Üç Numara

Kerim Kolat, berber koltuğundan geçen hayatları yazdı.

***

Raşid, son model arabasını Halit’in dükkânı önüne özenle park edip bayram tıraşı olmak için içeri girdi. Burası şehrin kalburüstü adamlarının uğrak yeri bir berberdi. On iki koltuklu bu devasa berberin -günümüzde erkek kuaförü diyorlar-  duvara mıhlanmış raflarında havlular ve usturalar itina ile dizilmiş, üzerlerinde isimleri yazılı olan sahiplerini beklerdi. Çalışanları, müşterileri kapıda karşılayıp buyur eder, tıraş bitene kadar soğuk çay, meşrubat, kapuçino vesaire sıcak içecekler tezgâhtan hiç eksik edilmezdi. Mekânın sahibi Halit usta, genç yaşına rağmen şehirde bu işi en iyi yapanlar arasına çoktan girmişti. Müşterinin dilinden anlaması, kibar Türkçesi ve sürekli mütebessim çehresiyle müşterilerini günden güne artırıyordu. Babası, dedesi, büyük dedesi derken, onlar için berberlik bir aile mesleği halini almıştı. Kapıda karşıladı Raşid beyi. Saygı ifadesi olarak hafifçe önüne eğilmiş olduğu halde birkaç dakika hal hatır sordu, buyur etti. Uzun saçlı adam, “İyiyim, teşekkür ederim” diyerek hafif bir gülümseme ile yerine oturdu. Halit her zamanki kibarlığıyla “Ne alırsınız?” diye sordu.

“Her zamankinden olsun” diye cevap verdi, teninin sadeliği yaşını belli etmeyen uzun saçlı, yakışıklı adam.

Halit, “Hay hay efendim” diyerek raflardan Raşit beyin özel havlusunu çıkarıp özenle boynuna bağladı. Takımlarını çekmeceden itina ile çıkarırken, bir yandan da “İşler nasıl efendim, yerel seçimlerde belediye başkanlığına aday olacakmışsınız?” türünden gereksiz fakat her berberde sorulan, kendisini hiç mi hiç ilgilendirmeyen sorularına başladı. Aynada kendisini derin bakışlarla izleyen Raşid, kısa cevaplar veriyordu. “Neden olmasın Halit Bey, biz de bu memleketin çocuğu değil miyiz, siyaset, deneme yanılmadır, bakarsın bizi de seçer hemşerilerimiz, bize de bir imkân tanırlar hizmet için” diyerek başını arkaya yaslayıp keskin bir tebessümle önündeki kapuçinodan birkaç yudum aldı.

“Tabiî ki de efendim neden olmasın. Memleketimiz sizden iyisini mi bulacak? Sizin birileri gibi ihale peşinde değil, hizmet peşinde koşacağınızdan hiç mi hiç şüphemiz yok” şeklinde yanıt verdi Halit ellerini ovuşturarak.

