Faust’un Fanusu

Otoportreleriyle ünlü ressamların bundan dolayı bırakın küçümsendiklerini, eleştirildiklerini bile görmedim; kendini yazmasıyla bilinen yazarlara “kısır” damgası vurulurken! Hâlbuki bundan doğal ne var? Belki de onlar, asıl zor olanı başarabiliyorlardır. Kendini ameliyat eden cerrah, her şeyini ateşe verdikten sonra alevlerini söndürmeye çalışan itfaiye eri, masanın karşısına kendini oturtan kumarbaz…

Cuma

Camların ardındaki dünya, ait olmadığım bir yer. Ya da kendimi ait hissetmediğim… Evimin dışında ne var ne yoksa hepsini, fanusumun camından izliyorum. İçerideki kim, dışarısı neresi, belli değil. Bazen ben besliyorum onu, bazen o değiştiriyor suyumu. Sahipçilik oynuyoruz. Yarı zamanlı bir evcil hayvanım. Fakat öyle yumuşak tüyleri olan, sıcakkanlı, istendiğinde ele alınıp sevilecek, mıncıklanacak cinsten değil; kaygan, soğuk bir bedenin uzantısı olan ifadesiz yüzüme dikilmiş maskemle yapabildiğim tek şey, muntazam aralıklarla ağzımı açıp kapatmak. İç içeyiz diğer âlemle. Uyku-uyanıklık, sarhoşluk-ayıklık, ölüm-yaşam… Bir su kütlesinin çekirdeğine hapsolmuş sıvı yağ damlacığı gibi. Ya da tam tersi.

Bugün, izin günüm. Dolayısıyla bugün, ne haftaiçine dahil ne de sonuna. Benim için hafta, cumadan başlar. Bu, benim kabulüm. Nasıl ki miladi takvim İsa Mesih’in doğumunu, hicri ise hicreti başlangıç noktası olarak görmüş, ben de buna hükmettim işte. Ama bu elbette değişebilir. Mesela Osmanlı’da saatler, Ayasofya’nın kubbesinden geçtiği varsayılan Arz-ı Halife olarak kabul edilen bir meridyene göre ayarlanırmış. Sonra gün gelmiş, 1925’te, 697 sayılı Günün Yirmi Dört Saate Taksimine Dair Kanun’la, “bundan böyle Londra’nın güneydoğusundaki Greenwich’ten geçen meridyen ‘0’ olarak kabul edilecek,” denmiş. Yarın bir gün biri çıkar da, artık senin izin günün falantesi gün derse eğer, cumaya sapladığım obamın flamasını oradan söker, diğerine sabitlerim. Ama şimdilik ülkemin başkenti cuma.

Hasta sonu

İkiz kardeşler: Cumartesi ve Pazar. Hafta sonugiller ailesinin iki hayırsız evladı. Fakat bu “hafta” denen şeye kim bir baş ve son biçmiş, burası meçhul. Gece-gündüz gidilen uzun-ince bir yolda baş neresi son neresi belli mi? Sonun baş olması, başın sona düğümlenmesi işten bile değil. Hani şu Temim ed-Dârî’den nakledilen meşhur Deccal hadisindeki Cessâse nâm yaratık mübarek! Kafası neresi, kıçı neresi, muamma. Peki bunca bilinmez içinde belli olan ne? Bu ikiz kardeşlerin benim için hiçbir anlam ifade etmemesi. Çünkü ben memur değilim. Çünkü ben, çalışanlarına iki gün hafta tatili hakkı veren özel kurumlardan birinde de çalışmıyorum. Çünkü ben, benim gibilere en çok hafta sonları ihtiyaç duyulan bir İngilizce öğretmeniyim. Çünkü hafta sonları, eğitim kurumumuzda çocuk gruplarının ağırlıklı olduğu günler. Ne çok sebep! Ne kadar çok çünkü, o kadar az gizem(!)

Çocuklar… Her yaştan, İngilizce seviyelerine göre boy boy, çeşit çeşit, rengârenk küçük bedenler. Bambaşka ailelerden, hikâye ve dünyalardan geliverip de bir günde dörder kırk dakikadan oluşan dersler boyu yerlerinde durmamalarını emreden doğalarına inat dört duvar arasına tıktığımız çocuklar! İş öğretmende… Sıkılmamaları, bunalmamaları, ilgilerinin hep ama hep taze kalması gereken yetişkin adayları. Kimi çalışkan, kimi hayalperest. Bazısı yaramaz, bazısı uysal. Öğrenme, öğretme, arkadaşlık kurma, kavga etme, küsme, hak arama, hayal kırıklığı… Hepsi, birey olma yolunda her an bir sınav verdiklerinden habersiz, önlerinde uzanan meçhul ve umulur ki uzun hayata hazırlık aşamasında.

– What is this?

– This is a pencil.

Sanki tüm derdimiz buymuş gibi. Sanki bu soruya verilen cevapla evrenin sırlarını çözmüşüz gibi… Ama ne yapalım, benim görevim de bu. Enis Batur’un da dediği gibi, birileri, kaz tüyleri üzerine bilimsel araştırmalar yapmalı!

– To be or not to be… That is the question!

Bu mu büyük söz! Bir çocuğun dünyasında bir söz ne kadar kocaman olursa olsun, ne kadar büyük biri tarafından ne uğraş ve deneyimlerin sonunda ciğerden sökülüp atılmış, dilden dökülmüş olursa olsun, onun anlam evreninde yeri yoksa, yok hükmündedir. Demek oluyor ki onlar açısından şu ifadeler, çok daha gerçektir:

– I love my family.

– My favorite pets are puppies.

– We are happy.

İşte böyle… Sanki çocuklar bize, varlıklarıyla şu dersi verirler: Yetişkinliğine güvenerek bildiklerinden hiç şüphe duymadan büyüklük taslama, belki sen de başka dünyaların çocuğusundur… Tıpkı şu yedi yaşındaki gözlüklü çocuk gibi… Dersin ortasında sorduğum,

– Can an elephant fly, sorusuna heyecanla parmak kaldırıp alakasız bir şekilde,

– Öğretmenim, ben dün Ankara’daydım, diyen de o; bir kâğıt parçasına, 0 x ∞ = 0 yazdıktan sonra koca koca gözlerini merakla bana dikerek,

– Bu nasıl oluyor, öğretmenim, diye soran da…

Ötelerin ötesine dair kafa patlatırken, suluğunu açmak için bile yardım isteyen ufacık bir yaşam formu… Şimdi buna ne demeli?

– Boşver sen onu, soruma cevap ver, “Can an elephant fly or not? It can or it can’t… Which one?” mı demeli yoksa,

– Evet, çarpım işlemine göre sıfır, yutan elemandır, ancak sonsuzluk, sıfırın bile yutamayacağı öyle büyük bir lokmadır ki bu işlemin sonucu sıfır değil, tanımsızlıktır, mı demeli?

Ve ardından da şöyle mi eklemeli:

– Dersimiz matematik değil, İngilizce! Got it?

Ya da belki de edebiyata başvurmalı:

– “Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat

Şimdi öğrencime ne dediğimi merak ediyorsunuz, değil mi? Evet, buraya kadar 780 kelime okuyup merak etmemezlik etmezsiniz. Ben okurumu tanırım. Alın size bir iddia, ne de olsa ispatı mümkün değil. Ne yani, okurlar olarak birleşeceksiniz de bir imza kampanyası düzenleyip merak etmeyenlerin sayısını mı teşhir edeceksiniz? Nasreddin Hoca’ya rahmet olsun: “İnanmıyorsan ölç!”

Söylemem! Merak edin durun. Size ne diye müfredatı yetiştirmek için dersi anlatmaya devam ettiğimi söyleyeyim? Ve ardından çocuğun anne-babasıyla görüşüp,

– Çocuğunuzda Harezmi’den füzûn bilim istîdâdı var, ilm-i sâdık çocuğunuz, Harezmi’nin ancak adı var, dediğimi söyleyeyim?

Söylemem… Size ne, dersim bitirdikten sonra öğretmenler odasında Afrikalı bir meslektaşımla Türkiye siyasetine dair üzerine İngilizce smokini geçirmiş kıraathane ruhlu sohbetler ederken, babamın içindeki “sonsuz” yaşama arzusunun koca işkembeli bir “sıfır” olan kanserle çarpışınca buna yenik düşüp sonucun “tanımsızlık” değil, “ölüm” olduğunu düşündüğümden! Söyleyemem! Ne münasebet size bahsedeceğim etrafımda bunca insan varken hissettiğim o kadim dost yalnızlığın tüm görkemiyle âsâsını kaldırıp beni cehennemime postalamak üzere haykırdığını:

– You shall not pass!

Hafta içi

Çocukken, denizanalarını görünce, balıklar çamaşır yıkıyor, sanırdım. Ancak büyüyünce anladım onların birer hayalet olduğunu. Ninja Kaplumbağaların sandığım kaplumbağasız bir kabuğu anneme yetiştirmeye çalışırken fark ettim dünyanın düzlüğünü. Okuma-yazma bilmeyen doksanlık babaannemden öğrendim Ay’a çıkılmadığını; nûra, ışığa ayak basılamayacağını. Her öğün sonrası yemek, vücudumun her yerine eşit bir şekilde yayılsın diye uzanmayı âdet edindiğim büyüme çağımdan beri üst üste yığdığım tecrübelerle keşfettim ki mutluluk, bir ideal olmasa da, düpedüz bir yanılgı da değildir.

İlk yurtdışı deneyimim olan Avrupa ziyaretimde en şaşırdığım şey, ne hayranlık uyandırıcı binalar, ne de taharet musluksuz tuvaletlerdi. Mekânların erkenden kapanıp şehrin sessizliğe gömülmesiydi. Ve oralı Türklerin şu tespiti: Burada insanlar haftaiçleri köpekler gibi çalışır, haftasonları ise hayvanlar gibi içer, eğlenir. Zamana ve zemine anlam atfederek onlara kimlikler uydurmak, insanoğlunun en tarihî ve temel uğraşı olsa gerek. Tolstoy da “şimdi”yi zamandan saymazdı mesela; şimdi, zamanın dışındadır, derdi. Sanki şimdide yaş almıyor, yaşlanmıyormuşuz gibi. Laf! Ara Güler’e hak vermemek mümkün değil bazen. Onun, neredeyse zamanımızı inşâ eden o ulaşılamaz insanlarla ilgili rahat yorumlarını hatırlayın; Yaşar Kemal’e Tolstoy ile ilgili söylediği o sözleri, Orhan Veli ve Sait Faik ile ilgili laflarını… O, tüm bunları söylemeye yetkili ve yetkindi. “Kral çıplak!” deme cesaretini gösteren haylaz bir çocuk bilgeliğiyle…

Her türlü rutinden âzâde bir âdem olmaklığımla demek isterim ki benim için bazen salı günü bile bir haftasonu olabilir. Pazar günü de içi… Hatırlayın, fanus meselesi; her şey ve herkes iç içe! Sadece iş ve çalışma hayatıyla özdeşleştirilen, bussiness ile yakıştırılan weekdays, benim için sadece yetişkin gruplarına İngilizce öğretiminden ibaret. Bir de iş arkadaşlarımla yaptığım bol kafeinli, nikotinli kafe ziyaretleriyle… Dünyanın gelmiş geçmiş en ciddi, felsefi, derin ve kapsamlı film dizisi olan Kung Fu Panda’daki Usta Ugvey’in buyurduğu kaplumbağa âleminin en kutsal sözünü hatırlayın: “Yesterday is history, tomorrow is a mystery, but today is a gift – that’s why it is called the present.” Efendim şair, pardon usta burada tevriye sanatına baş vurarak tıpkı Nef’î’nin “tahir” kelimesi üzerinde yaptığı gibi “present” kelimesiyle çift anlamlı bir sanat icra ediyor. Present, hem “gift” kelimesi gibi “hediye”, hem de “şimdi, şu an, simdiki zaman, içerisinde bulunulan zaman” anlamlarına geliyor. Demek biz simple present tense dediğimizde geniş zamanı, present continuous tense dediğimizdeyse şimdiki zamanı kastederken zaman, insan tarafından her dilde tanımlana, bölüne ve parçalanadursun akmakta ısrar ediyor ve yol ortasında karnını güneşe dönmüş ayakları havada bir köpeğin uzanmasında hayat buluyor. Diyojen’in fıçısı, Sisifos’un sifonu, Faust’un fanusu… Sezar’daki bıçak, Cem Sultan’daki zehir, Trump’taki saç… Şehvetin etle, sistemin sisle, iftiranın İf Şatosu ile olan ilişkisi…

Cuma

Camların ardındaki dünya, ait olmadığım bir yer. Ya da kendimi ait hissetmediğim… Marlowe’un şeytanla mücadelesinde yenilen Dr. Faustus’una inat Goethe’nin iblise galip gelen Faust’u bu yazının neresinde, bunun da cevabını boşanma arefesindeki eşsiz adayı eşler bulsun. Sanki her şey çok anlamlıymış gibi. Bu hayatta bir haftayı böyle yaşamak bile gereksiz derecede mantıklı. Zaten yaşamanın kendisi… Yunus Emre’ye “Çıktım Erik Dalına”, Ülkü Tamer’e “Konuşma”, Can Yücel’e “Vaziyet-i Umûmî” için teşekkür ediyor, sözlerimi şöyle noktalıyorum: “Kendimi intihar ediciim bir gün!”

Cüneyt Dal

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir