“Nihayete varmak, başlangıca dönüştür.”
Cüneyd-i Bağdadi
Açılan kapının ardında, kendilerini yuvarlak bir meydanın ortasında buldular. Bu dünya, diğer dünyalardan farklı olarak dikine uzamayıp yuvarlak geniş bir meydan şeklindeydi. Meydanın üç tarafına dizilmiş, birbirinden farklı ebat ve yapılarda üç bina bulunmaktaydı. Yolcular meydanın ortasında, aynı uzaklıkta olan binaları izlerlerken, geride bıraktıkları arkadaşlarını anımsadılar. Mesut, daha yolu başındayken kendilerinden ayrılmış, Turan ve Mehmet bir önceki dünyada yolculuklarını sonlandırmışlardı.
Yeni adım attıkları dünyada, üçü de aynı şartlar altında ilerleyen birer yolcuydular. Bu dünyaya Sefa’nın da ilk kez adım atmış olması sebebiyle, ne yöne doğru ilerleyeceklerini bilmiyorlardı. Yolculuğun başından beri hissettikleri duygu gelgitleri yerini soğukkanlılığa ve sakinliğe bırakmıştı. Birbirlerine baktılar. Hiçbiri konuşmak istemiyordu. Emrullah üç yöne uzanan, üç farklı binadan daha geniş ve gösterişli olana doğru yöneldi. Arkadaşları da sorgulamadan onu takip ettiler. Binaya yaklaştıkça üzerinde asılı duran tabeladaki yazı okunabiliyordu; “İdeolojik Hezeyanlar Akademisi”.
Kapının önünde durdular, birbirlerine baktılar. Sefa, uzaklaştıkları diğer iki binayı gözleriyle süzerken Emrullah beklemeden araya girdi;
“Yaşayacağımız her şeyi yaşadık. Daha ne görebiliriz ki! Kapısına kadar gelmişken girelim.”
Kapıya doğru yönelip, içeriye girdiler.
Geniş ve yüksek tavanlı salonun içi tıklım tıklım insan doluydu. Girişteki masada oturan görevli yolculara seslendi:
“Hoş geldiniz. Siz hangi renge üyesiniz?”
Yolcular, adamın ne demek istediğini anlayamamışlardı. Emrullah öne atılıp konuşmaya başladı. Adam önünde dizili bulunan renkli zarfları göstererek, her rengin bir ideolojiyi temsil ettiğini ve buradan seçecekleri bir rengin temsilciliğine yönelebileceklerini iletti. Yusuf buradan çıkmak istiyordu ama Emrullah adamdan renklerin hangi ideoloji temsil ettiğini tekrar etmesini istiyordu.
“Kırmızı; Cumhuriyetçiler, Sarı; Liberaller, Mavi; Demokratlar, Yeşil; Muhafazakarlar…”
“Tamam, yeşil iyidir, yeşile yaz bizi.”
Ellerine aldıkları yeşil renkli üyelik kartlarıyla ışıltılı avizelerin altındaki salonun girişine yöneldiler. İçeriden çok büyük bir uğultu yükseliyordu. İnsanlar renklere göre ayrılmış bölümlerdeki masalara yerleşmiş, oturuyorlardı. Her yer rengârenk bayraklarla süslenmişti. Tüm sıralardan bitmek tükenmek bilmeyen konuşmalar ardı ardına devam ediyordu. Yolcular sıraların arasından öne doğru ilerlerken, masalardan yükselen bağrışmalar daha da şiddetleniyordu.
Sarı saçlı, yaşlı bir teyze masanın üzerine çıkıp, bağırmaya başladı:
“Bu bozuk düzeni başınıza yıkıp, özlediğimiz o özgür düzeni yeniden kuracağız!”
Yanındaki mavi fularlı ihtiyar destek çıktı;
“Yobazlar, cahiller, geri kafalılar bıktık sizlerden.”
Başka masalardan da karşılık geldi;
“Asıl cahil ve yobaz sizsiniz, vatan hainleri…”
İyi giyimli bir genç bağırdı salonun diğer tarafından;
“Millet aç aç…”
Tartışma hararetlendikçe, gerginlik de artıyordu. Bir tarafın öne sürdüğü ses, bulaşıcı bir yankı gibi arkadaki masalara doğru tekrarlanarak devam ediyordu. Masalardaki insanlar bir gerçeği dile getirmiyor sadece ezberledikleri cümleleri seslendirip duruyorlardı. Bu durum bulaşıcı bir hastalık gibi masadan masaya yayılırken, yolcular salonun başına varmışlardı. Burada her rengin birer temsilcisinin oturduğu koltuklar vardı. Temsil ettiği rengin takım elbisesini giymiş bu temsilciler, grubu orkestra şefi gibi yönlendiriyordu. Sefa, Yusuf’u kolundan çekerek Emrullah’ı gösterdi. Emrullah, kırmızı masadan birisini yakalamış, hararetli bir şekilde, bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
Yusuf ve Sefa çıkış kapısına doğru yöneldi.
Artık bir rüyada olup olmadıklarının bile farkında değillerdi. Gerçeklik algılarını yitirmişlerdi. Uzun zamandır bulundukları dünyanın gerçekliği içerisinde geziniyorlardı. Kendi hesaplamalarına göre on dört dakika sürecek bu yolculuğa altı kişi başlayıp, iki kişi kalmışlardı. Bu yolculuğun nihayetinde ulaşmak istedikleri anlama, kimin ulaşacağını öğrenmek için son bir kapı ve son bir biletleri kalmıştı. Çıkış kapısından, büyük meydanın ortasına doğru yürüdüler.
Sefa çenesini kaşıyarak diğer iki binaya bakıyordu. Sessizliği ilk o böldü;
“Emrullah’ın bu binada kalacağını daha içeriye ilk girdiğimizde tahmin edebiliyordum. Tahminlerim yanlış değilse, bu iki binadan biri benim, diğeri de senin için. Ve son kapının anahtarı da bu iki binadan birinde.”
Yusuf arkadaşının omzuna elin koyarak konuşmaya başladı;
“Bu dünyanın hem çok büyük bir hayal hem de gerçeğin tam kendisi olmasını düşünüp, duruyorum. Bir tarafım sanki doğduğundan beri bu rüyanın içerisinde ve gerçek dünyanın burası olduğunu çoktan kabul etmiş durumda. Ama diğer bir tarafım, bunun on dört dakika sonra bitecek bir rüya olduğunun da farkında. Sonuna kim ulaşırsa ulaşsın bu yolculuğun anlamını hepimiz kendimize göre anlamlandırmış olacağız. Ama haklısın burada yolumuz ayrılacak, ben de biliyordum. Ben meydana girdiğimden beri sağ tarafta bulunan binaya girme isteğiyle doluydum. İlk olarak hep oraya yönelmek istedim.”
Sefa araya girdi;
“Evet, ben de diğer binanın beni kendine çeken cazibesine yakalandım. Bence artık çok da geciktirmeden kendi yolumuzda devam edelim. Kimin sona ulaşacağını uyanınca öğrenmiş olacağız. Uyanınca görüşürüz.”
Sefa ve Yusuf sarılarak birbirinden ayrıldılar. Zıt yönde binalara doğru ilerlediler. Yusuf binanın önüne vardığında duraksayıp, Sefa’ya doğru son kez baktı. Sefa üzerinde “Şişirilmiş Bilgelik Kulesi” yazan binadan içeriye girerken, Yusuf önündeki binanın açık kapısından yavaşça içeriye daldı.
Yusuf, kapıdan girer girmez kendini, beşgen yapıdaki bir odada buldu. Odanın tüm duvarları aynayla kaplıydı. Odanın ortasında dikilirken, baktığı tüm aynalarda kendisinin farklı bir suretteki yansımasıyla yüzleşiyordu. İrkildi. Bazı suretler o kadar ürkütücü ve çirkinken, bazıları son derece güzeldi. Uzun bir süre, kendi suretlerini izledi. Beşgenin sonunda, durgun ve ifadesiz bir şekilde kendisine bakan aynaya doğru yöneldi. Elini uzattığı ayna parçalanarak dağıldı. Aynanın ardında parlak bir koridor uzanıyordu. Koridorun önünde bekleyen, kendi suretindeki adama son biletini uzattı. Adam üzerindeki kabartmayı kazıyarak, bileti tekrar kendisine verdi. Yusuf kazınan yere baktı, kendi adı yazıyordu.
Önünde açılan koridordan içeriye doğru yürüyemeye başladı. Uzun koridorun sonundaki parlak ışığa doğru yöneldi. Bedeninde ve zihninde başlayan rahatlama, her adımında artan bir ferahlıkla yayılıyordu. Zihnine hücum eden tüm düşünceler yok olmuştu. Sadece koridorun içerisinde uzanan yolun, sonsuza kadar devam emesini istiyordu.
Yürüdüğü koridorda uzaktan seçilen bir karartı gördü. Yaklaştıkça dizlerinin üzerine çökmüş bir adamın, küçük bir pencereye baktığını fark etti. Adam hiçbir tepkide bulunmadan, sadece önündeki pencereden içeriyi izliyordu. Yusuf adama yaklaşarak, pencereye doğru eğildi. Pencere, meydanda ayrıldığı Sefa’nın içinde bulunduğu dünyaya açılıyordu. İçerisi odalara bölünmüş uzunca bir yapıdan oluşuyordu. Her oda tavana kadar uzanan kitaplarla kaplıydı. İnsanlar, kitapların önünde bir şeyler anlatmakta olan, garip burunlu bilgeleri dinliyorlardı. Küpeli ve sakalı çenesinden sarkan adamı dinleyen Sefa, son derece mutlu görünüyordu.
Yusuf adamın yanından ayrılıp, tekrar koridor boyunca ilerlemeye devam etti. Biraz ilerleyince farklı bir pencerenin önünde eğilmiş bir adamla daha karşılaştı. Bu adam da hiçbir tepki vermeden önündeki pencereden içeriyi izliyordu. Yusuf eğilip, baktığı pencerede Emrullah’ın devam eden hararetli tartışmalarını görebiliyordu. Adımlarını hızlandırıp yürüyüşüne devam ederken, kulaklarında çınlayan bir sesle irkildi.
“Yusuf… Yusuf…”
Rüyanın bitme zamanı mı gelmişti? Çoğu sorunun cevabını bulmultu ama hâlâ yolculuğun karanlıkta kalmış tarafları vardı. Bu rüya bitmemeliydi. Sesi duymak istemiyordu. Adımlarını daha da hızlandırarak ileriye doğru yürümeye başladı. Ses şiddetini daha da arttırmıştı.
“Yusuf… Yusuf…”
Uyanma vaktinden kaçış olmadığını düşündü. Bulunduğu yerde durup gözlerini kapatacaktı ki sırtında hissettiği elin varlığıyla irkildi. Gözlerini açtı.
Mesut, ay gibi parlayan suratıyla, tam da karşısında duruyordu.
Gözlerine inanamadı. Sıkıca sarıldı Mesut’a. İkisi de ağlıyorlardı. Sakinleştikten sonra Mesut’a tekrardan bakıp, sordu:
“Sen nasıl buraya geldin?”
“Ben uzun zamandır buradayım.”
“Nasıl olur…”
“Gel, gel anlatacağım ama çok az süremiz kaldı. Beni takip et.”
Mesut Yusuf’u kolundan tutup, koridorun ortasından yukarıya doğru uzanan bir merdivenin altına getirdi.
“Burada gördüklerinin hepsi sadece bir âlemdi, diğer âlemlere giden yollar şu yukarıda görülen merdivenler…”
Yusuf, gözün görebildiği yere kadar uzanan labirent biçimindeki merdivenlere doğru baktı. Şaşırmıştı.
“Daha kaç tane var ki?”
“Bilmiyorum, girmeme izin vermediler.”
“Nasıl yani?”
“Biletim olmadığı için, izin vermediler.”
“Biz buraya varana kadar…”
“Biliyorum, hepinizi izledim.”
“Peki şimdi ne olacak?”
Büyük bir gürültü duydular.
Mesut, Yusuf’a bakarak gülümsedi.
“Bundan sonrasını ikimiz de bilmiyoruz. Bilemeyeceğiz de. Zamanı geldi, uyanıyoruz.”
(…)
Derin bir nefes çekerek uyanmışlardı. Raşit sırılsıklam terlemiş bir vaziyette saatin önünde eğilmiş, bildiği tüm duaları mırıldanıyordu. Gelen sesle irkildi.
“Allah… Oh, Ya Rabbim sana binlerce şükür… Sonunda uyandınız. Oğlum aklım gitti, aklım! Vallahi kafayı sıyıracaktım. On dört dakika, on dört yıl gibi geldi. Neler çektim sizi beklerken. Uyanamayacaksınız diye öyle korktum ki…”
Saate baktılar, tam on dört dakika geçmişti. Yolcuların hepsi sessizce birbirine bakıyor, yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışıyorlardı. Yerlerinden kalkıp sessizce sobanın etrafına toplanmaya başladılar. Kimse tek kelime dahi etmiyordu.
Raşit heyecanla arkadaşlarına bakıyor, konuşmalarını bekliyordu.
“Oğlum çıldırtmasanıza insanı, ömrümden ömür gitti sizi beklerken. Ne oldu, ne yaşadınız anlatsanıza!”
Yusuf yerinden kalkıp masada bulunan ilacın arta kalanlarını aldı. Sobanın kapağını yavaşça açıp içine attı.
“Maalesef ne sen, ne de buradaki diğer altı kişiden başkası; yaşananların hiçbirini bilemeyecek.”
SON
Enes Can
1. Bölüm: Modern Zaman Simülasyonuna Giriş
2. Bölüm: Görünmeyenlerin Dünyası
3. Bölüm: Gösteri Toplumu Tımarhanesi