Sulhi Ceylan: Oğuz Haşlakoğlu’nun insanı can damarından vuran bir çıkarımı var. Şöyle diyor: “Hakikat tanımını bir kez işine yarayacak olana indirgersen, elinde bir çekiç peyda olduğu için, her şeyi çivi görmeye başlarsın.” Çok acı verici değil mi? İnsan, hakikati bile anlamak için indirgiyor, yani olduğu değerden aşağı bir konuma çekiyor.
Bahadır Dadak: Çok acı. İnsanın iyiliğine dair olana, onun zâtı itibariyle kötü olduğu varsayımından ulaşıyor olmamız daha acı. Düşünmek bir bakıma genellemek demek. İnsan üzerine düşünmek, insanlık üzerine düşünmekten daha zor. Zerreden küreye genişleyen hakikat tedaileri… Bu ağzımıza pelesenk olan “hakikat” her ne ise her insanda yeni bir anlama kalp oluyor. Düne kadar -normlar hiyerarşisinde- kişiye özge hakikat tedailerini insanın sınırlı anlama kapasitesine indirgeyerek işin içinden sıyrılıyordum. Bugün, insanın kaskatı bir kötülük yumağı olduğunu ve toplumu kandırmaya kendinden başladığını düşünüyorum. Eli artırayım, işbu kötülüğün Allah’ın kulları üzerindeki umumi merhametinin tecellisi olduğunu düşünüyorum. Sadece düşünüyorum, muamelattan nasibim yok. Bir düşünür, hakikati avuçlama eğiliminin nakıslık olduğundan bahseder. Sahi, nedir bu hakikat? İçimize düşen kar tanelerini eriten zorlu bir kış sporu mu?
Sulhi Ceylan: Bir soru düşün! Bu öyle bir soru olsun ki, sadece soranlar değerini bilsin. Yani bu sorunun cevabı, soruyu sormayanlar için bir şey ifade etmesin ve hatta gereksiz görülsün. İşte bu soru: “Hakikat nedir?” cümlesidir. Bu sorunun anlamı kişiye özeldir. Hakikat biriciktir demek istiyorum ve bunu hakikatin tüm kelime anlamlarından azade olarak söylüyorum. Hakikati, bir şeyin sıfatı olarak kullanmadığımı da söylemiş oluyorum. Hakikat, bir şeye sıfat olarak kullanılmadığı zaman anlaşılması imkânsız hale gelir. O yüzden biricikliğinden bahsettim. Hakikatin tecrübe edilmesi gerekir ve her tecrübe şahsidir. Bu kadar laf söyledin ama hakikatin ne olduğunu söylemedin diyebilirsin. Negatif teoloji kavramını düşün. Hak Teâlâ mutlak olduğu ve her türlü kapsamdan beri olduğu için O’nun ne olduğundan çok ne olmadığını söyleriz. Böylece O’nun hakkında bilgiye ulaşırız. Konu hakikate gelince dillerin susması da böyle bir şey. Hakikat; peşinden koşulan, var olmayı anlamlı kılan, varoluşun belki de kendisidir gibi retorik tanımlar yapılabilir ama ne fayda! Balın tadını sadece tadan bilir. Ama balsızlığın acısını hissetmeden de bala ulaşılamaz. Bal mertafor, sakın gerçek anlamında anlayıp bala meftun olmayasın. Yoksa oldun mu Bahadır? Kar tanelerinin dilinle buluştuğu o an, kar tanelerinin ölümünü mü yoksa serinliğin tadını mı düşünüyorsun?
Bahadır Dadak: Bir dize düştü gönlüme, “Yere düşerken bir kar tanesi / Bırakıyormuş annesinin elini…” Sözün büyüsü insanı sağaltmakla birlikte, yavaş yavaş eritiyor da… Yazdıkça kamburum çıkıyor. Hakikat gibi çetrefil bir konuyu yorumlarken, ilmiyle amil olmayan başıbozukların zaviyesinden edebiyat bir emniyet sibobu değilse nedir? Bütün harfler ve semboller, göğsüme attığım birer çentik gibi. İmgeler, yere düşen takvim yaprakları. Olmaktan bahis açıldı… Hakikatle iltisaklı olması sebebiyle tasavvuf kurumunun bazı taşıyıcıları “olmanın hakikatini” hazır paketler halinde “cemaatlere” servis ediyorlar. Olmadan bilinemeyeceğine dair güçlü rivayetler var… Tam bu noktada bilginin ve amelin mahiyetine dair ciddi bir grizu patlamasına maruz kalıyoruz. Beni ve imitasyonlarımı bala meftun olan, durmadan onu arzulayan, bulduğunda, ki bulduğunu zan tarikiyle bulduğunu fark edemeyecek kadar safdil olan, en nihayet bulduğunda, balın yapışkan kimyasına saplanıp helak olan bir sinek larvası olarak gibi tahayyül edebilirsin. Ayvaların çiçek açtığı bahar aylarından beri acıya yamanmayı bıraktım. Büyük sorular sormuyorum. Yolda olduğumuz sürece yürümenin kolay kılınacağına dair ümidimi kaybetmedim. Ve artık, kimseden merhamet beklemiyorum.
Sulhi Ceylan: Tahin helvasını çok seviyorum. En iyisi ise Bursa’da yapılıyor. Ara ara sipariş veriyorum. Sen zaten oradasın, taze taze alıp yiyorsundur. Hakikat kavramından nasıl buraya geldik deme sakın. Çünkü hep buradaydık, yani boğaz davasında, yani hevaya kullukta. Diğerleri vicdan rahatlama seanslarıydı. Benim de aklıma Fuzûlî’nin bir şiiri geldi. Şöyle diyor büyük şair: “Bahr-i ışka düştün ey dil, la’l-i cânını unut / Bâliğ oldun, gel rahimden içtiğin kanı unut!” Neden kan davası unutulmuyor bir türlü?
Bahadır Dadak: Çünkü intikam soğuk yenen bir helvadır. Keşke bu espriyi komik bulmadığımı bu metni okuyanlara anlatabilseydim. Keşke harflerin arkasında yatan tevazu postuna bürünmüş riyakârlığı onlara gösterebilseydim. Bir kan türküsü de Çobanoğlu’ndan gelsin o zaman: “dünyanın yarasına etinden et bağlıyor / kimesneler bilmiyor kan geliyor ağzından”. Malumunuz modern tıpta kanın bir türlü durmaması hastalığına hemofili deniyor azizim. Kadim dünyanın alternatif tıp evreninde cerahatin kuruyup kanın durmadığı, kalbin verilen vazifeyi yapmak adına kişiden bağımsız olarak durmadan kan pompaladığı hastalığa “gaflet” deniyordu oysa.
Gafletin çaresi helva değil ama. Nutella!
Sulhi Ceylan: Palyatif çözümler acının ertelenmesini sağlıyor, bir çözüm sunmuyor. Kanama ise, içte sessizce devam ediyor ve gün yüzüne çıkacağı bir kesik arıyor. Gün geldiğinde de tüm gücüyle bulduğu kesiğe abanıp insanı dumura uğratıyor. Nutella’nın hakikatini tarif ettim farkındaysan. Hiçbir şey göründüğü gibi değil, görmek istediğimiz şekilde. Gerçek ile temas etmek istemediğimiz için bütün bu kandırmaca ve oyun. Kısacası gafletin bağımlısıyız. Sürekli ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü yaşadığımız şekilde yaşamaya devam etmek zorundayız. Yine canım sıkıldı.
Bahadır Dadak: Allah o Leyla denilen aşüfteyi de avanesini de Buhtunnasır’a put yapsın! Kudret elinde kalbimizi parçalayan Allah onarmaya da kadirdir. Ne diyordu şair, ne diyordu adam adayı, “Kovalamam peşini davet etse bile eteklerin. Hepsi yerin dibine geçsin, Leyla, Züleyha, Nutella…” Hem İsa’ya ne kaldı çocuklardan? Sanki çok toplanmışız gibi, olaysız dağılalım mı ne dersin?
Sulhi Ceylan: Yıllardır olaysız dağılıyoruz da ne oldu sanki? Ya dağılmayalım ya da olaylı dağılalım. Biliyorsun velilik, delilikten geçiyor. Genel kitlenin gözünde, yaptıkların delilik olarak addedilmedikçe velilik kapısı açılmıyor. Peki buradan ne çıkıyor? Radikallik şart. Aman şalvarım yanmasın, aman başım ağrımasın diyenler kamunun içinde kayboluyor ve bir kendiliği de olmuyor. Ne dersin?
Bahadır Dadak: Malumunuz olduğu üzere Adem Smith denen dingilin bolca kullandığı bir kavram var ekonomide, “Ceteris paribus!” Kabaca, normal şartlar altında demek. Modern ekonomi teorisine göre ise; “dini diyaneti para tura işlerden ayıralım, rahatça faizi meşru kılalım, dalgamıza bakalım” felsefesi… Sanırım velayet yolculuğu bu ceteris peribus denen garabeti yıkmakla başlıyor. Radikallik demişken, zihnimi bulandıran başka bir konu daha var. Ya arkadaş, tehlikeli sahnelerde Lizbon sokaklarının dublörlüğünü yapan bir cadde var Türkiye’de. 72.5 millet sabahtan akşama kelle kafa volta atıyor… Evet bildin, İstiklal Caddesi. Nerede İstiklal Caddesi? Beyoğlu’nda. Beyoğlu hangi partide? AKP’de… Ya Beyoğlu Belediyesi mevcut iktidar partisinin uhdesinde ve belediye başkanı aslen Rizeli ya! Ya nasıl mümkün oluyor böyle bir şey ya! Adam Rize’nin Güneysu ilçesinden. Elim ayağım titriyor ya. Kafayı yemek üzereyim Sulhi abi…
Sulhi Ceylan: Kafayı yemek için çok daha kallavi sorular varken sen, Beyoğlu Belediye Başkanı’nın Rizeli olmasına mı taktın? Mesela, 1 dakika sonra ne olacağını merak etmek daha heyecanlı değil mi? Bir dakika diyorum. Acizliğimizin dibinden sesleniyorum. 1 dakika sonra ne olacağını bilmeyen varlıklarız! Seçim gündemine yakalanmışsın anlaşılan. Nane limon kaynat, iyi gelir. Gelmezse Yunus Emre hazretlerinin divanını tekrar hatmedebilirsin. “Hayâl-i gayrıdan gönlün safâ kıl / Ki sâfi gönüle dost konasıdur.”
Bahadır Dadak: Tecâhül-i ârif, şiirde bir mevzunun bilinmiyormuş gibi lanse edilmesine deniyor. Hakikaten birbirimizi anlayamadan öleceğiz. Ben sözü cool-rind akımının padişahı üstad-ı azam Teoman’a bırakıp, kahrın demir dudaklarından öpmeye gidiyorum.
“Şehvetle yananlar için, hiç insafı yok gecenin / Ben anladım anlamını, bazı yenilgilerin…”
Sulhi Ceylan: Hayat denen farkındalık, hepi topu bir öpüşme vakti nefes almaktan ibaret.
Konuşmalar devam edebilir de etmeyebilir de…
VOL 1: Hiçbir Şey Hakkında Her şey
VOL 2: Çakır Gözlü Gülsüm Çıkmazı