Bir süre daha meraklı sorular soran Halit, “Her zamanki gibi mi yapalım efendim?” diyerek ellerini önünde birleştirdi. Raşid bey sadece kafasını aşağı yukarı sallayarak yanıt verdi. Bugün fazla konuşmak istemiyor, bir an evvel saçlarını düzelttirip işinin başına, alışveriş merkezindeki ofisine dönmek istiyordu. Halit onu hiç bu kadar bitkin ve düşünceli görmemişti. Bunun nedenini de sormak istedi ama cesaret edemedi. “Ne kadar da meraklı adamsın be kardeşim diyerek bir çıkışırsa ne derdi sonra? Gözlerini kapatıp yüzünü klimanın esintisine bırakan Raşid Bey, saçlarına dokunan makas sesleriyle bir melodi tutturdu. Ara ara, gözlerini kaldırıp, bir yandan aynada kendini seyrederken diğer yandan da içeri girip çıkanları gözetlemeyi ihmal etmiyordu. Birkaç dakika geçmişti ki, şehrin fabrikatörlerinden Celil Bey, aceleyle içeri girdi. Yanında, sekiz-dokuz yaşlarındaki oğlu da vardı. Kapıdan çalışanlara seslenerek; “Gençler her zamanki şekilde yanlarını boşaltın, arkadaki kuyruk kalsın, bayram da dedesi bekliyor, Fethiye’ye gideceğiz, şöyle adam gibi yakışıklı edin bizim koçu, ben birazdan dönerim” diyerek hızla kaldırımda kayboldu. Üzerinde kısa kollu tişörtü, altında kaprisiyle içeri giren kilolu çocuk, burnundan kıl aldırmaz bir edayla koltuğuna oturdu. Çalışanlar her müşteriye yaptıkları gibi onun da etrafında pervane oldular. Bu hadise, Raşid Beyi çok uzaklara, çocukluk yıllarına götürmüştü. O yıllarda “üç numara tıraşından” gayrı bir şekil yoktu. Şimdilerde bazı kellerin, karizmayı toparlamak için yaptırdıkları şekle benzer, biraz daha uzun hali işte. Çocukların saçları yıl boyu evlerde, kapı önlerinde -parası olanların ki berberde- “tık tıkı” adını verdikleri yağ ile beslenen, saçlarını kesmekten ziyade koparan makinelerle adeta kırpılırdı. Tıraş zamanı her geldiğinde, saçlar tuğla benzeri kokusuz sabunla iyice yıkanırdı ki makineyi gördüğü an yerinden ayrılsın. Aksi takdirde, her saç kesimi günlerce sürecek bir acı demekti onlar için. Lâkin bayram günlerinde böyle değildi durum. Birkaç gün öncesinden, çocuklar berberleri doldurur, şenlik havasında kesilirdi saçlar. Bayrama has olarak bu kez, başların önünde büyükçe bir kâkül bırakılırdı. Hangi bayram olursa olsun berber Ahmet beyin dükkânında tek sıra halinde sıralanılır, işi biten koşar adım okul bahçesine oyun oynamaya giderdi. Raşid beyin ise on beş yaşına kadar saçları hep üç numaraydı, bayramlarda bile. Hangi bayram önü arkadaşlarıyla heyecanla berbere gitseler, herkesin saçında kâkül bırakılır, kendisininki ise -hiç acımadan- üç numaraya vurulurdu. Tıraş bittikten sonra okul bahçesinde oyun oynayan arkadaşlarının yanına oturur, berber Ahmet’e bir torba küfür savurur ve içli içli ağlardı. Yıllar yılları kovaladı. Küçük Raşid’in lakabı arkadaşları arasında üç numaraya çıktı. Top koştururken arkadaşlarının kaşlarının arasına vurup vurup havalanan saçları ona hep acı verdi. Berbere ne zaman bir ümit, bir acabayla gitse, yine hayal kırıklığıyla döndü.

Babasıyla beraber geçirdikleri son bayramın öncesinde tüm cesaretini toplayarak berbere gitti. Bu kez yanında mahallelinin çocukları yoktu. Senaryoyu çoktan yazmıştı. Berbere girer girmez koltuğa oturdu. Yumrukları sıkılı halde, aynada bugünkü gibi kendisine bakarak “Ahmet amca kâkül bırak” deyiverdi. Avurtları çökmüş, kısa boylu, sarı sakallı adam gülerek Raşid’in başından yakaladı. “Senden önce yine baban uğradı delikanlı; bizim oğlanın saçlarını üç numara yap Ahmet ağabey, erkek gibi olsun koçumun saçları diyerek gitti” deyip “tıkı tıkıyla” başının ortasından sağlam bir tren yolu açtı. Babasına ne kadar kızdığını kimse bilemezdi, bilemedi de… Babası neden kendisine böyle bir kötülük yapıyordu. Onun kâküllü bir saçı olması hakkı değil miydi?

Çok geçmedi. Raşid Bey’in babası Emin Bey amansız bir hastalığa tutulmuş, üç ay içinde eriyip Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Mahallenin ortasında bir kazan gasl suyu kaynattılar bir gün sonra. Yaşlı başlı adamlar evi doldurup, beklediler. Babasını evin girişindeki geniş avluda yıkadılar kimseye göstermeden. Annesi ağladı, ağladı. Kardeşleriyle beraber pencerenin önünde su ısıtılan ocaktan geriye kalan külleri izleyerek babasız bir hayata yol aldılar. Emin beyin ölümüyle ne kadar zor yıllar yaşasalar, ne kadar çok mücadele etmiş olurlarsa olsunlar, o günden sonra saçlarını hiçbir zaman “üç numaraya” vurdurmadı. Büyüdü, okudu, iş sahibi oldu, çokça paralar kazandı ve kazanıyordu.  Saçlarını hep uzatıyor, en fazla omuzlarında aşağı sarkacak kadar kısalttırıyordu şimdi.

“O günler daha tatlıydı be!” dedi her zamanki ağız bükmesiyle, babasının mavi gözleri, sarı saçları gözlerinin önüne geldi. Halit’in elinden tutup “Kes Halit” dedi. Halit şaşırmıştı. “Kesiyorum efendim” diye karşılık verdi. “Kesin lütfen hepsini kesin” dedi tok bir sesle. Halit verilen talimatı harfiyen yerine getirdi. El kadar saçlar bir bir yere düştü. Çalışanlar işi gücü bırakmış, Raşid beyin gözü gibi baktığı saçlarının yerle yeksan oluşuna şaşırmışlardı. Biraz sonra üç numaraydı saçları.  Aynada biraz daha izledi kendini. Tedirgin bakışlarla; “Başka bir isteğiniz var mı?” diyen Halit’e bir süre cevap vermedi. Sonra parmağıyla işaret ederek yaklaşmasını söyledi. Aralarında fısıltıyla konuştu iki kişi. Sonrasında Raşid bey hesabı ödeyip çıktı. Büyük bir gönül dinginliğiyle ofisine geçti yine son model arabası ile. Alışveriş merkezinin bütün katlarını elleri arkasında dolaştı. Patronlarını buralarda daha önce hiç görmemiş olan çalışanları, korkudan büyümüş gözleriyle selamladılar onu. Yerine geçip günlük işlerini tamamladı.  Akşam olup eve dönerken sahil yolundan gitmeyi tercih etti. Çocukluk yıllarının geçtiği mahalleleri bir bir turladı. Geç saatlerde eve geldiğinde ise oğlu Melih’i salonda ağlar buldu. Hem de öyle bir ağlama ki, biraz daha devam etse göz kapakları yerinden düşecek sanırdınız. Hiçbir şey sormadı ne oğluna ne eşine. Sadece tebessüm ediyor, ara ara gözünden süzülen yaşları elinin tersiyle siliyordu. Hanımına dönüp, göz ucuyla oğlunun neden ağladığını sordu. Eşi Jale Hanım, eteklerini toplayıp devasa salonun içerisinde bir o yana bir bu yana turlayarak konuşmaya başladı.

“Bu berber Halit de kim oluyor, benim yavrumun saçlarını üç numaraya vurmakta nedir? Onun haddine mi düşmüş. Raşid, yarın erkenden gidip bu adama haddini bildiriyorsun” diye tekrar ediyordu.

Oralı olmadı. Biraz yorgunum dinlenmem lâzım diyerek merdivenlere yöneldi. Birkaç basamak çıkmıştı ki durdu. Başına önce önüne düşürdü sonra eşi ve oğluna dönerek; “Jale, yarın arife, sabah erkenden mezarlığa, babamı ziyarete gideceğiz” dedi. Kadife yüzlü karısı ve oğlu ona şaşkın gözlerle bakakaldılar. Belli ki Raşid beyin üç numara saçlarını yeni fark etmişlerdi.

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Türbedar , 29/01/2014

    Keyifle okudum,güzeldi..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir