Güngör’e Mektup

Dostum!

İnsana, hafızası kadar ihanet eden başka bir şey var mıdır acaba? Bazen hatırlamak istersin de aradığını muhayyilende bulamazsın. Bazen de en olmadık yer ve vakitte zihnine geçmişi boca eder. Ancak bazı hatıralar vardır ki bir gün aklına geldiğinde yüzünde tatlı bir tebessüm, gözlerinde birkaç damla yaş bırakır. Bu tebessüm ve gözyaşında nedâmet de yoktur.

Seninle ilgili hatıralar geliyor bu aralar gözlerimin önüne. Seni tanıdığım günden son görüştüğümüz âna kadar acı tatlı ne varsa film misali gözlerimin önünde…

Her insan hayat denilen filmin gösterildiği sinema salonuna sonradan giren seyirciler gibidir. Filmin başına yetişememiştir ama konuya anında hâkim olmaya çabalar. Filmin bitiminde ise filmin süresi ne kadar olursa olsun birkaç sahne canlanır gözlerinin önünde. Ne kadar kendisini başroldekilerin yerine koyup macerayı içselleştirse de seyircidir aslında. Ne filmin başına müdahale edebilir ne de sonuna!

İnsanoğlu hatalarıyla yüzleşmekten korkar, hatalarını kabul etmekten kaçar, hatalı olduğunu bilmekten nefret eder. Bu nedenledir ki hatalar üstüne hatalar yapıp yıkılmayacağını zannettiği kocaman bir yapı inşâ eder, adı pişmanlık.

Seni ilk gördüğümde içine düştüğüm hayret belki de en ciddi pişmanlığımdır. Annenin sırtında girmiştin sınıfımıza ve bizler çok şaşırmıştık. İlk defa engelli bir insan da görmüyordum oysa. Evlerinde, odalarında yalnız başına oturur pek de görünmezlerdi. Belki de bilinçaltımıza işlenmişti engelli insanların her yerde görülmemesi gerektiği düşüncesi ve şaşırmıştık. Yürüyemeyen ve bu nedenle okula annesinin sırtında gelmeye mahkûm olmaktan daha kötüydü bir çocuğu eve mahkûm etmek. Hele ki bu çocuk maddi olarak zayıf bir ailenin çocuğu ise. Belki okuyunca kurtulur ümidi ile anne sırtlıyordu çocuğunu ve ağır gelmiyordu ona.

Kaç yıl oldu bilir misin görüşmeyeli? Otuz yıla yaklaştı. En son haberini aldığımdan bu yana yirmi yedi yıl geçmek üzere. İnşallah gittiğin yerde rahatın iyidir.

Buralar çok değişti. Hiç bıraktığın gibi değil. İlkokulun siyah önlüklü çocukları artık kocaman adamlar/kadınlar oldular. Bir yandan geleceğin kocamanlarını yetiştirmeye, bir yandan da kovaladıkları hayallerin peşinden gitmeye devam ediyorlar. Yeni hayaller kurup, yeni hayatlar inşâ etmeye gayret ediyorlar.

Birbirimize “Adamım!” diye hitap ederdik. Bu mektupta da bunu yâd etmeye çalışacağım.

Adamım! Seni ilk gördüğüm andaki hayret belki de en ciddi pişmanlığım demiştim ya. Üstüne kat kat binalar inşâ ettik de ondan. Okula geldiğin günkü hayretin üstüne neler ekledik neler? Bizler teneffüslerde, beden eğitimi derslerinde koştuk, oynadık ve sen hep sınıftaydın. Senli oyunlar hiç oynamadık. Okul çıkışları bizler bisikletlerimiz ile gezip durduk sokaklarda ve seni hiç aklımıza getirmedik.

İnsanlar, başkalarının eksikliklerini gidermede çoğu zaman gayretsizdir. Küçük bir maddi yardımla sorunun çözülmesini beklerler. Böylece sıralarını da savmış olurlar. Engelli, kısıtlı, özürlü hangi sıfatlarla anılsın bir insanı hayatın olağan akışına dâhil edebilecek sistemi kurmaya gayret göstermek çok mu zor? Bir ev tahsis etmek ve araba alınmasına arka çıkmak yetiyordu o zamanlar.

Köyde öğretmen olmadığı için gelmek zorunda kaldığın şehirde, çocuk parkının karşısındaydı evin. Çocuklar gün boyu parkta oynarken sen pencereden onları izlerdin. Gözlerinle salıncaktaki çocukları sallar, parkın yanındaki boş arazide oynanan maçların müdavimi olurdun. Pencerenin önünde o zamanların modası tahta kanepelerden vardı. Pencere duvarının bitiminde ise 55 ekran televizyon. Kalın duvarlı evinin pencere önü derindi. Ödevlerini, defter ve kitaplarını rahatlıkla sığdırabildiğin o yerde yapardın. Bizler geldiğimizde birlikte de o bölgede ödevlerimizi yapabilirdik. Senin gün ışığın, hayat bağlantın o pencere idi dostum, çok iyi hatırlıyorum.

Zihnime kazınan bir başka olay daha var. İlkokulu bitirdiğimiz dönemde söylediğin türkü. O türküyü pek çok sanatçıdan dinledim ama senden dinlediğim kadar etkilemedi hiçbiri. “Ayrılık aman ayrılık. Her bir dertten alâ yaman ayrılık.” Çocukluktan, çocuk saflığından, çocukluk arkadaşlıklarından ayrıldık. Para etmeyen tüm dalları kestik, gölgeleri yok ettik.

1995 yılındaki depremden sonra hiç görüşemedik. Senin gittiğini o sıralar duymuştum. Deprem, bizler için hızlı bir değişime kapı araladı. Önce şehrin kurulumunun yanlış yerde olduğunu ve bu durumun daha fazla yıkıma sebep olduğu söylendi. İlçenin en eski mahallelerinin konumlarını doğru olduğu ve binaların yapım kalitesi düşük bile olsa depremde zarar görmedikleri dile getirildi ancak sonrası yeni konutlar yine ovaya yapıldı. Bir dünya tarım arazisi binalara zemin oldu. Pancar, buğday, arpa gibi ürünlerin yetiştiği topraklarda binalar gökyüzüne yetişir oldu.

Deprem öncesi evinin olduğu sokak, yine ilçenin en haraketli sokağı. Eskiden olduğu gibi Hollywood Caddesi diyorlar. Senin gözlerinle salıncaklarını salladığın parkın olduğu yerde artık çocuk parkı yok. Artık çocuk parkları inşaat yapılamayacak yerlerde yapılıyor. Eğer bir arsa imara açık değilse çocuk parkı oluyor. Hatta o park acil durumlarda toplanma alanı aynı zamanda. Binlerce insanın yaşadığı mahallelerde birkaç yüz metrekare alana iki salıncak, bir kaydırak, bir iki spor aletine benzeyen bir şeyler yapıyor ve park adını veriyorlar.

Aklındaki soruyu duyar gibiyim. Şehirlerde park miktarı yetersiz ise çocuklar nerede oynuyorlar? Öyle ya sen buralardan giderken çocuklar sokaklarda oynarlardı, şimdilerde ne yapıyorlar?

İlkokul bitimine doğru söylediğin bir şeyi hatırlatayım sana. Hatırlarsın belki, pencere önünde oturup sohbet ediyorduk. Sen yazın daha çok çizgi film yayınlanmasından memnun vaziyette çizgi filmleri çok sevdiğini söylemiştin. Hatta TRT’ye mektup yazdığını ve daha fazla çizgi film yayınlanmasını istediğinden bahsetmiştin. Demiştin ki “Keşke sadece çizgi film yayınlayan bir kanal olsaydı.” Çizgi film seyrederken gözlerin evin penceresinden ekrana kayıyor ve yüzünde gülümseme oluşuyordu.

Az önceki soruya dönecek olursam adamım, çocuklar parklar yetersiz ise nerede oynuyorlar? Çocuklar artık evlerindeler. Bilgisayar ekranında, telefon ekranında, televizyon ekranındalar. Televizyonlarda birçok çizgi film kanalı olduğu gibi internette de istediğin anda istediğin çizgi filmi seyredebileceği siteler var. Ayrıca eğlenceli vakit geçirebileceği onlarca oyun, uygulama da yüklenebiliyor cihazlara. TRT’ye gönderdiğin mektubu kimler okudu bilemem. Bizlerin çocukluğunda para etmeyecek bu fikir artık kocaman bir ekonomi haline geldi. Evde, çocuklar izlenecek çizgi film konusunda ortak karar alamadıklarında sözlerin aklıma gelir: “Keşke sadece çizgi film yayınlayan bir kanal olsaydı. O zaman canım hiç sıkılmazdı. Çizgi film seyrederken kendimi çok mutlu hissediyorum.”

Adamım, birkaç yıl önce sizin köyde öğretmen bir arkadaşıma senden bahsetmiştim. “Benim arkadaşım vardı o köyden” demiştim. Senden bahsetmiş ve “Evet sanki öyle birisi vardı” diye teyit almıştım. Sanki… Vardı… Ötelenince, terk edince, ölünce yokluğun hemen kabul ediliyormuş be. İnsanoğlu ne kadar da vefasız!

Dostum! Bir filmi seyredersin ve sevdiysen bitince üzülürsün. Tekrar seyretsen de sonu değişmeyeceği için hüznün geçmez. Sonu değiştirebilmek senaryoyu yazan kişinin elindedir. Ve filmin anlatmak istediği ne başındaki ne de sonundaki olaylardır. Bu düşüncenin farkında olarak seninle en son karşılaştığım âna dönüyorum. O ânın seni son gördüğüm ân olduğunu bilmiyordum. Bir insan ölüm döşeğinde olsa bile onu son kez gördüğünü fark etmeyebiliyorsun. Belki de ölümü yakıştırmıyorsun kendisine ve uzak tutmak istiyorsun ölümden sana ait olduğunu düşündüğün herkesi de. Sen ne istersen iste kaderde ne varsa o yaşanıyor ve geri dönüşü olmuyor.

Geri dönmüyor gidenler! Oraları nasıl diye sormaya da korkuyoruz aslında bizlerin de gideceği kesinken. Nasıldır oralar? Mesela burada yaşadıkların gözlerinde canlanıyor mu? Bir daha dönmek istiyor mu insan? Sen, dönmek istiyor musun?

Ruhun şad olsun arkadaşım. Rabbim senin ve ailenin günahlarını bağışlasın. Seninle ilgili duyduğum son cümleydi: “Deprem olurken kaçamadı yıkılan duvarın altında kaldı.” Yıllar sonra fark ettim ki benden de birkaç parça kalmış duvarların altında.

Yılların ardından yazılan bu mektup, duvarın altından kurtulan içimdeki sanadır. Okuyasın ve unutmayasın.

Ali İhsan Bilgiç

 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • ... , 05/04/2022

    ” Geri dönmüyor gidenler “

  • ayrılık , 16/01/2022

    Allah rahmet eylesin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir