“Siz de görersiniz beni yaşıma gelince -hııı babaannem dediydi- dersiniz.” Babaanne atasözü.
Gece olmuş, gün tutulmuş zifiri kara. Ucuz bir kitap, yanı başımda, sıradan bir odada. İzlemek için izlediğim berbat bir film. Tavanımız ahşaptır bizim, çatı katında rutubetli bir oda. Beni bu odaya atmışlar, nefessiz kalmışım. Babaannem diğer odada, kanallardan Halay Tv… (oryantalizme lüzum yok) Yanına gidiyorum babaannemin, uzanıyorum. Bana bir bakışı var ki, Dilberay’ın parmaklıklar ardında şarkı söylerken arkadaki figüranların çaresizliğini hissediyorum.
“Gız kısmısı sırt üstü yatmaz, destuuur!”
Oturdum, kucağıma bir yastık aldım. İzledim babaannemle beraber bu gamsızların tv programını. Âyine benzer şeyler. Ortalık panayır yeri, izleyiciler çılgınlar gibi alkışlıyorlar. Ben dehşet içindeyim. Mendiller pervane olmuş. Babaannem ciddiyetini bozmadan onları izlemeye devam ediyor. Ben bu realiteden kopmuş kanala baktıkça nabzımın daha hızlı attığını hissediyorum.
Ağzımı açmadan çıkıyorum odadan. Balkona çıkmam genelde, zorunda olmadıkça dışarıya da çıkmam. Odama geçiyorum tekrar, perdeyi açmadan, ışıkları yakmadan bakıyorum etrafa. Yıldızların imkânsızlığına dalıyorum. “Babaannem acaba 81 yaşına kadar Halay Tv’ye verdiği ehemmiyeti yıldızlara da göstermiş midir?” diyorum. Ben babaannem oluyorum. Bilinçaltım babaanne. Şuuraltım hâlâ ben. Yıldızlara halay çektirecek absürtlükte.
Çeyizlere inanmıyorum ben, ama babaannem çeyizlere benim varoluş nedenimden daha çok inanıyor. Çeyizler… Nice genç kızların heybetli cengâveri… Bitmeyen çilesi. Sandıklar kızların ömür hibesi. Ben bu yüzden, bütün çeyizlere savaş açıyorum buradan. Gelin, buraya ilk zincir yapan kazansın ve bütün genç kızlar özgür kalsın. “Çeyizlere savaş açmak, babaanneme savaş açmaktır.” diye düşünüyorum sonra. İşte buna cesaret edemeyip bırakıyorum elimdeki tığı. Biliyorum yine çok herzekâr oldum babaanne. Daha fazla saçmayayım.
Ben bir sana bir de takma dişlerine hastayım babaanne. Sana sevdiğim kitapları okumak, şarkıları dinletmek isterdim ama “Amaan, kafam çekmeya!“ dersin diye dinletmiyorum. Beni affet. Sana en güzel sözlerimi söylemek isterdim ama “Şipir şipir etme gız.” dediğin için demiyorum babaanne. Beni affet. Ben ataerkil bir kız oldum babaanne, seni rahatsız etmek istemem.
Doğruyu yanlışı senin kadar ayırt edemiyorum mesela. Sol partinin arması önünde kim konuşursa “Heh! Yine çıktı eblek herif.” diyecek kadar net olamıyorum. Kafası karışıklara meftun, merhum ve mensup oldum babaanne. Sen şimdi bana diyeceksin kafamı var sende. Haklısın. Ama seni seviyorum. Ne kadar çok babaanne dedim dimi? Bunun bir nedeni vardır elbet. Yeteri kadar “anne“ sığdıramadığımdan ötürü anneli şeyler deme ihtiyacı duyuyorum birazda. Bunu yazarken Müzeyyen Senar arkandan konuşuyor: “Huysuz ve tatlı kadın, dırırım dırırrırıırım.” Sus dedim ama dinletemedim. Bu yaptığın gıybettir diyorum, tövbe istiğfar et diyorum. Dinletemiyorum.
Realiteye geçelim, elle tutulmayan realite. Yüzündeki somut kırışıklıklarla sen yüzleşme, ben yüzleşeyim mesela. Sen ölürken ben yüzleşeyim Azrail’le, ona iki çift laf edeyim. “Sen emir kulusun bilirim amma babaanneme iyi davran.” gibi cümleler kurayım mesela. Ben ölüme kafa tutayım, sen alabildiğine yaşlan. Ben öleyim babaanne. Ölüm illeti… Yaşarken tutulduk ona. Hepimiz dünyanın rahmine düştük. Doğacağımız günü bekliyoruz babaanne.
İtiraf et babaanne, sen de tutuldun ölümün illetine değil mi?
Melike Dadak
6 Yorum