Yitik Cennet

Künye: Yitik Cennet, Sezai Karakoç, Diriliş Yayınları, 10. Baskı, İstanbul.

***

Şeytan içerden mi gelmişti, dışardan mı? Bence daha önemlisi dışardan gelen şeytanın çağrısını dinleyen bir kulağın hemen içerde hazır oluşuydu. Doğruluk, güzellik, iyilik ideasına bir kontrpuan olarak. (s. 8)

Hakikatin bile bayatına tahammül edilemez. Hakikat sürekli olarak kendini yeniler. İnsan bu yenilenmeyi doğru yoldan yapmazsa yaradılış onu zıt yoldan yapar. Tırmandığını unuttunsa öyle duracağına düş ve yeniden tırman; durmaktan daha iyi bu. Ot  gibi varolacağına öl ve yeniden diril. (s. 24)

Uzaklaştırma yaklaştırmak içindir. Ayrılık buluşmaya doğrudur. Yitirme, bulma arzusunu uyandırır. Gurbette söylenir sıla şarkısı.  (s.26)

“Dünya bir köpüktür”. Evet, ama hakikat denizinin ve sonsuzluk ummanının üstünde. Onun dalgalarının çocuğu olan bir köpük. Deniz dalgalanmasa bu köpük olmayacaktır. Ama dalgalanmadıkça deniz deniz olacak mıdır? (s. 27)

Diriliş başlayınca ölüm seyirci kalır. Eşya kurallarının tomarı dürülür. (s. 29)

Ey ruhum, sen de kendi Âdem’in olabilirsin. Ölüm gelmeden önce ölümün şartlarına bürünerek ölümü aşabilirsin. Sen de ölümün ötesini ufuklardan, sabah vaktinden seherlerden, gece çilelerinden sorabilirsin, o değişmez mevsimin çiçeklerini, dizlerin kan içinde kalsa da inancın yüce dağ doruklarından toplayabilirsin. (s. 32)

Trajik olan, komik olanı bir kılıç gibi ikiye böler; dram, trajiğin soluk almak için durduğu noktada belirir; trajik olanın durduğu noktada tembelleştiği çizgide yosun gibi biter dramatik olan. Gül, güneş, su, çocuk hep olağanüstüdür. Fakat bütün bu olağanüstüler hakkında duygumuzu sürekli olarak koruyamayışımız yok mu? İşte bütün felaket oradan doğuyor, oradan başlıyor.  (s. 34)

Nuh’un Gemisi, bir nevi yeniden doğuşun, rönesansın sembolüdür batmata yüz tutmuş uygarlıklar için. Evet, nasıl her cins hayvandan bir çift alındıysa gemiye, aynı şekilde bir medeniyetin özelliklerini taşıyan her kök duygu, düşünce ve inançtan tohumlar bir “Diriliş Merkezi”nde derlenip toparlanacak ve oradan yeniden hayata aşkla, inançla ve umutla doğacaktır. (s. 38)

Her çağda her uygarlık ve inanç gurubu için böyle bir “diriliş” umudu vardır. Ölüm tehlikesindeki uygarlığın temel unsurlarından öz parçacıkları, protoplazma özleri taşıyıp da bir yerde onları mayalamaya bırakmalı, o özlerle çağı ve gelecek zamanı mayalandırmalı. Bu mayalanışı aşkla ve feragatle gözlemeli. İşte o bekleyişten, o hamur yoğruluşundan, battığı sanılan uygarlığın dirilişi doğacaktır. (s. 38)

Tufan için suyun intikamı demekten çok, suyun imtihanı veya daha doğrusu bir anlatımla “su imtihanı” demek daha doğru olur. (s. 40)

İnsanlık “varoluş” imtihanını Hazreti Âdemle verdi. Sürebilme imtihanını “hayat” imtihanını da Hazreti Nuh’la. Sanki O’na kadar insanlığın dünya hayatı bir provadan ibarettir. Su ile sembollenen tufan sonra hayatımız gerçek hayat oldu. (s. 40)

Nuh’ın Gemisi uygarlığın protoplazmasını taşıyor. Hakikat uygarlığının, peygamberler uygarlığının, ilahi uygarlığın. Tanrı sitesinin özünü taşıyor. Uygarlıktan yaşayan her özrü olağanüstü bir sentez için taşıyor. İnsanlığı ölümden dirime götürüyor. (s. 53)

“Ben batanları sevmem” sözünü söyleyebilecek merhaleye ermiş olmak, tutulan dilin konuşması. (s. 57)

Hakikate ermek kolay değil. Mağara dönemi var. Işığın değerini bilmek için karanlıkların mahpusu olmak gerekir. Nimetin değerini bilmek için aç kalmanın, susuz kalmanın yeterli olacağı gibi. Ama bu değer bilişin önemi yok. Çünkü: bir zamanlar mahrumken bir gün nimete kavuşan insan kısa bir süre sonra unutur o günleri. Geçici olan iğreti olan değil, yerleşik olan değer biliş önemli. (s. 58)

Riyazet (çile) iki türlüdür: Birincisi, yemekten ve içmekten, uykudan alıkoymaktır vücudu. Ama bunun açıldığı ikinci bir riyazet vardır, bundan geçilir ona, yani ilkin vücut, aç bırakılarak, susuz bırakılarak, uykusuz bırakılarak, öbürünün kapısı çalınır: ruhun riyazetinin kapısı çalınır. (s. 58)

Dimdik okun gidip hedefe varışı: İbrahim sapmazlığı bu. “Gözün kaymayışı”  (s. 59)

İnsan nefsi çarmıha gerildikten sonra ruhun İsası doğar. (s. 59)

Firavun, yasalar koymuşsa, Musa onun karşısına Mutlak Yasa ile çıkacaktır. (s. 99)

Firavun, cama çarpan sinektir. Kurtulmayacaktır kaderinden. Çarptığı cam, Musa’dır. (s. 100)

Firavun, Dünyanın Başkentini karanlıklara boğduysa, Sina Dağı’nda yanan Ateş, insanlığı aydınlatacaktır. (s. 100)

Aktaran: Bilal Can

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir