Künye: Anadolu Mayası – Türk Kimliği Üzerine Bir İnceleme – Yalçın Koç, Cedit Neşriyat, 4. Baskı, Ankara, 2014.
***
“Anadolu”, Türklerin mayaladığı bir coğrafyadır; Anadolu’da mayalanan asli unsur “insan”dır. (Sayfa 16)
“Grek-Latin-Kilise diyarı” ile kastetdiğimiz bir “kültür” dür. (Sayfa 17)
Bir “şey”den “eksiksiz olarak” sözedebilmek için gerekli olan kavramların başında “kimlik (hüviyet)” gelir. “Kimlik”, “şey”i “özne” kılan esastır. Bu esas, “şey”i asli vasıfları itibariyle “belirler” ve bu yolla, öbür “şey”lerden “ayırd ederek”, “birey” oluşturur. (Sayfa 17)
Anadolu mayasında “insan”, “ferd”dir. Grek-Latin-Kilise diyarında “insan”, “yığınsal”dır, yani “ancak yığının bir üyesi olarak insan”dır; aksi takdirde “insan” olarak bu diyarda tesis edilemez. (Sayfa 19)
Aristoteles, hatırlatırsak, metafiziğin merkezine, bir “cevher (töz, substance)” olarak “iki ayaklı, tüysüz, düşünen (rasyonel yeti sahibi) ve algılayan (idrak sahibi) şey”i yerleştirmiş; “düşünce”, “algı” ve “dış dünya”nın kalıpları olarak “kategoriler”i, bu “şey”den hareketle tesis etmiş ve metafiziği bu temel üzerinde oluşturmuştur. (Sayfa 20)
Kant, “birey”i tesis etme faaliyetinde iki noktayı esas ahr: “Ruh (Seele)’un idrak edilemeyeceği, bu sebeple de bilinemeyeceği” ve “saf düşünme yetisi (reinen Vemunft)’nin, ruh’tan bağımsız olarak tesis edilmesi gerektiği”. Burada, Kant’ın tuttuğu işin özü, “birey’in esasını, ‘saf düşünme yetisi’ olarak ortaya koyarken, bu yetiyi, birey’de bulunup da bu yetinin ‘kabı’ olabilecek ‘şey’den ‘arıtmak’tır; “birey’in ‘idrak edilebilir esası’ndan ruh (Seele)’u gidermek”tir. (Sayfa 24-25)
“Özgürlük (hürriyet)”, “insan”ın “esas”ına aittir. “İnsan”, kendi “varlığının esası”ndan kaynaklanan bir şekilde “özgürlük”ü aramak ve “özgür” olmakla yükümlüdür. “Varlığının esası”ndan kaynaklanmayan bir “özgürlük”, “insan”ın doğasına aykırı düşer.
Anadolu mayasında, “ferdi birey”in asli vasfı, “özgür” oluşudur. Oysa, Grek-Latin-Kilise diyarında, “birey”in “yığınsal” olarak oluşturulması, “birey”in “asli özgürlüğü”nün iptal edilmesine bağlıdır. (Sayfa 28)
İlginçtir; Fransız devriminde “vatandaş”ın (ki, bu diyarda “vatandaş”lık, yığınsal bireye, yığınsal mevzuat yoluyla takdir buyurulan bir vasıftır) “özgür” kılınması, aslında, Anadolu mayası itibariyle, yığınsal bireyin “vatandaş” sıfatı altında “yeniden köleleştirilmesi”dir. (Sayfa 29)
Anadolu mayasında, “ferdi özgürlük”ün esası “gönül”dür. Anadolu mayasında, “birey”, “gönlünü bilerek” “özgür” olur. (Sayfa 29)
Oysa, Anadolu mayasının esası, “dönüşmek”tir; aksi takdirde “maya”dan sözedilemez. “Özgürlük” ancak “dönüşerek” bulunur. (Sayfa 35)
“Kategoriler”, “rasyonel yeti”nin “esas”ı değildir; kategoriler, sadece, “düşünce ve idrak” itibariyle, “rasyonel yeti”nin bir zeminidir; ancak, “nihai zemin” değildir, çünkü “yeniden tesis edilen” ile “rasyonel yeti” arasındaki ilişki, anlattık, “tek yanlı” ve “sınırlı”dır. Bu nedenle, “rasyonel yeti”nin “esas”ı, “kategoriler” üzerinden “kavranamaz”; “rasyonel yeti”nin “esas”ı, Grek-Latin-Kilise diyarındaki tesisi itibariyle, “açılamaz”. (Sayfa 37)
“Tesis”, “düşüncesi” olduğu “düşünce”nin “bizzat kendisi” değildir. “Tesis”, “düşüncesi” olduğu “düşünce”nin, “zihin”deki bir “resmi”, bir “yansıması”dır; bir “temsil”idir. Üstelik, “tesis” de bir “düşünce”dir. (Sayfa 45)
Kartezyen metafiziğin temel eksikliğinin farkına varan ve “varlık (asli mevcut)”ın “cogito” yoluyla tesis edilemeyeceğini gören Kant, çok kısa olarak bahsedelim, “varoluş”u, “rasyonel yeti”nin “zemin”ine ait bir “kategori” vasıtasiyle temellendirmeğe çalışmıştır; yani, “var”lık, “düşünme yetisi”nin “idrak ettiği”ne “giydirdiği” bir “kılık”tır. (Sayfa 48)
Anadolu mayasında “bilgi”, mayalanma neticesinde “gönlün bilinmesi” ile, “aslın bilinmesi” ile ortaya çıkan bir “dönüşüm” dür. “Gönül”, ne “rasyonel yeti”nin ne de “idrak yetisi”nin fiilleri ile kavranamaz. Bu “dönüşüm”, “bilinç”e de bağlı değildir; üstelik “bireysel irade” yoluyla da oluşmaz. (Sayfa 50)
Anadolu mayasında “akıl”, zemine ulaşmak için “bindiği dal”ı keser; böyle söyleyelim. “Esas”a giden yol, “binilen dal”ın kesilmesinden geçer. (Sayfa 50)
“Rasyonalite yetisi”, esas itibariyle “kavram” ve “düşünsel nesne” oluşturma, “kavram” ve “düşünsel nesne”yi birleştirerek “hüküm (yargı)” oluşturma, “nesne”leri “kavram”larına bağlı olarak “döndürüp” yeni “kavramlara bağlama”, yani “çıkarım” yapma ve dış dünyadan “algı (idrak)” yoluyla sağlanan malzemeyi genel ilkelere göre sınıflandırma ve düzenleme işlevlerini yerine getirir. (Sayfa 51)
“Binilen daim kesilmesi”, Anadolu mayasında bireyin, “gözlüğü” kırarak “rasyonel yetinin hükmü”nü bir kenara bırakması ve, “görerek ve dönüşerek aşma”sıdır. “Görerek ve dönüşerek aşma” için esas olan “gönül”dür. (Sayfa 51)
“Binilen daim kesilmesi” neticesinde ayak yere basar. “Binilen daldan düşüş” ve bunun neticesinde “yere basış”, bir “dönüşüm”dür. “İnilen”, artık “kesilebilecek bir şey” değildir; “esas”tır. Burada yol yürünür. (Sayfa 51)
Nasreddin Hoca’nın çaldığı maya hiç tutmaz mı, tabii ki tutmuştur; ama nerede ve nasıl tutar? “Göl” nedir, “çalınan maya” nedir, “mayayı çalan” kimdir?
“Rasyonel yeti”, algı yoluyla edindiği malzemeyi kendi ilkelerine göre düzenler ve mevcut bilgiyi de kullanarak hükmeder: Göl maya tutmaz. “Rasyonel yeti”nin, doğası sebebiyle, düzenlediğini “aşarak” daha “geniş” bir kap içerisinde “değerlendirme ve hükmetme” imkanı yoktur; bu itibarla, Grek-Latin-Kilise diyarına göre, Anadolu mayasının bu “görerek aşma”sı, “irrasyoneldir” ve dolayısıyla, esas itibariyle “anlamsız”dır.
Nasreddin Hoca’nın cevabındaki “bilirim tutmaz; ama, ya tutarsa” sözlerinin iki yüzü vardır: “Bilirim tutmaz”, “rasyonel yeti”nin bir hükmüdür. “Ya tutarsa”, bir “olasılıksal ifade”, “istatistiksel değerlendirme” değildir. Aksine, “rasyonel yeti”ye “cehalet”ini ve “yetersiz”liğini bildiren sözlerdir: Ya “rasyonalite yetisi”nin kuşatamadığı bir şekilde tutarsa. “Ama” bağlacı, bu iki kavrayışın, bu çerçeveler itibariyle asli farkını ve zıtlığını gösterir. (Sayfa 54)
Şimdi soralım: Anadolu mayası itibariyle, Eflatun “kim”dir? Cevap verelim: Anadolu mayası itibariyle Eflatun, “Musa’nın kelam ilmi”ni, “malumat dairesi”nde “kısmen” alarak, “Grek teolojisi”nin zemininde ve “rasyonalite” esasında aktaran ve anlatan bir Grek-Latin-Kilise diyarı ” düşünürüdür. (Sayfa 59)
Eflatun hakkında yukarıda kısaca bahsettiklerimiz dikkate alınırsa, Eflatun’un, “asli özgürlük”ün önünde zor farkedilen bir “engel” olduğu ve fikriyatının bir “hapishane” oluşturduğu anlaşılır. Çünkü, Eflatun’un fikriyatının esası, “özgürlük” sağlayacak bir “dönüşüm” değildir; aksine, bu “dönüşüm”ü “kapatan” bir “rasyonalite”dir. (Sayfa 61)
“Asli kimlik”, “mayalama” neticesinde oluşur. “Asli kimlik” sadece “kendi iç’i” itibariyle “açılarak gelişir”. (Sayfa 69)
Grek-Latin-Kilise diyarında “şey”ler birbirinden kesin sınırlarla “ayırılarak” “sınıf’landınlır. “Ayırmak” ve “tasnif etmek”, herhangi bir “şey”e her zaman bir “sınıf” tayin etmek bu diyarın kuruluş esaslarındandır. (Sayfa 70-71)
Anadolu mayasında, “sınıf” oluşturulmaz ve bu yolla da “tasnif” yapılmaz. Anadolu mayası itibariyle, farklı “inşa” faaliyetlerinin “esas”ı, “tek”tir. Bu “esas”, geniş manada, yapının tesis edilmesi için gerekli olan “zıt”lıkların “birlik” yoluyla giderilmesidir. (Sayfa 72)
Anadolu mayasındaki “usta”nın, “yapı”da bıraktığı “mührü”, “gönlünden gelmiş olan”dır. Böyle bir “iz”in esası “zıtlık” değil, “zıtların birliği”dir; bu “birlik”, malzemenin bağlanışı neticesinde ortaya çıkan “zıtlığı giderir” ve dolayısiyle de “aşar”. Bu yolla, “yapı”, bir “eser”e dönüşür. (Sayfa 75)
Hatırlanacağı üzere, “Kilise”, “Grek-Latin-Kilise diyarı”nda “düşünceyi (rasyonaliteyi) ve algıyı aşan” bazı konulara işaret ederek, “birey”in bizzat “kendi esası”na yönelmesini engelleyen, “bireyin bizzat kendisinde derinleşme imkanı”nı ortadan kaldıran ve, “birey”i bir “yığınsal birey”e dönüştürerek “yığınsal birey”lerden “yığınsal toplum” düzenleyen “kendinden menkul” bir “mevzuat manzumesi”dir. (Sayfa 77)
Anadolu mayasında “vatan”, “ferdi birey”in yeşerip geliştiği ve “ferdi birey”lerin “birliği”nin oluştuğu mekandır. “Vatan”ın “esas”ı, Anadolu mayasında, “ferdi birey”in “asli aidiyet”ine dayanır; bu nedenle “vatan”, “kutsal”dır. Anadolu mayasında, bu nedenle “vatan” için “susamışın su içmesi” gibi “can verilir” ve gerekli olduğunda “vatan” için tereddütsüz “baş alınır”. (Sayfa 77)
Anadolu mayasında, “toplum”un ve “toplumsal kurum”ların “esas”ı, “ferdi birey” olan “insan”dır; “insan”ın bizzat “kaynağı”ndan gelen “birlik”tir ve, bu “birliği” esas alan “kardeşlik”tir. (Sayfa 84)
Anadolu mayasında, “toplum”, “ferdi birey merkezli”dir, yani “insan merkezledir; “toplum”un “esas”ı, “ferdi birey”dir.
Oysa, Grek-Latin-Kilise diyarında, “birey”, “yığınsal”dır. (Sayfa 75)
Oysa, Anadolu mayası cihetinden, “birlik”, esasen “iç’sel”dir ve, “dış’sal esas” cihetinden “birey’e mahsus olan” ile ikame edilemez. “Birey”in, “tekilliği”, esasen, “iç’sel birliğin” “kaydı” altındadır; “iç’sel birliği” bulunmayan “şey”in, “görsel” yolla, “dış’sal tekilliği”nden de sözedilemez. (Sayfa 89)
“Şey’ler, “dışsal” cihetten “biraraya” getirilerek “birlik” oluşturulamaz.
“Şey’leri “dışsal” cihetten biraraya getirmek, esasen “yığın” oluşturur. “Yığın”, “birlik” değildir; geniş manada, “mutabakat” sağlayabilen ve “mukavele” “tesis” edebilen “yığın”, “birey”ler cihetinden sadece “beraberlik”lik vasfı kazanır. (Sayfa 101)
“Ferdi birey”, tekrar edelim, varlığının “esas”ı, “öz”ü her bakımdan eksiksiz bir şekilde bizzat “kendisi”nde bulunandır. “Ferdi birey”in “kimliği”, bizzat “kendisi”dir. (Sayfa 103)
Anadolu mayasında, “ferdi birey”, “gönlünü” “bilerek” “özgür (hür)” olur. “Bilmek”, “dönüşerek aşmak” tır. “Dönüşerek aşmak”, “maya”ya tabidir. Bu itibarla, “ferdi birey”in “esası”, “Anadolu mayası”dır, da deriz. (Sayfa 103)
Anadolu mayasındaki “kardeşlik”, “cümle varlığa” mahsustur. Her ne vardır ki “göz” görür, “el” dokunur, “kulak” duyar, “akıl” bilir; esasen “kardeş”tir. Anadolu mayasında “gönül” cihetinden, “ayrı” “gayrı” yoktur. Ot, çiçek, böcek, kurt, kuş, insan; cümlesinin “esası”, “aynı” “birlik”tir; cümlesi “kardeş”tir. Böyle görürüz, böyle biliriz. (Sayfa 108)
“Anadolu mayası”, belirttik, “anlatarak açılamaz”; “Anadolu mayası”, “rasyonel yeti”nin “teşrihi”ne tabi değildir. (Sayfa 109)
Anadolu mayasında, “toplum kimliği”, “asli olan” “içsel birlik”e “dayanması sebebiyle, “esasen” “tesis” edilmiştir. (Sayfa 111)
Esasen “birey”e mahsus olan “dil”, “bir dil” cihetinden “toplum”un “tezahür ettiği” “mekan”dır, diyebiliriz. (Sayfa 114)
“Dil”, “toplum”un “kimliği”ni ve “birikimi”ni, “kendi cihetinden” “tesis” ve “muhafaza” eder; bunları “yüklenerek”, “aktarılmaları”nın ve “işlenmeleri”nin imkanını sağlar. (Sayfa 114)
“Toplum”un “esas”ındaki “iç’sel birlik”, “dil” vasıtasiyle “açığa çıkartılarak tesis olunur” ve “muhafaza edilir”. “Dil” bu itibarla, “kendi cihetinden”, “toplum”u “tesis” eden bir “muhayyile” ve, “toplum”un “mevcudiyet esası”nı “koruma” altında tutan bir “hafıza” gibidir. (Sayfa 114)
“Hafıza”, “yakaladığını”, esas itibariyle “an’ın akışı’na karşı” “koruma altına” alarak “muhafaza” eder. (Sayfa 117)
“Hafıza”, “muhafaza ettiğini”, “an’ın akışı’na karşı” “sabit” tutan yetidir. Bir “şey”i, “an’ın akışı’na karşı” “sabitlemek” demek, bu “şey”i, “an’ın akışı”nın ve, bu yolla da “zaman”nın “kaydından” çıkarmaktır. (Sayfa 117)
“Zaman”a “dayanak” olanın bizzat kendisi, “zaman”ın “kaydı altında” değildir; aksi halde, “zaman”a “tabi olur”. “Zaman”a “tabi olan”, “kendisi”ni ve, “şey”i, “an’ın akışı’nın dışında” tutamaz; bu itibarla, “zaman”a “tabi olan”, “zaman”ın “dayanağı” değildir. (Sayfa 118)
“Hafıza”, “mevcud”u, “kendi dairesinde” “esasen tesis ederek aslen muhafaza altında tutan” “yeti”dir. (Sayfa 118)
Tekrar edelim; “hafıza” cihetinden, “geçmiş”, “zaman” itibariyle mevcut değildir. “Hafıza”nın sadece “bir” “an”ı vardır; böyle söyleyelim. (Sayfa 121)
“Hafıza”, icraatı itibariyle, “birey’in kimliği”nin “mevcudiyet esası”dır. (Sayfa 128)
“Hatırlamak”, “hafıza”da “muhafaza altında” bulunanı “muhayyile”de, “aynı”yı “bir”e “indirerek” “rasyonel esas”a göre “temsilen tesis” ve “idrak” etmektir. (Sayfa 128)
“Mantık”, “dil’deki nesne”lerin “terkib”inin ve “teşrih”inin “logia”sıdır. “Dil’deki nesne”lerin “birleştirilmesi” ve “ayrıştırılması” hususu, “mantık”ın tesisinde ortaya çıkan ilk “mesele”dir. (Sayfa 146)
“Bir dil”, mesela “Türkçe”, “Türk toplumu”nda “tesis olunur”; kendi esası cihetinden, “Türkçe”, “Türk toplumu”nu hem “tesis” hem de “muhafaza” eder. (Sayfa 154)
Bir “toplum”u “ortadan kaldırmanın” “en sağlam yolu”, o “toplum”a “mahsus” “bir dil”i “işlemez” hale getirmektir. “İşlemez” hale getirilen “bir dil”, ait olduğu “toplum”u “tesis ve muhafaza” edemez; bunun neticesi, o “toplum”un “yıkım”ı’dır, “giderilmesi”dir. (Sayfa 155)
Anadolu mayasında, anlattık, “toplum”un “tesis” cihetinden “dayanağı”, “birey”in “asli kaynağından gelen “kardeşliktir ve, “kardeşliğin esası” olarak, “birey”deki “içsel birlik” tir. “İçsel birliğin” “esası”, “gönül”dür.
Grek-Latin-Kilise diyarında, bu manada, “toplum”un “tesisi”ni mümkün kılan “kardeşlik” ve “kardeşliğin” esası olan “içsel birlik”, “kapalı”dır. “Bizzat Kilise”nin “asli icraatı”, “içsel birliği” ve, “birey’in asli özgürlüğü”nü “kapatmak”la başlar. “Ayin”, bu icraatın “kollektif” tezahürüdür.
“Ayin”, bu itibarla, “birey’i köleleştirme” icraatıdır. “Yığınsal birey”, “bizzat Kilise”nin “ayin”i yoluyla “tesis” olunur ve “köleleştirilir”. (Sayfa 160)
Anadolu’da maya, “birey”in “gönlü”ne çalınır. “Ferdi birey”in “maya”sı, Anadolu’da, “toplum”u da “tesis eden” “esas” tır. (Sayfa 165)
Aktaran: Mücahit Emin Türk