Hakikat ve Adalet: İyi ve Adil Babadan Asık Suratlı Zorbaya

Estonyalı Tanel Toom’un yazıp yönettiği Hakikat ve Adalet (2019), yine Estonyalı Tammsaare’nin ünlü beşlemesinin ilk cildinden uyarlanmıştır. Truth and Justice, 19. yüzyılda çorak bir araziyi ehlileştirmeye çalışırken hırsı yüzünden ailesini tüketen inatçı bir çiftçiyi konu alıyor. Hikâye, ulusal kimlik inşâsının yanı sıra insanın doğa, toplum, Tanrı ve kendisiyle olan çetin mücadelesini de işliyor.

Filmin başkarakteri Andres Paas (Priit Loog), 1870 yılında eski ve harap haldeki bir çiftliği satın almak üzere kırsala gelir. Uzun ve yorucu çalışmalar sonucunda çiftliği iyi bir duruma getiren Andres, bu geniş araziye sahip çiftlikte ailesi için yeni bir hayat kurma ve bu yolda başarılı olma konusunda son derece takıntılıdır. Çünkü hem çiftliği hem de araziyi yenilemek için çok çaba sarf etmiştir. Bu nedenle ailesinin huzur ve mutluluğunu çok umursamaz. Sarhoş ve problemli komşusu Pearu Murakas (Pritt Voigemast), arazinin önceki iki sahibine karşı düşmanca tavırları nedeniyle, orayı satıp terk etmelerine sebep olmuş ve yeni gelen Andres’e karşı da aynı düşmanlığı göstermektedir.

Dindar Andres, komşusu Pearu’nun kurnazlıkları karşısında hukuki yollardan sonuç alamaz. Adalet arayışı hüsranla bitince, düşmanını alt etmek için ondan daha acımasız bir yola sapar. Ancak Pearu’yu kendi silahıyla vurma çabası, sonunda hem kendisine hem de ailesine büyük bir yıkım getirir. Andres ve eşinin tüm iyi niyetine rağmen Pearu, çitleri yıkmak, köpeği öldürmek ve hendeğin suyunu kesmek gibi eylemleriyle çatışmayı geri dönülmez bir noktaya taşır. Çift, komşularının bu düşmanlığını içindeki manevi boşluğa ve hasede bağlar; zira onlara göre kibrin ve kıskançlığın olduğu yerde şeytan iş başındadır.

Filmde her zaman siyah giyimli olan Pearu ve onun siyah köpeği şeytanı anımsatan bir tonda gösterilir. Andres’in karısı Krööt’ün çağrısıyla hayvanların hemen ona gitmesine şaşıran Pearu, bu şaşkınlığını gizleyemez. Onun şaşkınlığını, bu şekilde hayvanlarla iletişim kurmayı bilmemesine bağlayan Krööt, ailenin bilge kişisi ve birçok konuda Andres’e yol gösteren kılavuz gibidir. Andres’e “Pearu’nun seni etkilemesine izin veriyorsun, zulme uğramışlık öfkeyi tetikler ve eğer öfkenin bizi yönetmesine izin verirsek tuzağa düşmüş oluruz. Şeytanla mücadelemizde en büyük yanlışımız onu yenmeye çalışmamızdır. Asıl mücadele onun vesveselerine kulak asmayarak verilir ve sen Pearu’nun negatif etkilerini yok etmek yerine onu yenmeye çalışıyorsun” gibi telkinlerle ona doğru olanı göstermeye çalışır. Ancak Andres zulme uğrayıp öfkesi büyüdükçe ve komşusunu yenmeye çalıştıkça dönüşür.

Toprağa (Kendi Tabiatına) Hükmetmek

İnsan ve tabiat ilişkisinde şartlar zorlaştıkça insan da sertleşir. Bu durumda dürüstlük ve adaletten ödün verme gibi sapmalar da çoğalır. Filmde betimlenen kırsal çevre ve yaşam şartları, her ne kadar psikolojik ve ruhsal yıpranmayı da beraberinde getiriyor olsa da adaletten ayrılmadan mücadelede inatçılık ve kararlılık başarılması en zor şeylerden biridir. Bir döneme ya da belirli bir tarih aralığına, uyarlama bir hikâye üzerinden ışık tutmak ve insanın karanlıkta kalan yanlarını aydınlatmaya çalışmak elbette zor bir tercih. Hele ki bunu kırsal yaşamın imkânları ve sınırlılıkları içinden, oraya özgü düşünme biçimi üzerinden yapmaya çalışıyorsanız, zorluk katlanarak artar.

İyi huylu Andres ve çok yüzlü Pearu gibi iki rakibin mücadelesi, çevredeki herkesin hayatını değiştiriyor. Film, iyi ve adil olanın kötü ve kurnaz olana yenilmesi ve sonunda ona dönüşmesine, inancın her zaman test edileceği ve sınav olmadan gerçek inancın ortaya çıkamayacağına iyi bir örnek. Nitekim Andres sürekli İncil okuyan biridir ve o Tanrı’nın güçlü sözlerine daldıkça sıradan insanların sözlerini anlamsız ve değersiz bulmaya başlar. Bu nedenle söylenen sözleri de sözlerin sahiplerini de küçümser ve yöneldiği kötülük de onun gözünde normalleşir. Sevgi, saygı, Tanrı korkusu, tevazu gibi hasletler yerini kibre ve zorbalığa bırakır. Bu nedenle karısı ona “Gerçeğin ve adaletin seni nereye götürüyor?” diye sorar.

Robber’s Rise adlı bölgede kendine ve ailesine ait çiftlikte yeni bir hayat kurmak isteyen Andres, umut ile iyimserlik arasında süreceğini düşündüğü yaşamında, giderek daha çetin kararlar vermek zorunda kaldığı bir hikâyeye sürüklenir. Hakikat ve adalete olan sarsılmaz inancının test edilmesi sonucunda, adaleti sorgulamaya başlaması ve iyice hırpalandıktan sonra kendi adaletini tesis etmeye çalışması filmin manzarasının da değişmesini sağlar. İnanç her zaman teste tâbi tutulur ve inancın yerini hırs almaya başladığında, hırsın sebep olduğu körlüğün ödettiği bedeller konuşulmaya başlanır.

Heyecanlı ve harika fikirleri olan bir karakterin zorluklar ve aldığı darbeler karşısında yaşadığı ruhsal yozlaşma, onu, derinliği tahmin edilemeyen bir uçurumun kenarına sürükler. Psikolojik ve zihinsel sürekliliğin birbiri ile örtüşmediği ve paralelliğin kaybolduğu bu durumda, kişinin aklı ve mantığı sadece haklı olmaya odaklanır. Andres’in de sahip olduğu toprağı koruma ve Pearu ile mücadelede haklı çıkma takıntısı derinleşip katılaştıkça ailesindeki herkes giderek ondan uzaklaşır.

Varisi doğarken eşini kaybeden Andres’in adalet arayışı, zamanla insan doğasının tutarsızlıklarıyla dolu bir çıkmaza dönüşür. Tüm bu çıkmazlara karşı mahkeme, meyhane ve İncil arasında adalet arayışı çabası, özünde insanın paradokslarının veya tutarsızlıklarının bir kurgusudur. Amacını unutup manipülasyona teslim olan Andres, dürüst bir adam olarak kaybetmektense, ruhunu feda etmiş bir kazanan olmayı seçer.

Adaletin Seni Nereye Taşıdı?

Hem karısı Krööt’ün hem de azılı düşmanı Pearu’nun yönelttiği bu soruya Andres, Pearu’nun kendisine yaptığının bir benzerini yaparak cevap verir. Pearu’nun mahkemeyi yanıltmak için söylediği yalanlar ve yaptığı tüm hilelerin benzerlerini Andres de yapınca Krööt’ün sorusu hem cevabını hem de anlamını bulur.

Bir şeytan rolünde Andres’i çileden çıkarmak için her türlü yolu deneyen Pearu, Krööt öldüğünde onun yüce ruhluluğu karşısında nasıl yenildiğini Andres’e anlatır. “Gece düşünüyordum, şimdi bize ne olacak diye. Karın hep barışmamızı sağlardı, çünkü ikimizden de daha iyi biriydi. Artık tartışırsak, ki kesin tartışırız, bizlere güzel sözler söyleyip bizi barıştıracak biri yok artık. Sonra korktum, ikimiz için de. Boka dadanan iki sinek gibiyiz. Etrafta dolanıp bir şeyler planlıyoruz. Tüm planlarımız ve tüm büyük hesaplarımız ise koca bir hiç. Bizi dinleyecek ya da bizi görecek kimse olmayacak.” Pearu’nun bu itirafları tıpkı her siyahın içinde bir beyaz; her beyazın içinde bir siyah olduğunu ve kişinin denge ve direncini yitirdiğinde ya da haddini aştığında zıddına dönüşeceğini bize söyler.

Andres’in haklı çıkmak ve kazanmak için ne kadar ileri gidebileceğini, sosislerini döken Pearu’nun köpeğini kaynar suyla cezalandırdığında daha net görürüz. Bu nedenle Andres’e “Adalet zihnini öfkeli ve kalbini katı yapar, yücelik istemelisin.” şeklinde tavsiye verilmesi çizginin fazlasıyla aşıldığının işaretidir. Ancak Andres’in buna karşı cevabı “Onurumu, arazimi, ailemi ve evimi savundum. İncil ne derse onu yaptım!” şeklindedir ve ona göre bu meselede görünmeyen suçlu Tanrı’dır.

Film, insanın kendini haklı sanırken nasıl yavaş yavaş şeytanlaştığını anlatır. İntikam duygusu, Andres’in gözüne inen bir perde gibi hakikati görmesini engeller. Çünkü insan, hakikatin bilgisinden mahrum kaldıkça, bildiğini sandığı şeyin aslında o şey olmadığını fark edemez, böylece gözlerindeki katarakt da varlığını sürdürür. Nitekim her menfi duygular gibi intikam alma duygusu da insanın hakikati görmesini engeller. Eşinin tüm uyarılarına rağmen öfkesine yenilen Andres, affetmeyi reddeder. Sonuçta film bize şunu söyler: İçinde sevgi ve merhamet barındırmayan kuru bir adalet, toplumu ve insanı sadece çürütür.

Her film, seyirciye yöneltilmiş soru olarak karşımıza çıkar. Film, kendini tanıma ve keşfetme yolculuğunda bir basamaktır ve her hikâyenin insana bu yolculukta ayna olması gerekir. Filmin hikayesi ve karakterleri ile empati kurmak, geçmişi bugüne aktarıp uyarlayan ve anlatmaya çalışan çabayı anlamak, aynı zamanda bugünün anlaşılması için de onu geleceğe taşımaktır. Hakikat ve Adalet, metaforlar ve alegorik anlatılar eşliğinde insanlığın en kadim problemleri olan iyilik, kötülük, doğruluk, gerçeklik, hakikat, adalet, hatta iyi ve kalıcı bir miras bırakma mücadelesi gibi meseleler üzerinden kimin haklı olduğunu tartışarak ne yapmamız gerektiğini bize soruyor.

Her film, seyirciye yöneltilmiş bir soru olarak karşımıza çıkar. Film, insanın kendini tanıma ve keşfetme yolculuğunda bir basamak olur ve her hikâyenin bu yolculukta izleyiciye bir ayna tutması gerekir. Hikâye ve karakterlerle kurulan empati, geçmişi bugüne taşıyan ve bugünü de geleceğe aktaran bir köprü işlevi görür. Hakikat ve Adalet, metaforlar ve alegorik anlatılar eşliğinde insanlığın en kadim meselelerini tartışmaya açıyor: iyilik, kötülük, doğruluk, gerçeklik, hakikat, adalet ve kalıcı bir miras bırakma mücadelesi… Film, bütün bu soruların içinden kimin gerçekten haklı olduğunu sorgularken sonunda bize şu soruyu yöneltiyor: Bu hikâyeden sonra ne yapacağız?

Elbette film boyunca kurgulanan ve anlatılmak istenen şey, insan yolunu kaybettiğinde ne yapması gerektiğidir. Filmin açılış sekansında da söylendiği gibi “İnsan ne ister? Bir yere ulaşmak. Başlangıçta bir tepede durur, nereye gitmek istediğini görür. Sonra yola koyulur. Yol boyunca ilerler. Ormanlardan geçer, nemli çayırlarda ve yoğun bataklıklarda debelenir. Sonra durur ve yönünü yitirdiğini fark eder. Yolunu kaybetmiş ve nasıl devam edeceğini bilmeyen bir kişi ne yapar? Nasıl başa döner? Yola çıktığı yere, çünkü aradığı cevap en başından beri oradadır.” 

Uğur Cumaoğlu

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir