Bu şey artık canımı çok sıkmaya başladı. Buradan, bu kokudan, bu düşüncelerden de bunaldım. Aynı karanlık, aynı oda, aynı his. Hepsinden ve hiçbir işe yaramayan kendimden nefret eder hale geldim. Ama bu şey çok farklı. Nasıl söküp atarım diye düşünürken bir kâğıt aldım önüme. İntikam için bıçak arar gibi aradım kalemi. Buldum. Bir daire çizdim şöyle tam yuvarlak olanından. İçimdeki bu pis şeyi dairenin içine döktüm sanki. Rahatladım mı peki? Hayır. Ağzını bağlamam lâzım bu dairenin. Hızımı alamadan kalemi bastıra bastıra bir çizgi çizdim daireden aşağıya. Düz olsun, simetrik olsun istedim. Olmadı. Silmek insaflıca olurdu. Kırmızı gözlerle baktım dairenin içine. Bırakın artık peşimi diye haykırdım. Aşağıya uzanan çizgiyi boğazıma saplamak istedim. Buruşturup attım onu.
Acınası bir hal pişmanlıklarla yaşamak. İnsanın belini büken türden. Pişmanlıklara rağmen yaşayabilmek, ölüm gibi geliyor insana. Her insanın başına gelir gibi geliyor. Yalnızsan eğer daha da zorlaşıyor durum. Bu utanç verici şeyden kaçmak, bir köşede, tenha bir yerde eceli beklemek rahatlatır insanı sanki. Yapayalnız, korka korka, utançla.
Bunları düşünürken bir kâğıt daha aldım. Bu defa koca bir daire çizdim. İçi neden dolu bu dairenin? Buruşturup attım. Neden hâlâ burada, diye dişlerimi sıkarak konuştum. Bu kâğıdın akıbeti de aynı oldu. Yeni bir kâğıt aldım. Daha büyük çizdim bu kez daireyi. Baktım bu altta kalmış. Puhahaha! Bir kahkaha patlattım, kocaman bir küçümsemeyle. Dökecek ne çok şey var, dedim.
Yapacak hiçbir şeyi kalmayınca, ne yapsa kâr etmeyeceğini anlayınca, iyiden iyiye yalnızlaşıyor insan. Çoğu şeyde hep geç kaldım ben. Dönemedim geriye. İleri gidemedim. İçime saklandım. Tozlandım günden güne. Çöpe attım kendimi. Üzerimde böcekler gezindi. Kartonların içinde, paçavraların arasında yaşadım. Kaybedilmiş, unutulmuş, kullanılmayan ne kadar eşya varsa hepsi bendim.
Dökecek çok şey vardı gerçekten. Pişmanlıklar kocaman yedi-sekiz daire doldurur, peki ya diğerleri. Milyonlarca gereksiz şey, kafama bir anda yapışan ve bir daha düşmeyen sahipsiz, ipsiz sapsız düşünceler, kötülükler… Korktum. Kaç daire doldurmam gerekir bilemedim. Ama çok kâğıt lâzım, dedim. Aldım geldim, tomarla.
Kurtulacağım düşüncesiyle bir kâğıt daha çektim önüme. Kalemin ucunu açtım. Sonra biraz karaladım boş bir yeri. Kalem, kâğıdın üstünde kaysın istedim. İtinayla alayım hıncımı. Kocaman bir daire daha çizdim. İçine uzandım baktım. Altlarda kalmış yine. Rahatladım. Düz bir çizgi çektim aşağıya doğru. Bu kez simetrik. Sonra sağ alt çapraza iki çizgi daha, sola da aynısından. Tam çöp adam oldu sanki. İyice döktüm içimdekileri. Dışarıya taştı bu kez. Elim ayağıma dolandı. Toparlayıp içine tıkmak istediysem de elime yüzüme bulaştı, sığmadılar. Bir kâğıt daha aldım sonra. Bir kâğıt daha. Bir daha. Bir tane daha…
Sonunda becerebildim. İçimi döktüm dairelere. O pis şey ne de çok yer kaplamış. Altlarına çizdiğim çizgilerle de ağzını kapadım hepsinin. Kimseye anlatmasınlar istedim. Ağzı kapalı bu çöp adamları denize atmaya karar verdim. Çünkü su iyice parçalar onları, sanki. Yakabilirim ama yakmayacağım. Beni boğdukları gibi boğacağım onları.
Hızlı olmam gerekiyordu. Bir gece daha bu pis şey ile yaşayamazdım. Giyindim, taktım beremi, gözlüğümü. Yola koyuldum. Buruşturup denize atmak için cebime doldurmaya başladım. Emekli öğretmen kılıklı bir adam gördü beni. Ama onlar buruşur öyle, dedi. Yihahaha! Bir kahkaha daha. İntikam hırsı bürümüştü gözümü. Zaten buruşacaklar amca, zaten buruşacaklar. Olsun, dedi. Sen yine de yapma öyle. Onların yaptıkları yanlarına mı kalsın, çok çektirdi bana bunlar, dedim. Çöp adamlar yapmaz öyle, dedi. Bilemedi.
Sahile vardığımda insanlardan uzak bir yer aradım şöyle göz ucuyla. Kimse görmesin istedim. Cebimden çıkartırken çöp adamları, bir yandan da etrafı kolaçan ettim. Hava rüzgârlı. Korkuyorum. Ya suyla buluşmadan kaçar giderse bunlar, ya onlar beni boğarsa. Teker teker buruşturup denize atmaya başladım fakat korktuğum başıma geldi. Uçup gitti hepsi suya değmeden. Neyse dedim, olan oldu. Gelmezler ya geri. Buruşturamadan bıraktım hepsini.
Arkamı dönüp korkarak eve doğru yürüdüm. Büyüyen gözler, takip ediliyorum hissi… Ayak sesi yok. Umursamak istemesem de arkama dönüp baktım. Karşımda buruşuk ve buruşmamış çöp adamlardan oluşan koca bir tabur var. Hepsinin eli ağzında. Hepsinin kafası kocaman. Hepsi öfkeli. Hepsinin içindeki öfke benim. Kaçacakmış gibi yapıp cebimden kalemi çıkardım. Bir anda delirdim. Yeter ulan, diyerek fırladım taburun üstüne. Hepsine sapladım kalemi acımadan. Üstüm başım kan. Elime, kan da bulaştı nihayetinde. Evet, hepsini öldürdüm, sanki. Pis şey ise ölmedi. İki kaşımın arasında.
N. Cihan Karakurt
1 Yorum