24 Ekim 2018 – Çarşamba
Bugünlerde, Davut Bayraklı’nın beni ne zaman arayıp hatırımı soracağını merak ediyorum. İki hafta oldu ne yanıma uğradı ne de telefon etti.
İnsan ilgi görmek isteyen bir varlık. Sevdikleri tarafından sevilmek ve bu sevginin tezahürlerini hissetmek istiyor. Beklediği ilgiyi göremeyince de vefasız sıfatını yapıştırıveriyor. Peki insan neden ilgi görmek, sevilmek ve yokluğunun belli olmasını ister?
Kendini tamamlamak diye bir mesele var. Kendi bütünlüğüne ermek de deniyor. Kişi, doğduğu andan itibaren dairesini tamamlamak için yaşar. Bu daire haliyle tamlığa denk geliyor. Kendini tam hissetmek, eksik parça sıkıntısından kurtulmak. Belki de kendi kendine yeterli hale gelmek… İşte insanın sevdiklerinden ilgi ve alaka beklemesi de bu tamlanma isteği ile bir şekilde bağlantılı bence. Çünkü insan ilk başta başkalarıyla tamamlanacağını sanır ve bu sebeple kendi dışındakilere odaklanır. Gerçi bu tavrında haklıdır. Çünkü yolun başında bu gereklidir. Ama yolda ilerledikçe tamamlanmanın kendi içinde olan bir şey olduğunun farkına varır. Diğerleri sadece kendini izlediği bir ayna konumuna gelmiştir. Bir diğer sebep ise tamamlandığımızın doğruluğunu karşımızdaki insanlardan duymak istememizdir. Yani onların hakkımızdaki görüşleri son derece önemlidir. İnsanlardan saygı görmek istemek de bu konu ile irtibatlı. Meseleyi çok da açıklayasım yok. Zira insan, bir ânı bir ânını tutmayan bir varlık aynı zamanda.
Dervişlik ise yukarıda anlattıklarımın tam tersini savunur. Bir başkasından saygı görmeyi istemeyi nâkıslık sayar. Hatta bir başkasına ihtiyacı olduğunu düşünmeyi hakikatte şirk olarak işaretler. Çünkü kula şah damarından yakın bir yaratıcı vardır ve kul, Allah var iken nasıl başkalarının ilgisi için olmadık hallere girer hatta kendi olmaktan vazgeçer ve toplumsal rollere bürünür. Çünkü dervişler gerçek failin Allah olduğunu, görüntüye takılmamamız gerektiğini söylerler. Dünyayı bir Karagöz oyununa benzetirler. Hakikati bilmeyenler Karagöz ve Hacivat’ın yaptıklarını kendinden bilirler. Hakikati fark edenler ise Karagöz ve Hacivat’ın arkasındaki eli görenlerdir. İşte bu görüş ile dünyayı ve hatta âlemi değerlendirirler ve bütüncül bir kâinat tasavvuruna ve anlayışına kavuşurlar. Öyle ki buldukları bu hakikat ile âlemde gerçekleşen her şeyi açıklayabilirler. Gerçi filozofların da derdi bu ama onlar sadece arıyorlar. Dervişler ise manayı yaşıyorlar çünkü bulmuşlar ve tek dertleri marifetlerini arttırmak…
O halde şöyle bir sonuca gidebilirim. Eğer insanlardan vefa bekliyorsam hakikatle bir ilgim yok demektir. Yok insanlardan vefa beklemiyorsam hakikat yolundayım demektir. Çünkü bir kalpte iki sevgi olmaz. Kalpten ağyar çıkmadıkça yar o kalbe teşrif etmez. Başkalarından vefa beklemek aslında başkalarının sevgisini kalbinde büyütmek demektir. Başka, yani yardan gayrı herkes.
Sonuç; Davut Bayraklı hemen beni ararsa ağyardan kurtulmuş olacağımı düşünüyorum. En azından düşünmek istiyorum. Gerçi bilmez değilim ağyarın çokluğunu. Birini terk etsen diğerinin ortaya çıkacağını… Evet, evet ben avunmak istiyorum. Sadece avunmak…
Söylemeden edemeyeceğim. Meselenin farklı bir boyutu da var. Bunu Hallâc-ı Mansur hazretlerinin İbn Atâ hazretlerine hitaben yazdığı mektuptan anlıyorum. Şöyle diyor dâr şehidi: “Allah bana senin ömrünü uzatması lütfunu göstersin ve beni senin ölümünü görmekten esirgesin. … Şu bir gerçek ki senin kalbimdeki samimi aşkının alevlerini, sana olan sevgimin mücevherlerini hiçbir mektup anlatamaz. … Bu yüzden sana şöyle diyorum: Yazıyorum ama sana değil, aslında kendi ruhuma yazıyorum, mektup kullanmadan.”
Sulhi Ceylan
2 Yorum