bir dışlamanın, yani saldırgan oryantalizmin bir örneği olarak okunabilir.

Adem Suvağcı


Midnight Express (I)

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir