Gösteri Toplumu Tımarhanesi

Önceki bölümden: (Görünmeyenler Dünyasındaki birbirinden acı hikâyelere şahitlik eden yolcularımız, yolculuğun bu aşamasında enerjilerinin büyük bir kısmını yitirmişlerdi. Acıların sessizliği içerisinde çaresizce bekleyen insanların hikâyelerine bir suçlu aramaktaydılar. Yolculuğun ilk basamağının bu kadar acıyla başlaması, devam edecek yolculuk için gözlerini epey korkutmuştu. Yolculuktan en çok etkilenen Mesut’un daha yolun başındayken pes edip, bu dünyada kalmak istemesi, yolculuğun belirli bir amaç doğrultusunda ilerlediğini göstermekteydi. Buna göre her yolcuyu kendi içine çekecek kapıların sonunda ne olduğu hâlâ bir sır olarak önlerinde durmaktaydı.)

Biletleri görevliye uzatıp, içeriye girdiler. Onları bekleyen mermer zeminli yuvarlak bir salonun kenarlarına dizilmiş koltuklara oturdular. Salonun tam ortasında göğe doğru uzanan çok büyük bir kapı vardı. Kapıya yönelmeden önce yaşanılanları tekrar gözden geçirmek için toplanıp, konuşmaya başladılar. Özellikle Mesut’un daha yolun başında pes edip, orada kalmasını anlamlandıramamışlardı. Mesut çocukluklarından beri grubun en merhametli ve hassas kalbe sahip olanıydı. Bu hassasiyeti sadece yakın çevresine değil, rast geldiği her hangi bir acıyı göz ardı edememesiyle ilgiliydi. O meydandan çıkamamasının sebebi, kalbindeki bu hassasiyetin onu, o insanlara yardım etmeye mecbur kılmasında yatıyordu.

Mesut ve geçtikleri o elem dolu meydanla ilgili cümleler kurmak istemiyorlardı. Artık bu kahrolası rüya âleminin içinden çıkıp, gerçek dünyaya dönmek istiyorlardı. Bir rüyanın bu kadar uzun sürmesi olası bir durum değildi. Daha da kötü olan bir daha uyanamama gerçeğinin akıllarının bir yerinde kendini yenileyip durması olasılığıydı. Bu yolculuğun bir maksadı olduğu aşikârdı ve belli ki her kapıyla birlikte önlerinde açılacak dünyaların ne anlama geldiğini bulmak, çektikleri bunca çileyi anlamlı hale getirecek tek gerçekti. Sefa ikinci kapıya kadar gelmiş, sonrasını görememişti. Sonrası için o da düşünceli ve karamsardı. Ancak yolculuğun devam etmesi için arkadaşlarını tekrardan motive etmesi gerekiyordu. Ayağa kalkıp arkadaşlarına seslendi, boğazını temizleyerek kendinden emin bir ses tonuyla seslendi;

“Size çok zor bir yolculuk olduğunu anlatmıştım. Aslında zor olan, bu kapıya kadar olan kısımdı. Bu kapıyla başlayıp, gördüğüm ikinci kapının sonuna kadar olan dünyayla ilgili şunları söyleyebilirim ki; acıdan çok sizi kendi içine alacak bir büyülü bir dünya… Bu kapının ardında sizi kendi içine alacak şatafatlı hikâyeler, gözünüze hoş gelecek uyarıcılar ve eğlenceli şeylerle karşılaşacaksınız. Bu kapının ardı, tamamen gözlere hitap eden, her şeyin sergilenmek için yapıldığı, var olduklarını birilerine gözlerine sokmak için yaşayan insanların dünyası. Biraz da geçtiğimiz ‘Görünmeyenlerin Dünyasının’ zıddı olan,  her şeyiyle görünmek için uğraşanların dünyası. Bu dünyanın büyüsüne kapılmamak için geldiğimiz o acılar dünyasındaki insanları düşünün. Çünkü o dünyadakilerin acısana sebep olanlar biraz da bu dünyadaki insanlar. Kendinize bunu hatırlatın ve ilerlemeye devam edin.”

Emrullah ellerini ovuşturarak Mehmet’in sırtına vurdu. “Şimdi orada yatan o sabilerin intikamını alma zamanı Memo. Toparlan. Gidiyoruz.”

Yusuf’un baştan beri süregelen soğukkanlı tavırları bir tereddüde dönüşmüş, bu yolun sonuna herkesin gidemeyeceğini Mesut’un ayrılışıyla anlamıştı. Kendisini içine alacak dünyanın hangisi olduğunu da merak ediyordu. Sefa’nın ikinci kapıya kadar gelmesi, üçüncü ve sonrasındaki kapıların ardına daha gizemli ve korkunç kılıyordu. Turan baştan beri olayların dışında kalmaya çalışsa da o da yolculuktan epey etkilenmiş ve korkmuştu. Sonrasını düşünmüyor, rüyanın bir an önce bitmesi ve bu kara dünyadan çıkmak için dualar ediyordu.

Toparlanıp kapıya yöneldiler. Kapıyı açar açmaz kulakları sağır eden bir gürültüyle karşılaştılar. Sesler o kadar yüksekti ki ne taraftan geldiği anlaşılmıyordu. Karşılarında yine dikine uzanmış bir yol vardı. Görünmeyenler Dünyasındaki yola benzeyen bu yolu diğerinden ayıran taraflar hemen göze çarpıyordu. Rengârenk ışıklarla süslenmiş yolun iki tarafına dizilmiş barakalar yerini, camdan vitrinleri andıran süslü camekânlara bırakmıştı. Her camekân birbirinden farklı renklerde ışıklar saçıyor, içlerinde yüzleri anlamsız bir gülümseme ile parıldayan ve sürekli koşuşturan insanlarla doluydu. Önceki dünyadan aşına oldukları manzaranın tersine insanlar sürekli konuşuyor, sessizliğin ve buğulu havanın yerini uğultulu ve ışıltılı manzara devralıyordu. Camekânların sıralandığı yolun başına yürüyüp, birinin önünde durdular. Levhanın yerinde, kırmızı bir butonun olduğunu gördüler. Butonun üstünde “Sesi duymak için basınız” yazıyordu. Turan butona bastı. Uğultuların gürültüsü hafifçe azalıp camekânın içindeki ses kendini belli etmeye başladı. Camekân, özenle dizilmiş eşyalarla doluydu. Daha önce ne işe yaradıklarını bilmediği onlarca eşya, içeride bulunan alımlı kadın ve çocukların kıyafetleri dâhil her şeyin rengi simsiyahtı. Kadın dikdörtgen bir ekranın karşısına geçmiş evini tanıtıyordu.

“Evet, arkadaşlar aylardır beklediğiniz ev vloğumuzu bugün çekiyoruz. Ben de sizler gibi çok heyecanlıyım. Gördüğünüz üzere evim de benim gibi çok sade ama ihtişamlı. Evimizin iç dizaynını ünlü bir mimara yaptırdık. Sağ olsun çok emek verdi. Özellikle çocuk odasındaki şu yatağı kendisi tasarladı. Biliyorsunuz iki çocuğum var ve ben evimin tüm alanlarını onları gözeterek tasarlattım. Burası çocukların oyun alanı, şu kısım uyku ve dinlenme yerleri. Evin tamamında siyah rengin baskın olduğunu görüyorsunuz, galiba ben siyah renk bağımlısıyım. Ne yapayım, bu da benim tarzım. Dikkatli bakarsanız tuvalet kâğıdımın da siyah olduğunu göreceksiniz. Çok şık değil mi? Bayılıyorum buna. Maalesef ülkemizde bulunmuyor, yurtdışından getirtiyorum ve biraz pahalıya mal oluyor ama soranlarınız olursa diye linkini aşağıya bırakıyorum…”

Kadının ne dediğini anlamakta zorlanıyorlardı. Bir insan neden evinin içini, yaşam alanını tüm insanlara göstermek isteyebilirdi ki! Üstelik bunu bir marifet ve çok büyük bir işmiş gibi ciddiyetle yapıyordu. Elindeki ekranı kapattıktan sonra bakıcılara emirler verip “çocukların kendisini rahatsız etmemesini” tembihledi. Çocuklarını da evinde sergilenen eşyalar gibi gören ve onlar kadar seven bu insan, diğer dünyada acılar içinde ölen o çocukların asıl müsebbibi olabilir miydi?

Şaşırmışlardı. Bir kadın en özel anlarını yaşadığını evinin tüm alanları neden başkalarına övüne övüne anlatabilirdi ki! Onlar geldikleri dünyadaki evlerinde çift perde kullanıyor, pencerenin bir yeri açılacak olsa hızlıca kapatıyorladı. Dışarıdaki dünyadan korunmak için ördükleri duvarlar ve demir kapılar da keza hep özel alanın korunmasıyla ilgili şeylerdi. Üstelik geçtikleri dünyada açlıktan, yokluktan ve soğuktan ölen bebek cesetlerinin olduğu yer; buraya çok da uzak değildi. Bu kadar ölen çocuğun olduğu dünyada, kadının kendi çocuğunun rahatı için yaptıkları nasıl bir çelişkiydi! Evet, bu kadın oradaki çocukları çaresizliğe iten sorumlulardan biriydi. Öfkeyle camekânın önünden uzaklaştılar. Curcunayı andıran ve ne anlama geldiği belli olmayan sesler tekrar yükselirken, önlerinde uzanan yolun ortasından ilerlemeye devam ettiler. 

Bir önceki dünyada yaşadıkları sıkıntıları garip bir şekilde unutmuşlardı. Mehmet bu dünyanın büyüsüne çoktan kapılmış, Turan’la şakalaşıyordu. Eğlence üzerine kurulu ve tamamen gözlere hitap eden bu dünyanın kendisine iyi geldiğini artık saklayamıyordu. Sefa yoldan daha önce geçtiği için hafif gülümseme ile arkadaşlarını izlerken Emrullah ve Yusuf’un yüzlerindeki şaşkınlık kendini ele veriyordu. Her camekân içinde bulunan insanlar bir şeylerle uğraşıyor ve birbirlerini dinlemek bir yana sadece yaptıkları şeyleri başkalarına duyurmaya, göstermeye çalışıyorlardı. Kimi camekânda alımlı insanlar, giydikleri kıyafetleri dünyanın en büyük işini üstlenmişçesine sergiliyor, kimisinde dans eden genç bir topluluk kendinden geçmiş vaziyette performanslarını sergiliyorlardı. Bazı camekânlarda düğün dernek, bazılarında soytarılığın da ötesinde şakaların yapıldığı bu dünyada, küçücük çocukların bile ağzından düşürmediği bir cümle vardı: “Takip edip, beğenmeden geçmeyin.”

Kapısı açık bir camekânın önünde durdular. İçeride altmışlı yaşlarda bir ihtiyar ve on beş yaşlarında bir çocuk vardı. Çocuk, elinde tuttuğu dikdörtgen bir ekran ile uğraşırken, ihtiyar oturduğu masada bir şeyler yemekle meşguldü. Çocuk, yolcuların kapının önünde durduğunu görünce yanlarına yanaştı.   Önde duran Emrullah’a yaklaştı;

“Ağabey, şu telefonu tutar mısın? Dedeme bir şaka yapacağım da…”

Emrullah ne olduğunu anlayamadan dikdörtgen ekranı elinde buldu.

“Evet, arkadaşlar bugün günlerden kışkırtma… Dedeme kışkırtma yapacağım, bakalım neler olacak, birlikte görelim?”

Çocuk masada bulunan dedesine, umulmadık el şakaları yapıyor, dedesi başlarda gülerek karşılık verse de canının sıkıldığı belli oluyordu. Yolcular hayretle olanları izliyor, çocuğun yaptığı seviyesiz şakalara içten içe öfkeleniyorlardı. Çocuk dedesinin yeterince sinirlenmemesiyle şakanın dozunu daha da artırıyordu. İhtiyar “Yavrucuğum, rahat bırak da ağız tadıyla bir yemeğimi yiyeyim.” diye uyardığı çocuğun şımarıklığı artarak devam ediyordu. Çocuğun dedesinin önündeki yemeği alıp, başından aşağı dökmesiyle işler çığırından çıkıyordu. Emrullah elindeki dikdörtgen ekranı sinirlenip, çocuğa fırlatıyordu. Öfkesi geçmeyen Emrullah, çocuğu yakalayıp tekme tokat dövüyordu. Sefa ve Yusuf’un araya girip Emrullah’ı uzaklaştırmasıyla olaylar yatışsa da Emrullah’ın siniri bir türlü geçmiyordu.

“Eşekoğlu eşeğe bak ya, ihtiyar adama neler yaptı? Buradaki insanların hepsi çıldırmış, deli gibi sürekli aynı şeyi tekrarlayıp duruyorlar.”

Turan ve Mehmet, kendi aralarında yine gülüşüyorlardı.

“Siz ne gülüyorsunuz lan…”

Sefa ortalığı sakinleştirip yola devam ettiler. Yolun sonuna doğru seslerden çok kokunun hâkim olduğu bir alana girmişlerdi. Pek çok kokunun yükseldiği bu yerde, iki tarafa sıralanmış camekânlı yolun ortasına dikilmiş büyük tabelaya takıldı gözleri. Tabelada büyük harflerle “Doyumsuzlar Lokantası” yazıyordu. Tabelanın altından geçtikten sonra önlerinde sıralanmış dükkânların tümünde çeşit çeşit yemeklerin piştiğini gördüler. İçeride sergilenen yemekler çeşitli gösterilerle müşterilere sunuluyor, her masanın üstünde onlarca çeşit yemek, masanın üstünde tepinen adamların ayaklarının altında eziliyordu. Dükkânların önlerindeki yenilmeyen yemeklerden oluşmuş çöp yığınları arasında ilerlerken, “Görünmeyenler Dünyasındaki” çaresizliğin diğer müsebbiplerini de bulmuşlardı.

Yolun sonuna vardıklarında, birbirlerinden tamamen farklı iki dünyanın ardından zihinlerinde oluşan soruların artık kısmen de olsa cevabını bulmuşlardı. Sefa yine beklemelerini söyleyip diğer kapıyı kontrol etmek için koşarak gözden kayboldu. Emrullah ve Yusuf artan mutsuzlukları ve içlerinde büyüttükleri öfkeleri sebebiyle bir kenara geçip düşünceye dalmışken, Turan ve Mehmet kendi aralarında konuşuyorlardı. Sefa’nın gelmesiyle ikinci kapıya doğru yöneldiler. Biraz ilerledikten sonra Mehmet’in seslenmesiyle duraksadılar. Ne olacağını artık az çok tahmin edebiliyorlardı. Birinci dünyada en çok üzülen ve çaresiz gözüken Mehmet’in bu dünyada epey neşeli ve keyifli olan halleri aslında neyi aradığını ele vermişti. Ancak şaşılacak olan şeyin bu dünyada kalmaya Turan’ın da gönüllü olmasıydı. İkisi de uyanana kadar bu dünyadaki keyifleri tatmak istediklerini arkadaşlarına iletip, gülerek geldikleri yoldan geri döndüler. Emrullah çok sinirlenmiş, Yusuf’un düşünceli ruh hali daha da artmıştı. İkinci kapının önüne geldiklerinde ceplerinden çıkardıkları biletlerinin üzerinde ne yazdıklarını kendileri de merak ediyordu. Biletleri görevliye uzattılar. Biletlerin üzerindeki kabartmayı kazıyan görevli yolcuları içeriye aldı. Kabartmanın üzerinde “Akıl” yazıyordu. Yolcular “Bulaşıcı Salaklıklar Meydanı” girerken kapı arkalarından yavaş yavaş kapanıyordu.

(Devam edecek…)

Enes Can

1. Bölüm: Modern Zaman Simülasyonuna Giriş

2. Bölüm: Görünmeyenlerin Dünyası

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • ays , 29/04/2022

    başlı başına bir kitap olacak gibi bir hikaye. takipteyiz.

  • Tırsak , 27/04/2022

    Çok güzel, okurken heyecanlanıyorum bir yandan tahmin de ediyorum tebrikler..

  • Papağan , 27/04/2022

    Mantıku’t-Tayr’ı anımsatıyor..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir