21 Ekim 2018 – Pazar
Günlük yazmaya başladım. Günlüğümün ismini de Rüzgâra Tutulmuş Günler koydum. Rüzgâra yani hıza, koşturmacaya ve aceleye… Şehir hayatının bir sonucu olan hızı rüzgârla imgeliyorum kendim için. Bu sayede belki de hızın hızını biraz frenleyebilirim. Kendime alan açma isteğinin bir ifadesi bu başlık. Günleri bir sürü gibi önüne katıp götüren fırtına değil de tatlı tatlı yol gösteren ama bazen de icbar eden rüzgârı seçmemin sebebi bu, kendimi kendimin kontrol ettiğine hâlâ inanmak istemem. İnsanın aklıyla değil duygu ve dürtüleriyle hayatına yol verdiğini öğreneli çok oldu. Akıl sadece bir hedef olarak yukarıda bir yerlerde duruyor. Akıl bir Kızılelma! Ulaşana aşk olsun.
Günlük; günleri zabt etmektir biraz da. Hatıraları ve yaşanmışlıkları unutmak istememek. Geçen günlere inat günlerin geçmediğini haykırmak da diyebilirim. Neden mi? Çünkü insan, günlerin üstünden geçip gitmesi sebebiyle acı çeken bir varlıktır. Bu geçip giden günler, her geçişiyle insanı ölüme yani günlerin sonuna götürür. İşte günlük bu duruma bir isyandır aynı zamanda. Günleri tutmanın, hayır hayır günler benim dememin bir yolu. Belki küstahça bir durum bu ama insanî olmadığını kimse söyleyemez.
Günlerin sorgusuz, sualsizce ve bana rağmen akıp gitmesi aslında sadece benim sorunum değil. Bu insanlığın sorunu! Ama insanlık, bu sorunu yeni hazlar ve ayrıntılar üreterek unutmayı seçti. Gerçi insanlığı kınayamam. Çünkü unutmak insanın en büyük şifası olduğu gibi en büyük cezasıdır da. Kendinden kaçmanın, işlenen günahların ağırlığı ile yaşamanın zorluğu insana bu yolu kullanması gerektiğini bir zorunluluk olarak işaret ediyor. Ayrıca günlerin bir suçu yok. O kendisine biçilen rolü oynuyor sadece. Yirmi dört saatte bir yenileniyor. Suç insanda. Yani yetinmeyi bilmeyen insanda. Ama bu insan ne yapıp edip suçu bir şekilde üstünden atmayı çok iyi beceriyor. Çünkü hayatına devam etmesi gerek ve her bir suçun ağırlığı ise yürümesini gitgide zorlaştırıyor. O halde yaşasın unutma ya da yadsıma. Gerçeklerin gerçek olmadığını iddia etme.
Kısacası günlük tutmak, tarihe olmasa da insanın kendine bir iz bırakması benim açımdan. Sonuçta bir Dostoyevski ya da Kafka değilim ki yazdığım günlükler tarihte kendine bir yer bulsun. Bulsa bulsa benim mahdut tarihimde bir yer buluyor ve kendime kendi gözümden bakmamı sağlıyor. Ayna da benim, aynaya bakan da. Dolayısıyla aynanın sırrını biri kazıyacaksa o da benim. Yazdıklarımla yüzleşemeyecek ve günlükteki benimin yaptıklarına katlanamayacaksam biri bu günlüğe dur demeli değil mi! Her halükarda insan kendi kendinin dalkavuğu ve kendi kendinin celladıdır. Günlük tutmaksa bu cellada her gün yeni bir güzelleme yazmaktan ibaret. Çünkü yaşamak her şeye değer. O halde kırılsın aynalar!
Sulhi Ceylan
14 Yorum