Künye: Şiir Okuma Kılavuzu, İsmet Özel, TİYO, Birinci baskı: İstanbul, 2013.
***
Şiirin yüzünü hiç kimsenin hatırlamadığı bir dünyada, birinin kalkıp şiirin tanınmaya değer bir yüzü olduğunu, ortalıkta dolaşan renkli ve solgun yüzlerce hayaletin yalnızca maskeler olduğunu söylemesi lâzım. (Sayfa 17)
Çünkü hiçbir şiir düşünceyi dile getirmede düzyazının sağlamlığını kazanamaz. (Sayfa 40)
Şiir okumak gelenekçinin gereksindiği bir olay değildir, çünkü şiir okumakla zihnimizde geçmişe ait bir kurumu veya geçmişin değer ölçülerinden birini yerli yerine oturtmuş, gelenekçi tutumumuzu haklılaştırmış olmayız. Tam tersine şiir geçmişe dair imalarında bizim o güne kadar hesaba katmadığımız bir boyut getirerek kalıplaşmış ölçüleri sarsar. Zaten şiir, şiir vasfını kazanabilmek için geride kalmış olan bir hayat parçasını deşmek, teşrih etmek, bize bilincine varmadığımız bir yanını işaret etmek zorundadır. (Sayfa 45)
Şiir yalnız düzyazıya değil, başka hiç bir sanata, hiç bir biçime, hiç bir eyleme dönüştürülemeyen bir anlatım aracıdır. (Sayfa 52)
Şiir dünyası ise gerçekliği bütün deneyimlerde arayan, insana var olanı bütün sarsıcılığıyla gösteren, muhteva ile görünüm çakışması suretiyle belirginleşen bir dünyadır. Bu anlamda şiir her zaman uyarıcı, uyandırıcı bir etki yapar. (Sayfa 57)
Başlangıcından beri şiir başkaldıranların, baskıya, zorbalığa karşı koyanların sesidir. (Sayfa 59)
İnsanın insanlarla olan bağlantısı ve insanın çevresiyle olan ilişkisi yüzünden yüreğinde, kafasında beliren çatlak belli bir duyarlık sahibi herkesi şiir okumaya muhtaç hale getirir. Getirmiyorsa artık kafaların, yüreklerin yerli yerinde bir işleyişi kalmamış demektir. Açıkçası, şiire muhtaç olmak, olabilmek bir başarıdır. İnsanlar şiire muhtaç olma düzeyini yaşayışın takıntılarından ötürü değil de, doğrudan doğruya şiir okumak suretiyle de tutturabilirler. Bu durumda şiir yalnızca bir şeyleri tamamlayan, yerine getiren, koruyan olma niteliklerinin ötesinde, eğiten, inşa eden, yoğuran özelliklerini belirginleştirir. (Sayfa 61)
Şiirin özgürlüğe ihtiyacı yoktur ve fakat özgürlüğün şiire ihtiyacı vardır. (Sayfa 65)
Yargıgücünün Eleştirisi’nde Kant şiir sanatının (Dichtkunst) bütün sanatlar arasında birinci sırayı tuttuğunu şiirin iki özelliğini belirterek dile getirir: Bu özelliklerin ilki şiirin kaynağını neredeyse bütünüyle dehaya (yeteneğe) borçlu oluşu, diğeri de şiirin kendini kuralların yahut örneğin yani emsal getirilen şeyin yönetimine bırakmayışıdır. Yetenek şiire nasıl kaynaklı eder? Bunu kavrayabilmek için şiirin ikinci özelliğine, şiirin kendini hangi fazlalıklardan arındırmış olduğu gerçeğine dönmemiz gerekecek. Böylece, deha dene şeyin insanın çabasından bağımsız olarak kondurulmuş bir olağanüstü yapabilme gücü değil; seçme, sebat ve metanetle ilgili bir beşerî tutum olduğunu kavrayabiliriz. (Sayfa 74)
Kant’ın, şiiri emsal getirilen şeyin yönetimine kendini bırakmayışı görüşünü şiirin tüzel atılımı olarak anlıyorum ve güzeli görüp göstermede şiirin bu atılımın gücünden yararlandığını kabul ediyorum. (Sayfa 75)
Ne zaman ki Divan şiirini yaşatan yaşama biçimi ortadan kalktı, o zaman Divan edebiyatının tıkanıklığından sözetmek mümkün olabildi. (Sayfa 91)
Şiir yüzümüze çarpan bir övgü veya sövgüdür. (Sayfa 95)
İnsanın bütün söyledikleri neyi ne kadar anlayabildiğinin itirafıdır. (Sayfa 111)
Hem “Garip”çilerin hem “İkinci Yeni”nin eksiklikleri ortada. Biri havada kalan özün, diğeri havada kalan biçimin örneğini verdi. (Sayfa 117)
Altında bir yaşama serüveni yatmayan, yüzdeyüz bizim olmayan, insan tekinin sorunlarıyla bağı kopmuş imgeden, şiiri uzak tutmalıyız. (Sayfa 120)
İkinci Yeni şairleri “küçük şair”lerdir. Mevlânâ’nın yaşadığı ülkede toplumun atardamarı, vicdanı olamamışlardır. (Sayfa 123)
Sonuç olarak bizim gördüğümüz kadarıyla İkinci Yeni günümüz şiiri değildir. Geride kalmıştır. Edebiyat tarihçileri için ilginç bir konu olacağı kanısındayız. (Sayfa 124)
Biz millet olarak varlığımızı şiire borçlu bir toplumuz. (Sayfa 206)
Yunus Emre’nin yazdıkları bir kanaldan giderek Divan Edebiyatı’nı teşkil etti. Başka bir kanaldan giderek, yanlış bir şekilde Halk Edebiyatı dediğimiz şiiri oluşturdu. (Sayfa 207)
Modern Türk Şiiri, Metin Eloğlu dediğimiz kişide bir zirveye ulaştı, yani halkın hem zevkini hem davasını savunabilen bir şiir çıktı ortaya. (Sayfa 213)
Hazarların Türk olduklarından, Gagavuzların Türk olduklarından bahsediyorlar. Bu yuttuğunuz en zehirli dolmadır. Böyle bir şey yok. Müslüman değilse, Türk değildir. (Sayfa 228)
Kendilik bilgisini hangi toplum olursa olsun kendi şiirinden elde eder. (Sayfa 256)
Şiir şairin neresinden çıktıysa okuyucunun da orasına ulaşır. (Sayfa 257)
Novalis şöyle demişti: “Şiir, aklın açtığı yaraları onarır.” (Sayfa 261)
Dünyada kapitalizm dışında bir hayat tarzı olabilecekse, bunu bizim yaşadığımız topraklar oldurmuştur zaten. (Sayfa 265)
Edip Cansever’i ben şahsen tanıdığım için biliyorum, memleketi hakkında “Bu memleket benim değilse, ben bir sıfırım.” mantığıyla hareket eden bir adamdı. (Sayfa 268)
Türk şiirini yok edin, Türk milleti diye bir şeyden söz edemezsiniz. Biz şu gün yaşadığımız çağda, yaşadığımız günlerde, musikisini kaybetmiş bir toplumuz. “Türk müziği” diye bir şey yaşamıyor artık. Ama bir tek ümidimiz var: Hâlâ Türk şiiri varlık endişesiyle çırpınıyor. (Sayfa 270)
…bütün şiirlerimiz; Ahmet Haşim’in ki de, Tevfik Fikret’in ki de, Nâzım Hikmet’in ki de, Necip Fazıl’ın ki de bizim millet olarak varlık kazanmamızda bir depo, istediğin kadar, istediğin boyutta, istediğin renkte kullanabileceğin müthiş bir küme. (Sayfa 272)
… ve şiir milleti kurtarır. (Sayfa 273)
Edebifikir