9 Eylül Cumartesi günü Feyyaz Kandemir ve Mehmet Raşit Küçükkürtül nam zat Edebifikir yazarları, şahsımı ve hattı zatında ‘Bohemyalılar’ ismiyle tavsif ettikleri muhayyel bir cemiyet adı altında Sulhi Ceylan, Celal Kuru, İbrahim Halil Arslan ve Serdar Kocabaş‘ı hedef aldıkları bir saldırı metni yayımladılar. İthaf olunduğumuz ‘Bohemyalılar’ tabirini ironik bulduğumu itiraf etmekle, işbu ironiyi doğuran saikleri sıraladıkları giriş metnini de trajik, hatta traji-komik bulduğumu söylemeliyim. Aslında ‘Bohemya Manifestosunu’ meşru bir tez kabul ederek kaleme almaya yeltenmeleri, kendi manifestolarını dahi bir anti-tez olarak okura sunmayı icbar etmektedir. Yani, bir bakıma kendi fikir dünyalarını dahi tavsif ettikleri kurum ve kişiler üzerinden kurmaya çalışan iki kişinin gafletinden söz ediyorum. Öyle bir gaflet ki, fikirlerimize, dolayısıyla şahsımıza ithaf ettikleri cemiyet ismini kendi zihinlerinde meşru ve makul görmekle, yayınlayacağımız cevap yazısına istinaden onları tavsif edeceğimiz cemiyet ismini kabul edip etmeyeceklerini dahi sorgulatabiliyor. Hoş, biz onları bir ‘cemiyet’ olarak bile kabul etmiyoruz. Fakat, aşağıda mesnedsiz fikirlerini sıralayacağımız zevata bir isim vermek zorunda olduğumuzdan, kendilerine Sözde Devrimciler demeyi uygun bulduk.
Peki, saldırı metnini yazan şahısların zehirli fikirleri nelerdir? Bu şahısların yanlış fikirleri ve kendilerinin hattı zatında -Sözde Devrimci Hareket- nasıl tanımlanabilir?
# Sözde Devrimcilik; Mesail-i milletin ve cemiyetin yanında vakur ve mutedil görünmekle birlikte, iş, gerçek devrim olan benliğe karşı mücahedeye gelince gayet korkak ve lakayt olmaktır.
Sözde Devrimcilik ismiyle müsemma bir kurumdur.
# Kimlik kavramını bir ırka, nesebe ya da kavme nispet ederek olgunun kendisini vulgarize etmektir.
# Fikir dünyalarının mümessili kabul ettikleri kişi ve kurumları putlaştırmaktır.
# Havaya göre maya çalmaktır.
# Üstad Muharrem Cezbe’yi kullanmaktır.
# Kendinden menkul bilgileri, Allah vergisi bir belâgat ve fesâhat fıtratıyla ihvânın genç dimağlarına hakikat niyetine yutturmaktır.
# Kuyubaşı’nda su çeken taze gelinlere tebelleş olmasıyla yedi düvelde nam salan, Karacoğlan nam zat halk ozanının, aslında büyük bir âlim ve dahi âbid bir zat olduğunu savunmakla beraber, aynı zamanda bu şahsın intihar ettiğine de kendini inandırmaktır.
# Evlilik kurumu, kadının acziyeti ve erkeğin tahakkümü konuları üzerinden senelerce kurt kesilip sonunda sütten kesilen kuzuya dönmektir.
# Cedelî delil ve burhânî delil arasındaki farkı bilemeyecek kadar ilm-i kelâmdan ve dahi ilim-i siyasetten nasibini alamamaktır.
# İsmet Öz…
# Osmanlı Devleti’nde yaşanan bazı muhtelif ve radikal siyasi olayları baz alarak koskoca bir irfan geleneğini “Bir İhanet Kültürü” olarak tanımlamaktan imtina etmemektir.
# Popülizm ve popüler kültür mefhumlarını bir birinden ayırt edemeyecek kadar politik dejenerasyona uğramaktır.
# Şiir ve şuur diyalektiğinden hareketle Türk’lük bilincinde ifrada varıp faşizme göz kırpmaktır.
# Sadece insan olabilmenin tüm ideolojilerden arınmakla mümkün olabileceğini göremeyecek kadar kör olmaktır.
# Nihal Ats…
# Dünyaya karşı sessiz kalmakla dünya ile beraber sükût etmek arasındaki farkı anlayamayacak kadar ideolojik radyasyona maruz kalmaktır.
# Sözde Devrimcilik düşüncesini sekteye uğratan temel neden, eylemin muhtevasından ziyade eylemin hazzına odaklanmasıdır. Bize göre sanatçılarda, fıtratları gereği öğretme istidadı yoktur, bize göre sanatçı/yazar öğretmekle mükellef kılınmamıştır. Bohemya’lıların sanatlarıyla tekâmül ettikleri her eylem, hazzı da, eylemin kendisini de, sosyal ve şahsi faydayı da zaten ihtiva eder. Fidel Castro da, onun yedi ceddi de, Valentina Tereşkova da, çekik gözlü kadın komandolar da onların olsun. Biz Küba’ya şiirler yazıp Arjantin bozkırlarını resmedebiliriz…
# Adolf Hit….
# Dilin inceliklerine inip duyguyu ve dahi insanı ihmal etmektir.
# Fikir sazını çalacağım diye insanı dışlamak ve dahi kendini saraylarda tebaaya hükmederken görmektir.
# Rüya görmeyi unutmak ve mekanik bir hayat anlayışına yeşil ışık yakmaktır.
# Velhasılı, Sözde Devrimcilik: Türk imâlatı bir tabancayla Rus ruleti oynamaktır.
Şahsıma Yönelik Karalama Kampanyasına Cevaplar
* Öncelikle bu can sıkıntısı konusuna bir açıklık getireyim. Evet, gerçekten canım çok sıkılıyor. Yaklaşık 30 senedir bu böyle. Kişinin, canının sıkılmasından ziyade, bunun üzerine yazması bir tenkit unsuru oluşturabilir. Buna eyvallah. Kaldı ki, daha evvel de defaatle söylemiştim, bana kalsa edebiyat dediğimiz olay kişinin gereksiz bir şekilde gerçekliğe müdahale çabalarından ibaret. Neyse, konumuz bu değil.
Can sıkıntısının bid’at olduğu görüşüne gelirsek. Böyle bir şeyi gerçekten iç dünyasıyla sorunu olmayan, daha doğru bir ifade ile kendi benliğiyle sorunu olmayan kâmil mükemmil kişiler söyler. Unutmamak icap eder ki, hayatta her şey zıttı ile kaimdir. İç dünyanın zıttı da dış dünyadır. Dışarıda olanın şavkı içeriden tebârüz eder. Can sıkıntısı bid’atmiş. Subanallah! Her halde bunu ifade eden arkadaşların göğüsleri pek daralmıyor. Nereden bilelim, belki de Bohemya’lılar kadar insan olmanın hakikati üzerine düşünmüyorlardır. Belki de gerçekten yalnız kalmayı göze alamıyorlardır. Belki slogan edebiyatı ve satır arası iktibaslar onlara daha şehvetli geliyordur. Belki de hakikati onların yerine daha evvel düşünmüş fikir babaları vardır. Gerçekten bilemiyorum, belki de edebiyat falan derken bu adamlar velayet hırkalarını giymişlerdir. Ne diyelim, Allah mübarek etsin.
Can sıkıntısının ontolojik açılımı hakkında tafsilat verebilirim, fakat o bahis Bohemya’lıların başkanı Sulhi Ceylan’a düştüğünden bu husus hakkında sükut etmeyi daha uygun buluyorum.
Unutmadan, bazı bid’atler ‘hasen’ olarak tabir olunurlar. Bilmeyenler için kelimenin lafzî manasını da veriyorum: Altıncı babdan çekilen “hasune” kök fiilinden alınma sıfatı-ı müşebbehe olan hasen, sözlükte “iyi, güzel, hoş ve latif manalarına gelir. Çoğulu hisândır.
* Hakkımda yazılan ikinci karalama metni ise merhum Cahit Zarifoğlu hakkında sarf ettiğim cümleler üzerinedir. Müellifi aynen şöyle yazmıştır: “Bahadır Dadak, çeşitli sohbet meclislerinde Cahit Zarifoğlu’nun “romantik” bir şair/yazar olduğunu ve “acı”yı romantize ettiğini iddia etmiştir.”
Merhum Zarifoğlu’nun Yaşamak isimli meşhur eserinin giriş cümlesinden yaptığım bir iktibasla ‘acı’ bahsinden ve işbu ifadeler sadedinde merhum Zarifoğlu’nun bu durumu nasıl romantize ettiğinden bahsetmiştim. Ve ne demek istediğimi de delilleriyle çözümlemeye çalışmıştım. Bana kalırsa edebiyatta ki maraz tam da buradan doğar. Can sıkıntısı ya da acı, her ne derseniz deyin, kişi kendi gerçekliğini yazmak saikiyle afişe ettiği anda görünmez bir sınırı aşmış olur. Binaenaleyh, söylediklerimin sonuna kadar arkasındayım. Bu noktada merhumun yazılarının bir tenkit unsuru oluşturabileceğine kanaat getiriyorum. Yalnız, mektuplarından ve muhtelif yazılarından tanıdığım kadarıyla merhum Zarifoğlu derviş meşrep bir zattı, bir noktadan sonra edebiyatın -şiirin değil edebiyatın- üstünde bir konuma geldiğini de söylemek icap eder.
Ayrıca, merhumun bir durumu romantize etmiş olması onun, hakkımda yazılan karalama metninde söylendiği gibi ‘romantik bir şair/yazar’ olduğu manasına gelmez. Kaldı ki böyle bir şeyi asla söylemedim. Merak edenler ilgili metni okuyabilirler.
Sevgili Edebifikir okurları, sizden hususen ricam şudur ki; Sözde Devrimci hareketin şahsıma yönelttiği ve merhum Zarifoğlu hakkında yazdığı karalama metnini tekrar okuyunuz. Romantik metinler kaleme almakla -ki ben tam manasıyla bunu ifade ettim- Turgenyev dönemi edebiyatının (1860’ların Rusya’sından bahsediyoruz) romantik akımının mümessili olmak arasında bir fark yokmuş gibi nasıl bir algı operasyonuna kalkışıyorlar. Bu nevzuhur muharrir ve müteşair arkadaşlara göre romantik reflekslerle yazı yazan her kimse ‘romantizm’ akımının bir neferi olmak zorunda.
Aynı paragrafın devamında haksız karalamalarını üstadımız üzerinden yapmaları hasebiyle bu hususta bu kadar yazmakla yetiniyorum.
Son Söz ve Son Çağrı
Sevgili Sözde Devrimci arkadaşlar! Sizler iki kişilik bir cumhuriyet olmakta ısrarcısınız. Her zaman daha fazlasını isteyen barbar kavimler gibi durduk yere bize savaş açtınız. Fakat biz size barış teklif ediyoruz. Sizleri, tüm ideolojilerin ve dahi ezberden okuduğunuz neopolitik söylemlerin gam yükünden arınabileceğiniz Bohemya Medeniyeti’ne davet ediyoruz. Bu kirli yolun neresinden dönerseniz karınızadır. Gelin, dönün bu yoldan, saplandığınız cüruf çukurlarından çıkın artık! Tövbe edin. Tövbenizde sebat edin. Ya da bize cizye verin. Rahle-i tedrisimize memur olun, bilmediklerinizi size öğretelim. Sıyrıldığınız her yenidünya düzeni için birinizi azat edelim. Sizler, dünyaya karşı durmakla dünyayı kurtarabileceğiniz vehmine kapılıyorsunuz. Sizler şiir yazmakla dünyanın kurtulabileceğini vehmediyorsunuz. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, nafile! Dünya denilen melanet gezegen eninde sonunda paramparça olacaktır.
Gelin, bize katılın! Katılın ki uzun emellerinizden kurtulup cuş-u huruşa varasınız. Gelin, gaflet uykunuzdan sararmış yüzlerinize ab-ı hayat saçalım. Unutmayın, en büyük düzenin düzensizlikte, pırıl pırıl incilerin can sıkıntısında, en büyük huzur saatlerinin yalnızlıkta olduğunu ancak o zaman fark edebilirsiniz.
Vesselam.
Bahadır Dadak
İlgili Yazılar
Üstad Muharrem Cezbe’ye Mektup
Bohemyalılar
Bir Bohemyalıdan Hamakta Devrim Dersleri
7 Yorum