Restore Edilmiş Notlar II: Nesne, Okur ve İfşa

1.

Bir süredir Şeyler romanının tahliliyle uğraşıyorum. Nesne ve özne arasında tuhaf bir ilişki kuruyor Georges Perec. Birçok nesneyi renk, boyut, değer, biçim, madde ve işlevselliği yönüyle detaylandırıp hikâyeye dâhil ediyor. Nesne ve mekânlar, öykü ve romanlarda birçok ayrıntıyla yer alır, hikâyeyi ya da karakteri tamamlayıcı rol üstlenir fakat Şeylerin ilk bölümünde estetik bir araç olarak değil, neredeyse hikâyenin öznesi gibi kullanılıyorlar. Perec bu sayede sadece edebi metinde kullanılan nesneleri değil, sanatın ya da bir alt türüyle edebiyatın nesne ile bağını da düşündürüyor.

2.

Öncelikle nesneyi ne şekilde ele alırsak alalım varacağımız konu gerçeklik. Görebildiğimiz, temas edebildiğimiz ama henüz gerçekliğini kavramadan zihnimizde beliren şey deniyor nesne için. “Gerçekliğini kavramadan” ifadesi önemli, çünkü gözle görülebilirliği ve hissedilebilir olması, gerçekliğe karşılık gelmiyor. O ilk anda ulaştığımızı sandığımız şeyler bilgi görünümlü kanaatlerimiz aslında. Bu yanılgı, algının otomatikleşmesi ve zihnin durağanlığıyla birleşmesi sonucunda ortaya çıkan bilinç dışı bir durum. Bu sebeple bir nesnenin gerçekliğini anlamak ya da kavramak, onu görüp temas etmekle değil, yaklaşım ve algılayış biçimlerimizle mümkün.

3.

Bu biçimlerinden sayılan edebiyatın nesne ile bağı da gerçeklik üzerine kurulu. Gerçeklik taşımayan edebiyatın eserinden ve tesirinden bahsedemeyiz. Çünkü hiçbir zaman göremeyeceğimiz şeylere bir gerçeklik kazandırıyor edebiyat. Eserin anlattığı olay yaşanmamış olsa bile, bir gerçekliği yansıtıyor. Biz de, o insanlar dünyada var veya o olaylar bir şekilde yaşanıyor sonucuna ulaşıyoruz. Burada gerçekle tanışmak, yüzleşmek, kendi gerçekliğini oluşturmak ise yazarın görevi ve yazar, kendi dünyasını gerçeklikle birleştirmek için nesneleri kullanıyor. Onun dokunuşuyla nesneler anlamsız suretler olmaktan çıkıp anlamlı formlara dönüşüyor.

Edebiyatın nesne ile bağı hakkında Carlo Ginzburg’un Tahta Gözler kitabından bir alıntı daha anlaşılır kılabilir meseleyi. Rus eleştirmen Viktor Şklovsky, “Duyularımızı geri kazanalım, nesneleri hissedelim, bir taşın taş olduğunu duyumsayalım diye sanat denilen araç verilmiştir biz insanlara… Sanat denilen teknik, nesneleri “yadırgatıcı hale getirip” veya nesnelerle ilgili “alışkanlıklarımızı kırıp” biçimi karmaşıklaştırarak, algıyı uzun ve “meşakkatli” bir işe dönüştürür. Yapıtın kendisi son derece önemsizdir.” diyor. Bu sanat tanımlamasına göre sanatçı, daima gerçek olayların arkasındaki alana, görünenin ardındaki görünmeyene ulaşmak istiyor. Yani yazar görünenle ilgileniyor gibi görünse de aslında herkesin görmediğini görünür kılan kişi. Nesneler de görünenden görünmeyeni, hissedilenden hissedilmeyeni ortaya çıkaran asıl unsur. Bu anlamda nesne yazarın elinde daha kullanışlı bir hal alıyor.

Yapıtın ya da edebi eserin önemsiz olması ise yazarın kendi gerçekliğini aktarması ve okurun zihninde farklı anlamlar uyandırmasıyla ilgili zannımca. Yazarın görevi gerçekliği olduğu gibi anlatmak değil elbette. Yazar onu yeniden kuruyor, düzenliyor ve üretiyor. Romanlar, öyküler, şiirler, masallar gerçeği farklı bir düzlemde yeniden inşa etmek için var zaten. Dolayısıyla edebiyatçı gerçekliğin kendi bilincindeki yansımalarını aktarıyor. Yazarın sunduğu gerçeklik kendi gerçekliği, gördüğü değil görmek istediği gerçeklik kısacası.

4.

Okur tarafından bakılırsa nesne sadece yazarın kullandığı bir araç olmaktan çıkıp paylaşımlı bir alana dâhil oluyor. Çünkü okumak görerek değil düşünerek yapılan bir eylem. Neticede okur okuduğunu çözümleyerek ve kendi zihninde farklı çağrışımlar ve imgeler oluşturarak kendi gerçekliğini üretiyor. Sadece görüp okumak yine yetmiyor haliyle. Şklovsky de sanat için “alışkanlıklarımızı kırıp” biçimi karmaşıklaştırarak, algıyı uzun ve “meşakkatli” bir işe dönüştürür” derken sanata, sanatçıya ve sanatın alıcısına nesnenin nasıl kavranabileceğini işaret ediyor bir nevi.

5.

Edebiyat yapıcı olduğu kadar yansıtıcıdır da. Bir ifşa eylemi de diyebiliriz. Ele aldığı estetik nesneyi yani yazınsal metni tüm boyutlarıyla okurun önüne sunuyor. İnsandaki duygu ve düşünceleri, herhangi bir gerçek olaydan daha kuvvetli biçimde tetikleyebiliyor haliyle. Hatta henüz kendisini etkilememiş olaylar için bir öngörü oluşturabilme konusunda da tüyolar veriyor. Böylece edebiyatın gerçekliği ifşa oluyor ve bu gerçeklik katman katman açılıyor. Sonucunda yazar, okur ve nesne sürekli değişen bir ortaklığı paylaştığından, edebiyat nesneyle kurduğu münasebeti zamana karşı daha dirençli kılıyor. Yüzlerce yıllık metinlerin hâlâ güncel kalmasının sebeplerinden biri de bu.

N. Cihan Karakurt



Restore Edilmiş Notlar I: Edebiyat, Gerçeklik ve Yeni

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir