Sulhi Ceylan – Bahadır Dadak Konuşmaları: Azalan Verimler Kanunu

Bahadır Dadak: Sevan Nişanyan hayat hikâyesini yazdığı Aslanlı Yol kitabında, “Lenin’e yaklaşırsanız Marx’tan uzaklaşırsınız” diyor. İlginç değil mi? Kurucu baba Marx oysa. Lenin fikirleri tevarüs eden, geliştiren adam. Nedir diye gıdıklanıyordum ki, devrimden önceki altı aylık sürede yazdığı siyasi yazıların Rus devrimindeki önemi vurgulandı. Lenin’in farkı engin bir hoşgörü ile fikirleri hayata geçirebilmesi idi. Aynı Mustafa Kemal Paşa gibi… Rasyonel bir adamdı. Siyaseti, toplumun yapısını biliyordu. Devrimin tatbikiyle kitaplarda yazan sosyalizm fikri buharlaşmaya başladı. Esasen Marx, fitili İngiliz işçi sınıfının ateşleyeceğini umuyordu. Oysa Çarlık rejimi Rus köylüsü eliyle devrildi. E Allah’ın köylüsü aç, proletaryadan, burjuvaziden, Das Kapital‘den ne anlar? Herif okuma yazma bilmiyor. Çarların ve çarkların gölgesinde ezilmiş. Sabanı kırılmış. Atını çalmışlar. Nihai amacı hayatta kalmak. Bilgiden oluşan kümülatif yığının içinde tarihe yön veren olaylara pratik insan ihtiyaçları şekil vermiş. Görünür âlemin ilimleri ise problematik. Sosyalizm, komünizm, faşizm, liberalizm, milliyetçi akımlar, siyasal İslam… Teolojiye de giresim var da boyum yetmiyor(!) Akıl eden insanın bilgisiyle eyleyen bireyin ameliyesi arasında niçin böylesine dik bir uçurum var?

Sulhi Ceylan: Kırk yaşımı aştım. Farklı dünya görüşlerine sahip arkadaşlarım oldu. Hepsinin ortak noktası eleştirilmek istememeleriydi. Kendilerini oldukları gibi sevmemi istediler hep. Bense “tamam seni böyle seviyorum ama eleştirilecek yönlerin var ve bunları kendini düzeltmen için söylüyorum” dememe rağmen üstlerine alınmadılar ve hatta bu sebeple bana kızdılar, kırıldılar ve bazıları da ilişkiyi kesti. Çünkü herkes günahlarıyla barışmış ve hatta aralarında nikâh bile kıymıştı. Benim gibi bir münasebetsiz biri neden fincancı katırlarını ürkütüyordu! İnsan, günah ve yanlışlarıyla mutlu bir şekilde yaşamayı becerebilen bir varlık sonuçta. Dünyayı nasıl görmek istiyorsa manzara o şekli alabiliyor. Fakat burada da durmuyor. Eğer inanıyorsa rabbinin kendini gördüğünün farkında. Günah işlerken bile! Peki ne olacak? Tabii rabbini sınırlayacak. Ya da kendinde gördüğü bir güzellik sebebi ile ne yaparsa yapsın rabbinin kendini affedeceğini düşünecek! Kiminin rabbi ise sadece vicdanından ibaret. Marx ve Lenin şimdi ne yapıyor kim bilir? Sen kendini kandırmak için şimdi de yolunu tarihe mi düşürdün? O çok sevdiğin kızın, senden sonra seni yaşatacak diye sevinecek misin, yattığın yerde?

Soruna gelecek olursak, eylem; akıldan neşet etmedikçe, pişmanlık, uğranılacak tek istasyondur. Gerçi tersi de her zaman isabet etmez ama insanız sonuçta. Donanım belli… Akıl ve eylemin evliliğinden hakikat doğar diye boşuna dememişler.

Bahadır Dadak: Halime’nin çok sevdiği bir arkadaşı var. Komşu kızı. Allah’ın günü bizde. Nispet yarışına giriyorlar. Yok benim küpelerim mavi, yok biz denize gideceğiz, yok ben şnorkelle pasifik okyanusunu geçebiliyorum… Benim kardeşim var, senin yok dedi öteki. Halime kızardı, bozardı. Unutmuş gibi yaptı. Tanıyorum kızımı, asla altta kalmaz. Sessizse ve sevimli pozlarına yatıyorsa kesin hilal taktiği yapıyordur. Nitekim yanılmadım. Oyunun en tatlı anında kızcağızı kenara çekip, “Senin kardeşin öleceeeeek!” dedi. O 40 küsur yılın son 15 yılında kadınlar hakkındaki fikirlerini en ince ayrıntısına kadar dinledim. İşte ben ellerimle yonttuğum putun sıvalarını döküyorum. Meseleyi hazreti insana bağlamadan kadınlar hakkındaki düşüncelerini söyle de millette aydınlansın?

Sulhi Ceylan: Biraz da çuvaldızı kendime batırayım. Kimsenin günah bekçisi değilim. Kendi hatalarım bana yetiyor. Ama yakın arkadaşlarımın hayatlarında gördüğüm yanlışları söylemem gerektiğini hissediyorum. Samimi olduğuma inanıyorum ama acaba değil miyim? Başkalarının günahları üzerinden kendimi temize mi çekiyorum? Böyle bir niyetim yok ama bu niyetimin altından bir buz dağı da çıkabilir! Kendini iyi olarak görmek isteyen insan, gerektiğinde kötülerin varlığı üzerinden de bunu yapabilir. Ve yaptığından utanmaz da. Bu da burada dursun ve düşünmeye devam edeyim. Halime’den korktuğumu söylesem, soruna da cevap vermiş oluyorum sanırım. Anlayana bu kadar cevap kâfi olsa gerek. O değil de, bile bile lades nasıl bir şey! Isıracağını bildiğin halde elini yılanın ağzına yaklaştırmak ya da…

Bahadır Dadak: Yılanla beraber bir de elma var. Baldan tatlı. Azalan verimler kanunu gereği zamanla tadının azalacağını biliyorsun. Gerekli vitamini aldıktan sonra ne diye geviş getireyim, demekte haklısın. İmgeyi koynuna almak daha zevkli. Sonuçta bütün patlama zihinde gerçekleşiyor. Ağrı aynı ağrı, ha aşağıda ha yukarıda… Bunu anlıyorum. Yalnız korku bahsinden emin değilim. Yılandan ve uçurumdan korkmak insanlığın ortak hurafeleri. Bilinmezlikle korku arasında bir korelasyon var, bunu da anlıyorum. Kutsal ritüeller, taşlı gelinlikler, uçan balonlar, özel günler, akşamsefaları, zihin konforu, bir ömür bukağılarla yaşamak düşüncesi… Mutlu azınlığın göze alamadıkları. Haz merkezci Spartaküs’ün devrim araçları! Acaba gerçekten eleştiriye tahammülüm yok mu? Devrimi göze alamıyor muyum gerçekten? Yüzyılın başında yaşasaydım ben de İttihatçı mı olurdum? Biraz dil yeteneğim var ve muhayyilem mi güçlü? Hepsi edebiyat mı acaba? Doğum sancısı çeken kadınlar fikir sancısı çekince mi annelik makamına erişiyor? Niçin bir hacıyatmaz gibi kelli felli bir ideolojiye yaslanıp gavura rahatça gavur diyemiyorum? Yoksa dedikleri gibi, özgürlükten en çok köleler mi korkuyor?

Sulhi Ceylan: Taşköprülüzâde’nin bilginin önemi ile ilgili çok güzel bir benzetmesi var: “Eğer ruh, bedene canlılık veren şey demekse; aklın ruhu, bilgidir; çünkü bilgisiz akıl, ölü gibidir; onu dirilten bilgidir.” Peki eleştiri nedir? Eleştiri insanın kendisine kendini gösteren bir aynadır. Düşüncelerinin sınanmasıdır. Yürüdüğü yolu baştan yürümektir. Rüzgâra saçılan yılların muhasebesini yapmaktır. Kısacası eleştiri insanın kendini otopsi masasına yatırması ya da başkalarının bu işi yapmasıdır. Her halükarda art niyet yoksa karlı olan eleştirilendir. Her eleştiri aslında bir yol gösterme yoludur. Tutulan yolun yanlış olduğunun hatırlatılmasıdır. Kısacası eleştiri doğru bilgiye ulaşmak için alternatiftir. Etrafında kendini eleştiren arkadaşları olan biri son derece bahtlıdır. Yeter ki bunun değerini bilsin. Kendini gördüğün bir aynan var mı Bahadır? Yoksa “insan kendinin körüdür” cümlesinin reçelini mi yapıyorsun benim gibi? Reçel demişken cevizli incir reçelini pek severim. İncirler tam (bütün) olacak ama. Gerçi hayatımda iki defa yemiş olabilirim. Sevgimi sorgulamalıyım sanırım!

Bahadır Dadak: Bir aynam var evet. Kaynağına inmekte zorlandığım bir de öfke problemim var. Ayna ise inadına sert, güçlü. Satranç oynuyoruz bazen, üç hamle ilerisini görebiliyor. Genelde yeniliyorum. Bilerek yenildiği de oluyor, çaktırmıyoruz. Hayatı devam ettirmek adına bir oyuna ihtiyacımız var. Aklım onun yanında bir çocuğun aklı gibi. Bir kez kırmayı denedim. Olmadı. “Tasavvuf kırılmamaktır” demişti. Çoğu zaman sırtıma haddinden fazla yük bindirdiğini düşünmüşümdür. Git kendini doğur, diyor mesela. Bakıyorum, koskoca Moğolistan bozkırları, ortada bir ben varım. O an iyileşmek değil, iyi hissetmek istiyorum. Böyle anlarda tozlanıyor ayna, buğulanıyor. Aynanın kendisini görebilecek feraset nasip olur mu? Bilmem. Umutluyum. Yürümeye olan inancım diri. Her şeye rağmen yol aldım mı? Belki yorgun, isyankâr bir yeniçeri gibi, iki ileri bir geri. Ama evet, yol aldım. İyi ki var ayna. Aklım kesinkes berraklaştı. Zihnim, ufkum, ederimce açıldı. En azından dünyaya daha rahat uyum sağladığımı söyleyebilirim. Vitesi boşa alıp bir sokak fenerine asılı kalmıyorum. Öbür dünyaya gelince… Topu yine bir tarih felsefecisine atayım; İkinci Dünya Savaşı, Birinci Dünya Savaşının devamıdır. Tanımlayan ve sınırlayan zihin; tarih ve ekonomi-politiğin araçlarıyla bize yine bir oyun oynuyor. Panayıra kazık çakan sosyoloji ve epistemolojiyle oyun hepten şenleniyor. Ezcümle, ancak tek bir savaştan söz edebiliriz.

Sulhi Ceylan: Evet savaş tek. İnsanın kendiyle savaşında, diğer insanlar da giriyor devreye. Bazen de devletler ve koca koca ordular… Aslında tek bir savaş var. Görünümü ise sonsuz. Sonsuzun içinde tekili ve tekilin içinde sonsuzu görmek ise nasip işi. Dünya denen savaş meydanı hakikatte kalpteki bir noktadan ibaret. Noktayı anlamak ise sonsuzluğu anlamaya gebe… Buna hayat diyoruz. Vesselam…

 


Sulhi Ceylan – Bahadır Dadak Konuşmaları Serisi

VOL 1: Hiçbir Şey Hakkında Her şey
VOL 2: Çakır Gözlü Gülsüm Çıkmazı
VOL3: Kahrın Demir Dudakları
VOL4: “Yalnızlıktan bir dişim daha çıktı”

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • attack of titan , 30/06/2024

    sizi anlamıyorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir