Yazarlarımızdan Feyyaz Kandemir ve Mehmet Raşit Küçükkürtül imzasıyla yayımlanan “Bohemyalılar” yazısına cevaptır.
***
Bohem, Fransızcadan dilimize geçmiş olup sözlüklerde; “Çingeneler gibi yarını düşünmeden günü gününe, tasasız ve derbeder bir hayat süren, genellikle sanat ve edebiyat çevrelerine mensup kimse” olarak tanımlanıyor. Bohem kişi de günü birlik yaşayan, başkalarının görüşlerine çok da değer vermeyen, maddi olarak yerlerde sürünen edebiyat ve sanatçıları kapsıyor. Güzelim Türkiye’mizde de bohem anlayışı bazı sanat çevrelerinde felsefi bir hayat görüşü haline gelmiş. Buraya kadar sorun yok. İsteyen bohem olabilir. Kendi tercihidir. Sorun Feyyaz Kandemir ve Mehmet Raşit Küçükkürtül’ün bu sıfatı Celal, Bahadır, İbrahim ve bana yakıştırmış olması. İşte burası ilginç ve bu yakıştırmanın arkasında bir takım çekememezliklerin olduğunu düşünüyorum.
Konuyu genişleteyim. Bahadır, İbrahim, Celal ve ben dervişlerin hayat hikâyelerini okuyarak büyüyen, onların âleme rest çeken halleri ile hallenmeye çalışan, onlara benzeyemesek de dervişleri seven insanlarız. Derviş dünyanın tüm nimetlerini elinin tersiyle iten, altın ile demiri bir gören, hayatın kısalığında aşkın sonsuzluğuna sığınmış ve bu sayede hakiki hürriyete ermiş kutlu insanlardır. Ve bizim tek derdimiz ise yukarıda kısmen özelliklerini saydığım bu dervişlere benzemektir. Bu sebeple modern hayatın önemli diye gündemimize sokmak istediği olaylara kayıtsız kalırız. Varlığı yoklukta bulabileceğimizi bildiğimiz için kimlik bilincini hafife alır ve başkalarının önünde küçük düşmekten çekinmeyiz. Ama nereden bilelim bir takım “Sözde Devrimciler”in bizim bu halimizi dervişlere benzetmeleri gerekirken bohemlere benzeteceklerini. Hem biz yola çıktığımız arkadaşlarımızın fikir dünyalarının modernizim tarafından istila edildiğini bilmiyorduk ki! İnsan işte, kim bilir hangi saiklerle kendini kör ediyor da böyle mesnetsiz iddiaları savunabiliyor.
Sözde Devrimciler yazdıkları “Bohemyalılar” yazısında benim muhayyel kişilere mektup yazmamı eleştirmişler. Yani bu Sözde Devrimciler, ki bunların neden sözde olduğunu açıklayacağım, benim hayal ürünü ve zihnimde canlandırdığım kişilere mektup yazmamı dillerine dolamışlar. Bunun neresi kötü anlamadım. Siz, insanlardan dert yanan, kendinizi ifade edebileceğiniz kişilerin olmadığını her ortamda dillendirenler değil misiniz? Yine siz devrim yapmak için yoldaş bulamadığınızdan dert yanmıyor musunuz? O halde benim sizin deyiminizle muhayyel kişilere mektup yazmamın nesi kötü? Gerçi ben bu muhayyelliği de kabul etmiş değilim. Eğer zihnimde canlandırıyorsam bir gerçekliği var demektir. Hem insan her mektubu önce kendine yazar ama sizin bu kendilik meselesi ile ilginiz olmadığı için bu mektupları da anlamanıza imkân yok. Ne diyeyim, Allah hayal dünyanızı genişletsin. Hâlbuki her şey bir hayalle başlar.
Diğer bir yafta da, bizim fikirleri değil isimleri konuşuyor olmamızmış! Pes artık diyorum. İftira üstüne iftira… Edebifikir’deki yayın politikamızdan da mı anlamıyorsunuz derdimizin fikirler olduğunu ve hatta hakikat… Hakikat dedik madem duralım. Çünkü çoğul olarak hakikate gidilmez, bilakis yalnız ve çırılçıplak gidilir. Biz bu bilgileri bir yana koyup da nasıl isimlerle uğraşabiliriz ki? Uğraşamayız çünkü biz insansız hava sahasını savunan kişileriz. Hadi bu cümleden de eleştirecek bir şeyler çıkartın. Hâlbuki bizim derdimiz kendimizle. Ruhumuzun girdaplarındayız ama siz bunu bohemlik sanıyorsunuz.
Feyyaz ve Mehmet Raşit’in hangi iddiasına cevap vereceğimi ben de şaşırmış bir durumdayım. Acaba devrimciliğin hakkını veremeyip Sözde Devrimci olmanın verdiği acı ile önlerine kim çıkarsa kurşun mu sıkıyorlar? Hâlbuki binlerce kez söyledim; devrim kalpte başlar. İlk devrim kalp hayatı için nefsin devrilmesidir. Ve bu, diğer tüm devrimlerden çok daha zordur. Acaba bu bahsettiğim devrim zor geldi de Feyyaz ve Mehmet Raşit işin kolayına kaçıp dünyevi bir devrim sevdasına mı düştüler? Madem öyle biz kurşunlarınıza göğsümüzü siper ediyoruz.
Bir yafta da benim yerli yersiz cümlelerimin sonuna üç nokta koymammış… İşte böyle… Ve bu durum bidat olduğu gibi teslisi çağrıştırıyormuş. Bu benzetmenin mantık ilminden nasibi olmadığı çok açık. Önce neden üç nokta, onu açıklayayım. İnsan en çok üç nokta işaretine benzer, çünkü hayatı yarım kalmışlıklarla bezelidir. Neye elimizi atsak bir zaman sonra kendimizi başka bir işte bulur ve her gün geçmişe bir yarım kalmışlık göndeririz. Sizin kafanızda yüzlerce kitap projesi var, hangi birini ortaya koyabildiniz? Ya da ortaya koyduklarınızın yanında hâlâ zuhuru talep eden kaç projeniz var? Hangi duygunuzun isteklerini sonuna kadar yaşayabildiniz? Sevdikleriniz bir anda sizi terk etmiyor mu? Siz hangi tamlıktan bahsediyorsunuz? Bence sizin işaretiniz nokta. Yani bitmişlik ifadesi. Ama devrimciliğiniz gibi noktanız da sözde! Yarım kalmışlık hayatın ta kendisiyse cümlelerin sonuna koyduğum üç nokta neden yerli yersiz olsun? Hem ne zamandır teslis hayatınıza girdi? Hâlbuki bizim lügatimizde teslise yer yok. Ah çekememezlik, insanlara neler yazdırıyor! Bence acilen Büyük İslam ilmihali’ni baştan okumalısınız.
Ayrıca benim Cahit Zarifoğlu’nu romantize ettiğimi iddia ettiler. Hayırdır, ben neden hatırlamıyorum bu romantize etmeyi? Madem böyle bir iddianız var müddei iddiasını ispatla mükelleftir. Hodri meydan. Ya ispatlayamazsanız?
Yine bana çeşitli yayınevlerinden yığınla kitap geldiğini ve bu kitapların en iyilerini kendime seçip geriye kalan hurda kitapları rastgele dağıttığımı iddia ediyorlar. Yine bir iftira, yine bir karalama, yine top çevirme. İşte söylüyorum; şimdiye kadar gelen onlarca kitaptan birini bile eve götürmedim. Kütüphanemde böyle tek bir kitap bile yok. Bilakis gelen kitapları yazarlar ve okurlarımıza dağıttım. Bilhassa okurlarımıza… Bu iftiralarla nasıl uyuduğunuzu çok merak ediyorum ama yoksa uykunuz da mı sözde?
Ve asıl meseleye geldik. Yukarıdaki iddiaların arka planına yani. Bu arkadaşlar neden bu kadar iftiraya sarıldı acaba diyordum ki şu yaftalarıyla karşılaştım. Meğer ben onlara istedikleri yazıları değil kendi istediğim yazıları yazdırıyormuşum. Ve ben cümlelerin mesuliyetinin altına giremezmişim. Dedim ya asıl mesele bu diye. Ben kendilerinin az yazdığından şikâyetçiyim. Zaten Mehmet Raşit’in evleneliberi yazı gönderdiği yok. Belki birkaç tane. Feyyaz’dan ise yazı almak ölüm. Bir yazı istiyorum en az bir ay sonra gönderiyor. O da isterse. Bazen iki ayı bile buluyor. Ayrıca onlardan ara ara özel yazılar istediğim doğrudur ama bunun sebebi bana yazı göndermemeleri sebebiyle arayıp madem öyle şöyle bir yazı yazın dememdir. Kaldı ki kendileri başka yazı gönderdiğinde de hemen siteye giriyorum. O halde nedir bu karın ağrısı? Bence bunun sebebi söz konusu arkadaşların yazılarına müdahale etmem. Editör müdahalesi yani. Yazıya çeki düzen veriyor ve redaksiyon yapıyorum. Acaba editör başka bir iş yapar da ben mi bilmiyorum?
Sözün özü hayat kısa, insan ise heveslerinin gönüllü esiri. Yazı yazmak da bu heveslerin bir aygıtı haline gelebilir. Devrimi istemek dilde kolaydır ama hayatı devrim gibi yaşamak zordur. Bilakis bir ömür teyakkuzda olmak gerekir. Devrim edebiyatı güzeldir ama insanın hakikat arayışında bir karşılığı yoktur.
Hamakta Devrim Dersleri
# İnsan kendini, çevresini ve toplumu değiştirmek isteyen bir varlıktır. Toplum ise iktidar ilişkileri ile güdülen bir sosyal vakadır ve bu sebeple devrimin ilk ayağı iktidara karşı cephe almaktır. Feyyaz’ın cephesi bir kamu kuruluşu mu yoksa!
# Devrim fikir ve eylemden oluşur. Yani önce teorik plan ki buna ideoloji denir, akabinde de bu ideolojinin hayata geçirilmesi evresi gelir ki devrim de işte budur. Yani teori ve pratiğin hayata geçirilmesi. Ama öncelikle teoriyi inşa etmek gerek ve bunun için de devrim kalpte başlatmak ve beşerden insana doğru seyr i sülük yolcuğuna çıkmak gerekiyor. Eğer bu dediklerim yoksa devrim sadece edebiyattan ibaret kalır.
# Devrimci; sürekli içinde nefes aldığı sistemi sorgulayan, sistemin eksikliklerini ortaya koyan ve yılmaz gayretleriyle sistemin içinden çıkış yolu arayan kişidir. Dolayısıyla devrimci bir başkaldırandır. Tez ve antitez meselesini çözmüş, çağa yeni bir ruh sunmaya aday insandır. Çağı iyi okumuş ve devrimin şartlarının oluşmasını hem beklemiş hem de bu şartların oluşması için çalışmış bir devrimci için sonuç çok önemli olmakla birlikte devrim yolunda son nefesini vermek de önemlidir. Bütün bunları Sözde Devrimci arkadaşlardan böyle bir gayret ve çalışma göremediğim için aktarıyorum. İhtilâl-i kebir sizi bekliyor ve siz hâlâ Bohemyalılar diye bizimle uğraşıyorsunuz. Hâlbuki sizin nefes almaya vaktiniz yok.
# Devrim ilk olarak kalplerde ve şuurlarda başlar. Dolayısıyla kalbin ve aklın devrimi toplumsal devrimi besler. Devrim sayesinde toplumdaki katmanlar kırılır ve sosyal tabaka yeniden dizayn edilir. Farkında mısınız?
# Marx ve Engels devrimi; mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek, var olan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmek olarak tanımlar. Marx ve Engels’de hayata metafizik bir bakış olmadığı için devrimin manevi cephesinden bahsedemezler. Yine bu ikili “filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladılar sorun onu değiştirmektir” tezini ortaya atarak dünyayı değiştirmeye aday olduklarını seslendirirler. Ama burada bir sorun vardı. Devrimin öznesi insandır ve insan ise beden ve ruhtan müteşekkildir. Bu sebeple ruhu görmezden gelen hiçbir hareket devrime ulaşamaz nitekim tarih bunun canlı kanıtıdır. Devrim sadece katlamak, devirmek, bükmek ile ilgili bir kavram değildir. Süreklilik getirmesi gerekir. Burası önemli… Sürekliliğin ne demek olduğunu biliyor musunuz?
# Arka planında tarihsel bir olgu ve felsefi bir plan taşımayan devrim devrim değildir. Şimdiye kadar Sözde Devrimciler’den böyle bir tarihsel olgu ve felsefi bir altyapı açıklaması okuyamadık. Neden acaba?
# Bütün bunlar bir yana manevi bir devrimden sözetmek istiyorum. Kâinat karşısında gösterilen yüce bir tavır ve kendini bilme yolundaki gayreti konu ediniyorum. Hayata yepyeni bir ruh katmak yani… Bu dediklerim Sözde Devrimler’de bir karşılığının olup olmadığını merak ediyorum. Eğer varsa neden hâlâ isimlerle ilgileniyorlar? Neden aristokrat tavırlar içindeler?
# Gerçek devrim zühd ile başlar. Yani kişinin dünya ile arasına mesafe koyması ile. Şaşırdınız sanırım. Ama burada bitmez, zühdün üstüne bir de marifet konması gerekir. Nefsin tamah ettiği şeylere rağbeti kesmedikçe bir devrimden bahsedemeyiz. Siz aristokrat zevklerinizin içinde yüzerken zühdden fersah fersah uzaklaştığınızın farkında mısınız?
# Tüm mevcudatın bir maksada yönelik olarak yaratıldığı son derece açıktır. İnsana düşen bu maksadı anlamak ve varoluşunu anlamlandırmaktır. Bu anlamlandırma sürecinde devrim aşamalardan sadece biridir. Hayatın tamamını devrim olarak görmek büyük hatadır. Zira devrim merdiven gibidir, basamaklar tek tek çıkılıp istenilen yere ulaşılır. Peki bunu biliyor muydunuz?
# Devrim ki köklü bir değişim demektir, sokakları ele geçirmek, yeni bir sistem vadetmek, iktidar ve ekonomik sistemi hedef almak demektir. Daha da ötesi sürdürülebilir yeni bir sistem ortaya koymak ve bu sisteme insanları inandırmak demektir. Sözün özü edebiyat yaparak devrim yapılmaz. Sizi elit cafelerde kahve höpürdetirken değil sokak başlarında insanlara hakikati anlatırken görmek istiyoruz.
Sulhi Ceylan
İlgili Yazılar
Üstad Muharrem Cezbe’ye Mektup
Bohemyalılar
Kendinden Menkul Kıymetler Borsası: SÖZDE DEVRİMCİLER
16 Yorum