Bağırıyorum, bağırıyorum sesim içime düşüyor. Edip Cansever’in şu dizelerine bi bak: “Çok karanlık bir cümlede durmuş gibiyiz / Herkesin, ama herkesin yanılıp bir yerlere gittiği / Bir cümlede durmuş gibiyiz.”
Bazen ağzımdan çıkan cümlelerin kopkoyu olduğunu ve muhatabımda bir anlama karşılık gelmediğini hissediyorum bir süredir. Öyle ki kendimle monolog halindeyim sanki. Herkes kendi “benden” ülkesinde, “kendi” sınırları ile sarmalanmış. Senin de acıların var biliyorum ve herkesin acısı kendine acıdır, bunu da biliyorum. Ama sen kanıyorsun bende yazı oluyor…
Senin de dünya karşısında irkildiğin oluyor mu? Yoksa, rüzgârın kayadan götüreceği tozdur en fazla mı diyorsun? Zorlama; o çocuk ürkekliğini silemezsin gözlerinden. Bir alışamamak elinden tutuyor, gördüm. Sürekli kendi içinde buluşmalar ayarlayıp, kendinden notlar biriktirir kendine o alışamamak… Bu soruların sonu yok biliyorum ama bilirsin her cevabı bir soru önceler…
Çılgın şair Lale Müldür, Türk şairlerinin sorununu şöyle özetler: “Şairler görünür olan ile, dünyayla, Görünmez Olan arasında gidip gelirler. ‘Hal’ olarak Berzah’ta Araf’tadırlar. Ben Türk şiirinin problemini dünyayla ilişkisinde görmüyorum, daha çok Görünmez Olan ile ilişkisinde görüyorum. Ampirik organları değil, melekût organları eksik.” İşte böyle söylüyor şair ve Türk şiirinin maddede kalmasını eleştiriyor. Gerçi bu Türk şiirinin sorunu değil sadece, şu an tüm insanlığın sorunu bu. İnsanlık, metafizik kanatlarını kendi elleriyle kopardı. Ve yere mahkum olan insan çözümü arzularının kollarında buldu. Lale Müldür bir söyleşisin de ise kendini şöyle anlatıyor: “İnanca çekilmek, bu bende hep vardı… Kendi yitirişi üzerine yas tutan ve sonu gelmez bir tekilleşmeye doğru giden dünyanın kaotik özü ve dağınık çekişmeleri yerine kendini bir üst anlamda bulan ve ancak onda dinginleşen bir evrene doğru çekilmek…”
Lale Müldür’ün evren dediği kişinin kendi kalbidir aslında. Bir hadis-i kudside kalp şöyle ifade edilir; “Yere göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım.” Düşünsene zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah, kulunun kalbine sığdığını ifade ediyor.
Tabiî hadis metninde geçen sığmak ifadesini kalbinde tecelli eder olarak anlamamız gerekiyor. Bu mektup nerelere geldi böyle! Yazarak acılarından soyunduğunu ifade edenler var. Ama benim durumum hiç de böyle değil. Yazdığım hiçbir yazı acımı hafifletmedi. Belki çoğalttı. Kendime yeni şahitler edindirdi; okurlar… Niye böyle yaptım? Senin gibi sessizliğe mi gömülseydim?
Hani yağmur damlaları gökyüzünden usulca yere iner… Koskoca bir seyahattir bu her yağmur damlası için. Ve o yağmur damlalarının korkmaması için ellerinden melekler tutar. Ve bizde bu büyük seremoniyi ayrı bir huzurla izleriz. İşte öyle…
Bu mektubun nereye gideceğini kestiremediğim için son birkaç şey söyleyip bitirmek istiyorum. Herkes neden Fedai Başkan ile ilgili bir yazı yazmadığımı soruyor. Ben de onlara soruyorum o halde: Ölüm hangi cümleye sığar ki?
Ne diyordu Turgut Uyar: “her sabah bir intihardır çıkışlarım, dünyada / üstüme sinmişliğin var”
Sulhi Ceylan
5 Yorum