Osmanlı Devri Son Âlimlerinden: İbnülemin

Buhara menşeli bir babanın çocuğu olan İbnülemin Mahmud Kemal seyidliği ve kuvvetli müslümanlığı yanında bütün bir Osmanlılığın kendisine sindiği bir aile içinde doğmuş ve iyi bir eğitim alarak tasavvufî terbiye içinde yetişmiş mümtaz bir şahsiyettir. (Kemal-ül Kemal) Hoş Seda kitabında yer alan kendisine dair kısa beyanata göre:

“Babam Sadat-ı Hüseyniyyeden Mehmed Emin Paşa’dır ki, asalet ve necabet, namus-u istikamet ve ilm-ü fazilet ile maruf idi. Annem Hamide Nergis Hanımdır ki, kemal-i iffet ve nezahat ile mevsuf idi. Bir kış gecesi İstanbul’da doğmuşum. Mizacım asabi, teessürüm şedit, kalbim rakik, intikal ve infialim seri olduğundan o şefkatli baba ve anne, beni hüsn-i muamele ile büyütmeye ve kalbimi incitmemeye itina etmişlerdir…

Pek mütedeyyin ve salih olan o baba ile anne, bana ve kardeşime küçük yaşımızda en büyük terbiye olan dini telkinatta bulunarak bizi mütedeyyin ve menahiden muhteriz olarak yetiştirmişlerdir. Babamız ilimle müteveggil ve evi darü’l-ilim olduğundan bizi de ilimle meşgul etmekten geri durmadı. Kendi mütemadiyen talim ettiği gibi, bazı erbab-ı ilmi, bahusus İpekli Hoca Tahir Efendi merhum (Şair Mehmed Akif’in babası) gibi ilmen ve hulken pek mümtaz olan bir fazılı da tedrisimize tayin etti. Bayezit’teki Umumi Kütüphane’nin ilk hafız-ı kütübü ve Ali Paşa Camii imamı, değerli hattatlardan Hasan Tahsin Efendi merhum da her gün evimize gelerek bize sülüs ve nesih yazıları talim etti. Ve epey ilerledikten sonra Süleymaniye İmaretindeki Şehzade Mekteb-i Rüşdiyesi’ne ve bir müddet Mekteb-i Mülkiyeye, mekteb-i hukuk ve medrese derslerine devam ettik. Efazıl-ı ulemadan Trabzonlu Hoca Hüsnü Efendi merhumdan senelerce tefsir ve hadis-i şerif ile edebiyat-ı Farisiye okuduk, pek çok istifade ettik.” (s.8) Bu satırlarıyla üstad kendisinden bütün incelikleriyle bahsetmekte olup yetişme ortamını da anlatmaktadır.

İbnülemin, iyi bir yazar olmasının yanında; tarihçi, edebiyatçı, müzeci ve mutasavvıf kimliği ile de ön plana çıkmış bir düşünürümüzdür. Osmanlı Devleti zamanında üstad özellikle Yıldız Sarayı arşivlerinde çalışmış ve daha sonra ise Cumhuriyet kurulduğunda arşivin tasnif ve kayıt işleriyle ilgilenmiştir. Ayrıca bugün Süleymaniye Camii yakınlarındaki Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ni bizzat kendisi kurmuştur. (Bu müzenin bir benzeri yine İbnülemin’in gayretleriyle Kahirede de kurulmuştur.) İbnülemin’in Menafiüssavm, Ravzatül-Kemal, Ahlak,  Bir Yetimin Sergüzeşti, Sabih, Son Asır Türk Şairleri, Osmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar (Kemalü’s-Sudur), Tarihçe-i Evkaf ve Teracüm-i Ahval-i Nuzzar, Kâmil Paşa’nin Sadareti ve Konak Meselesi, Son Hattatlar (Kemalü’l-Hattatîn), Hoş Seda gibi birçok kıymetli eseri vardır.

Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte ülke hızla bir değişim sürecine girdiği için toplumsal hayatta birçok önemli gelişmeler yaşanmaktaydı. Ve birçok önemli değer hızla tahrip edilmekte ve yok edilmekteydi. İşte bu kaygılarla üstad yaşadığı dönemin özelliklerini en iyi yansıtan kişilerini teferruatlı bir şekilde anlatan birçok mühim eser kaleme almıştır. Bu eserlerin büyük çoğunluğu tanınmış kimselerin biyografilerinden oluşmaktadır. Ve anlattığı kişiler Dar’ül Kemal denen konağına gelip giden yakinen tanıdığı şahsiyetlerden oluşmaktadır. İbnülemin, bu biyografik eserlerinde son dönemin Osmanlı şairlerini, hattatları, sadrazamları, müzik erbabını ve türlü sanatkârları anlatarak onların mazide soluk bir hatıra olarak kalmasını engellemeye çalışmıştır. Bu kişileri anlatması dışında bizzat kendisi de roman, hikâye,  şiir gibi edebi türlerde son derece güzel eserler kaleme almıştır. Bizim son devrimizi anlamak açısından üstadın ilim ve irfan hayatımıza katkıları eşsizdir.

Kazım Gürkan, üstad İbnülemin’e dair yazdığı bir makalede; “Tanıyanlar onu yaşayan tarih olarak dinlerlerdi; yürürken tarihimizin bir parçası, edebiyatımızın bir hülasası geçiyor sanırdınız. Görüşürken kendinizi son yüzyılımızın içinde bulurdunuz; ciltler yığını eserlerinin dışında daha nice vak’aların, tertip ve tahlilleri mahfuzatında yer almış bulunduğunu hayretle öğrenirdiniz. Devrimizin en selahiyetli yazarı olduğundan kimsenin tereddüdü kalmamıştı. Mahmud Kemal İnal, normal ölçüleri aşan şayanı hayret bir hafızaya en aşağı 70 yıldan beri mütemadiyen yeni bilgiler eklemiş, yenileri yerleştirirken eskilerden hiçbirini çıkarmak lüzumunu duymamıştı. İstiabı bu kadar geniş bir hafızanın sahibi, son nefesini verdiği ana kadar Türk tarihinin son yüzyılının olanını bitenini bize dünkü, bugünkü hadiselerin canlılığı ile anlatıyordu.” demiştir. Gerçekten de üstad son devri anlatan en ilginç tanıklardan birisidir.

Merhum Tanpınar onu; “Etrafıyla ve kendisiyle bir yığın anlaşmazlık içinde yaşayan, fakat bütün bu anlaşmazlıkların ortasında kurduğu iç ahengiyle, yaşadığı devrin devamlı inkârıyla, dağınık olsa bile büyük bir eseri vücuda getiren, o kadar unutulmaya mahkûmu, unutulmuş şeyi tekrar hatırlatan bu çalışkan adamı elbetteki fikir âlemimiz daima hatırlayacaktır. Fakat onu şahsen tanıyanlardan biri olan ben, bu kaybın yanında öbür kaybı, geriye dönmüş zamanın latif ve şaşırtıcı bir sayıklamasına benzeyen, asıl İbnülemin Mahmud Kemal’i hiçbir zaman unutamayacağım.” diyerek yâd etmiştir.

Bir keresinde üstada ömründeki en mühim hadise sorulduğunda mütareke yılları zamanında evinin Fransız askerleri tarafından işgal edilmesi ve kütüphanesinin yağmalanması hadisesi olduğunu söylemiştir. Ev boşaltılırken yağan şiddetli yağmur eşliğinde kitap, levhalar ve pek kıymetli evrak-ı metruke dışarı atılmıştır. Ayrıca bu esnada gelen İngiliz askerleri ise şahsi eşyalarının bir kısmını almışlar, satmışlar yahut memleketlerine götürmüşlerdir. İbnülemin’in evi 1,5–2 yıl kadar hayvanların yaşayacağı bir şekilde kullanılmıştır. Bu durum üstadın hayattayken en çok zoruna giden şey olmuştur. Daha sonra Galatasaray Lisesi’nden tanıdığı Fransız muallimler vasıtasıyla evi kendisine teslim edildiğinde şu sözleri söylemiştir: “Evimiz, dört duvardan ibaret denilebilecek bir halde harap ve içi tamamıyla boş olarak bize teslim edildi. Yazma kitap sahifelerinin ve bazı mühim evrakın nerede kullanıldığını söylemekten hayâ ederim. Garp medeniyetinin ne demek olduğunu zaten bilirdik, bu defa daha iyi öğrendik.” (Hoş Seda: s.21) Buna benzer bir hadiseyi İbnülemin, 31 Mart Vakası sırasında Selanik’ten gelen çapulcuların (Hareket Ordusu) Yıldız Sarayı’nı yağmalamaları sırasında yaşamıştır. Kütüphaneye girmek isteyen askerlerin karşısına durmuş ve onlara: “Cesedimi çiğnemeden buraya giremezsiniz!” demiştir. Yıldız Sarayı arşivi Allahü âlem İbnülemin’in bu cesareti sayesinde kurtulmuştur.

Beyaz Arif Akbaş

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Celâl Kuru , 30/05/2015

    Beyaz Arif Akbaş Edebifikir’in en iyi kalemlerinden.
    Sağlam metinler kaleme almasına rağmen az okunuyor.
    Bence yazıları daha çok ilgiyi hak ediyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir