Yazarlarımızdan Bilal Can ile yeni kitabı “Diriler Evinden Notlar” çerçevesinde beğeneceğinizi umduğumuz bir söyleşi gerçekleştirdik. (Oğuzhan Yılmaz)
***
Kitabınızın başlığı oldukça dikkat çekici: “Diriler Evinden Notlar”. Bu kavramı nasıl tanımlıyorsunuz?
Kitabın ismine, kitabın kapağını yapan Bahadır Dadak ve ailemle yaptığım istişareler sonucu karar verdik. Yeni çıkacak kitaba isim verme telaşı, çocuğuna isim verme heyecanı ile benzerlik gösteriyor. İçeriğin tekrar tekrar okunması ve ismin o dosyaya uygun olması için düşünmek hem yorucu hem de heyecanlı bir süreç.
Diriler Evinden Notlar, gittikçe kendini öldüren, kendisi için çeşitli vesilelerle suikastçılar atayan insanlığa bir tepki. Konformizm bataklığına düşüp bireyselleşen, bireyselleştikçe tüm toplumsallıklarını yitiren insanlığa bir tepkinin sonucu oluşmuş yazılardan oluşan bir kitap. Bunu açmamız lâzım. Günümüz insanı artan teknolojik imkânlar dolayısıyla enformasyon çağında yaşamaktadır. Tüm teknolojik imkânlarını başkasından geri kalmamak, her şeyden haberdar olmak, görünür olmak ve her şeye hızlı bir şekilde erişebilmek için kullanan insanlık, kendi uyuşturucusunu da bu şekilde imal ederek ölümünü hızlandırmıştır. Diri kelimesi, zahiri anlamda bedenin ayakta durması değildir, aklın, kalbin, vicdanın da uyanık kalması demektir. Çağın insanı aklını, kalbini ve vicdanını yavaş yavaş öldürüyor. Diriler Evinden Notlar, diri kalabilmek için akla, kalbe ve vicdana yönelik bir çağrıyı barındırdığı için bu ismi aldı.
Modern toplumda “diriler” kavramını ele alırken, toplumsal hayatta canlılık ve dinamizm açısından ne tür bir eleştiride bulunuyorsunuz?
Bütün yönleriyle ayakta duran, çağın aklı, kalbi ve vicdanı olmaya bir vurgu taşır bu. Modernizm bireyselleşmeyi ortaya çıkartırken bunu hümanist felsefeyi kendine dayanak olarak alır. Hümanizm, insanın tanrılaştırılması şeklinde tevarüs eder. Modernizm de bireyi inşa ederken ona bu yaklaşımı fısıldar. Bugün her ne kadar yerleşik bir ifade olarak toplumsal anlamda kişi tanımlarken “birey” kavramını kullansak da, “kişi” ile “birey” arasında farklılıklar var. Kişi, insandır, beşerdir. Fakat “birey”, insansı özellikler gösteren hümanizmin tanrılaştırdığı ve muhteşem yalnızlıklar içerisinde kıvrandırdığıdır. Çok farklı çelişkileri bir arada taşır “birey”, bir yandan insan olduğunu savunur fakat vicdan ve kalp sahibi olmaktan uzaktır, bir yandan tanrı olduğunu savunur, pozitivist dine mensuptur, her şeyin akılla açıklanabileceğini savunur fakat hakkı, hakikati ve aşkı anlatmaya kalkışınca çamura batmış eşek gibi debelendikçe debelenir. Akıl çağının yaşayanı olan “birey”, ölüler kategorisinde değerlendirilir bizim açımızdan. Çünkü bireyselleşme, egoistliği, kendisi için, kendiliği için olanı savunur. Kalbi ve vicdanı yitirmenin eşiğindedir, hatta çoğu zaman bireysel menfaatleri/nefsi dolayısıyla bunu önemsemez bile. Çünkü önemli olan konforu ve aldığı hazdır. Haz odaklı bir yaşam biçimi içerisinde olduğu için onu rahatsız eden her şeyin bir an önce ortadan kalkmalıdır. Ağrıları ve sızıları için “gasp edilmiş bir sağlık” sistemi içerisinde envaı çeşit ağrı dindiriciler mevcuttur, gündeme ayak uydurması için hızlı bir şekilde onu çağın yaşayanı haline getirecek eğlence platformları mevcuttur, AVM’ler, yiyecek-içecek için fastfoodlar… O düşünmesin diye hazır kalıp düşünme biçimleri sözkonusudur. O düşünmesin diye onun için sayısız uyuşturucu hazırlanmıştır ve ondan beklenen ise sadece “tüketimdir”.
Sosyoloji disiplininin edebiyatla iç içe geçtiği noktalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Cemil Meriç’in edebî eserleri sosyal bir olgu olarak görülmesi konusundaki ifadesi, edebiyat ve sosyoloji ilişkiselliği yönünden çok yönlü özet bir cümle. Sosyoloji de edebiyat gibi insan yapımı bir bilim. Toplumu yani insanlığı açıklama, şerh ve anlama girişimi. Sosyoloji ile edebiyat ilişkisi birçok yönden ele alınabilir. İlkin dil açısından, ikincisi yazar açısından, üçüncüsü eser açısından, dördüncüsü okur açısından, beşincisi de konu açısından. Bu yaklaşım biçimleri arttırılabilir. Yazarlar, eserlerini ortaya koyarken görünenden yola çıkarak görünmeyene doğru bir atılım gerçekleştirir. Her yazar, ne kadar da fildişi kulede yaşarsa yaşasın ortaya koyduğu eserinde yaşadığı coğrafyanın izi olacaktır. Kurgu metinlerde insanoğlunun hayalinin hareket noktası görünenden yola çıkar. Görüneni süsler, büyütür, güzelleştirir, işler. Bu durumun tersi de mümkündür. Görünenden yola çıkan her unsur edebiyat kanalıyla çok farklı şekillere ve anlamlara bürünebilir. Örneğin bir çeşmeyi ele alıyorsa yazar, o çeşme buraların çeşmesidir. Bu durumu Tanpınar’da yoğun olarak görürüz. Tanpınar, Huzur romanını yazarken Narmanlı Han’dan İstiklal Caddesi’ne yürüyüşler yaparak romanına tipler seçmiştir. Her yazar bunu yapar. Karşılaştığı olay ve olgular onun inşa edeceği edebî eserin temelini oluşturur. Bu bakımdan edebî eserlerle sosyoloji iç içedir. Orada çoğu zaman görünmeyen unsurları gözlemlemeniz mümkün olabilmektedir.
Kitabınızda birçok şaire atıf yapıyorsunuz. Şiirin hayatınızdaki yeri nedir?
Şiir, toplumsal ve bireysel anlamda kurucu metinlerdendir. İyi şiirler insanı ve toplumu inşa edecek güce sahiptir. Şiirle ünsiyet, hayat boyu devam etmelidir. Şiir, bir düşünme biçimi, ayrıca yaşam biçimidir. Şiire baktığınızda, şairin kalp ve akıl birlikteliğini görürsünüz. Diğer tüm metinlerden farklı bir kalp, farklı bir zihin durumu söz konusudur. Dipdiridir ve diriltici bir etkisi vardır. Şiir ile ünsiyetine devam eden tüm kalpler ve zihinler sürekli diri kalacaktır. Çünkü dokunulmayanı dokunulur, görülmeyeni görünür, hissedilmeyeni hissedilir kıllar. Şiir, hayalhanemize ışık tutan metinlerdir. O ışığın altında kendini otopsi masasında izlersin ve her zaman farklı bir şeyler görürsün. Şiirle hayretin artar, hayretin artıkça da dünyadaki konumunu daha iyi anlarsın.
“Her eserin kendince bir ideolojisi, bir niyeti, onu ortaya çıkartan bir sebebi vardır.” Kitabınızın ideolojisi, onu kaleme almanızdaki niyetiniz ve ortaya çıkmasındaki sebep nedir?
Niyetimiz Allah rızası için diri bir kalp elde etmektir. Kalbi diri olanın bu dünyayla bağlantısı farklı olur. Hayatın gelip geçiciliği ile birlikte, bu gölgelikte bize sunulan nimetlerin güzelliği karşısında durup düşünmek… Biraz farkındalığı arttırmak, vicdanına, aklına ve kalbine sahip çıkmanın gerekliliğini vurgular bu eserdeki yazılar. Güzel bir duadır “Allah hayretimizi artırsın”.
Modern kırılmayla başlayan postmodern durumun bilgiyi ve hızlı bir tüketimi getirdiği aşikâr. Kişinin bu hengâmede hızla tükettiği şeyleri hazmetmesi mümkün mü?
Mümkün değil. Ritzer’in “Toplumun Mcdonaldlaştırılması” şeklinde kavramsallaştırdığı bir dönemin insanlarıyız. Bu dönemde önümüze sunulan her şey fastfood şeklinde. Bilim, kültür, sanat, teknoloji… Artık uzun uzun kitap okuyan, bir konu hakkında uzun zamanlar araştırma yapanlara normal bakılmayan bir zaman dilimi içerisindeyiz. Bir günde sayısız veriyle doldurduğumuz zihnimiz hallaç pamuğu gibi… Bir yanda alçı sıvanın inceliğini öğrenirken diğer yandan moleküler biyolojinin alt dallarını öğrenebiliyoruz. Bu örnek iki bilgiyi birbirine bağlayacak, birbiriyle harmanlayacak bir filtremiz yok. Sadece tüketiyoruz, bilimi bile. Daha sonra hazımsızlıkla “aklı karışıklara önsöz”lere başvuruyoruz. Hızlı tüketimin hazmı için beş şey peşinde koşarken bulabiliyoruz kendimizi. Bunu da yine hızlı akan story’lerden elde etmeye çalışıyoruz.
“Birey; hali hazırda kendisi olan ve fakat kendisini kendine bırakmayan yığınla teori ve düşünceye kobay olan…” Yığınla teori ve düşüncenin kobayı olan insanın bu koşturmacada kendisi olmasını nasıl düşünebiliriz?
Asıl amaç bu zaten. Diri kalmak… Bu çağın tüm debdebe ve şaşası karşısında diri kalmayı başarabilen insanlığını yitirmemiştir.
Kitabınızda bireyin kendini aramasını ve modern zamanın gizini keşfetmesini öneriyorsunuz. Modern zamanın kirine bulaşmadan bu gizi keşfetmek nasıl mümkün olabilir?
Kendine, eve, şarkıya dönerek.
Gösteri toplumunun etkisi altında yaşayan bireylerin kimlik algısı ve sosyal ilişkileri nasıl şekilleniyor? Medya ve popüler kültür, insanların kendilerini tanımlama biçimlerini etkiliyor mu?
Görüntüsü olmayanın hakikatinin sorgulandığı bir çağdayız. Resimlerle, görsellerle düşünüp bunlarla yaşayan bir topluluğun içerisindeyiz. Görüngüler dünyasında mağaramızın duvarlarını sayısız resimle doldurup, kendimize yapay mutluluklar devşiriyoruz. Popüler olanın peşinden koşarak asıl “iyi”yi görmezden geliyoruz. Yapay mutluluklar, sanal zevkler, geçici hevesleri asıl amacımız haline getirdik. Aldığımız like’larla mutluluğumuzun dozajının artacağına inandırıldık. Bu durum elbette ki kendimizi tanımlama ve anlama konusunda değişimleri de beraberinde getirdi. Sosyal ağlarda varlığımızı arttırmak için var gücümüzle çabalıyor, düşen her bildirimde mağaramızdan çıkıyoruz. Mağaramız artık birer put yapımevi haline döndü. Çeşitli putlar icat ederek bunlarla avunuyoruz. İçimizdeki İbrahim’i diriltmeden de bundan kurtulamayacağız. Neyiz, kimiz, neredeyiz? Algımız, anlayışımız gittikçe sanallaşırken gerçekliğin dünyasında, şehre koşarak gelen adamın bize söyleyeceklerini ne derece anlayabileceğiz.
Son olarak Edebifikir okurlarına ne söylemek istersiniz?
Diriler Evinden Notlar’ı okuyup diri kalmanın peşine düşsünler.