Doğacak çocuklara…
Kavganın ortasına atıldın, büyük yangınları söndürecektin, düşmanlıkları, kibri ve hırsı ortadan kaldıracak güçteydin, ilerledin ve bozguna uğradı hayallerin. Bir çölde, denizin tam da ortasında saçlarını savuran o rüzgâr senden korkarak esiyordu limanlara.
Limanlarda, cesetleşmiş gemilere can veriyordu senin bu hareketin. Düşmana korku salıyordu. Jilet olmaya giden kuru yük gemileri gibiydin, cesaretin ölüme şiirler okutuyordu, kavgada pes etmek nedir bilmiyordun. Çünkü en büyük mağlubiyetin, çok güzel yenildiğinin farkına varmamaktı. Bildin ve galip geldin. Şimdi artık büyüyebilirsin.
Tüm savaşları bitirecek gücü içerinde, sözlerinde ve gözlerinde taşıyordun. Evet, bu abartılı olabilirdi ama ayak seslerinde bir ceylanın suya yürüyüşü vardı. O eylem-zaman halini taşıyordu her ceylan. Korkuyla etrafı izlerken. Korkunun ve tedirginliğini izleğinde gözleri, her an harekete geçecek reflekslerle donatılmış.
Seni cesur yetiştirdim, seni tüm iyi şiirleri seçebilecek yetkinlikte büyüttüm, şiir idin sen ve seni okumak isteyenler gözlerinden başladı seni anlamaya. Sonra şiirin bir dövüş biçimi, fikrin bir saldırı hali, hakikatin bir tür dirilme durumu olduğunu öğrendiler. Çünkü sen bir bedel ödeyerek geldin bu dünyaya. Dünyaya gurbet sızısını kendinde yerleştirerek. O sızının hiç gitmeyeceğini bilerek, sürülmenin vermiş olduğu ızdırapla, hüzünle, asli yurdundan ayrılmışlığın duygusuyla, yaşamaya çabalayacağına dair bir sözle geldin… Kâlû belâ’dan beridir öyle olarak…
Öfkenin bin bir türlü rengini izlediler. Lirik sızlanışlardan öte, proleteryayı ayaklandıran bir sesin vardı. Gasset’in ilhamı, senin cesaretine anlam bulduğun izdeydi. Bu yüzden kitlelerin isyanı senin kaldırımlarda haykırdığın türkülerin acılarına ortaktı. Ne Weber izledi seni, ne Marx. Sen de onlardan beriydin. Büyük bir beklemeye büründün. Hem bekleyendin hem de beklenilen. Büyük bir çaresizlik içerisinde… Godot’u bekleyenlerin o inanılmaz duruşunda. İçerinde hem Efrasiyab hem Deli Dumrul, büyük bir cengâver gibi yumruk bükmeyi öğrendiğin vakit, Selahaddin olmanın anlamını da öğrendin.
Dünya neydi ki. Her çocuk için bir meyve bahçesi olmadıkça.
Çernobili kusturan hangi akıl ise bugün o aklın Şam sokaklarında hortladığını gördün. Dün Filistin’de bir çocuğun elindeki sapana karşı tanklar yürüdü, önceki gün Meksika’da bir çocuğun cesedini çöpten aldılar, bir sonraki gün ne olacağını da söyleyebilirsin artık.
Hayır bu bir kehanet değil, Afrika’da açlıktan ölen binlerce çocuğun yasını bugünden başlayarak içinde tutamazsın. Bunu rahat koltuğunda beyazperdenin romantik ortamında izleyenlerin ağzında yumruk tadı bırakarak ifade etmelisin.
Ve sen büyüyeceksin. Her yıl kalkınma planlarını açıklayacak ülkeler, tefe ve tüfe oranlarını, fed kararlarını ve ağır sanayideki ilerlemelerini… Hiçbir faiz ve bono tahvilin olmayacak fakat hayatına yön veren küresel finans şirketleri seni hayatından bezdirecek, bir gözün ekranlarda olacak, doların ve diğer para birimlerinin birbirleriyle olan mücadelesine tanıklık edeceksin, petrol rezervlerinin canının cehenneme gideceği o enteresan düzlemde paralel koşular yapacaksın, dünya kirlenecek, toprak kusacak ve sen, bir mücadelenin ortasında şiirler, şarkılar söyleyebilme erinçliğini kendinde bulabilecek misin? Bence söylemelisin. İnsan, asıl olarak şarkısı ve şiiri bittiğinde ölür çünkü.
Bilal Can
3 Yorum